YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Günümüz siyasetinde algı yönetiminin önemli bir yönetim stratejisi haline geldiği bir gerçektir. Seçimleri kazanmak isteyen parti liderleri, algıları yönetmek zorundadır. Aynı şekilde ülkeyi yönetmek isteyen liderler, halkın algılarını kontrol etmeye ve yerine göre değiştirmeye çalışırlar. Ne var ki namuslu, dürüst, ahlaklı, bilgili, ehliyetli ve adaletli liderler algı yönetimine çok da ihtiyaç duymazlar. Çünkü bir devletin politika ve icraatları; kanunlara, adalete ve kamu maslahatına uygun olduğu sürece halkından korkmasına gerek yoktur. “İyi mal reklama ihtiyaç duymaz,” diye bir söz vardır. Aynen bunun gibi, iyi yöneticiler de algı yönetimine ihtiyaç duymazlar. Zira onların yaptıkları işler zaten halk tarafından görülecek, beğenilecek ve güzel algılar oluşturacaktır.
Zorba ve müstebit idarecilere gelince, onlar algı yönetimine mecburdurlar. Çünkü suça bulaşmışlardır ve zulmetmişlerdir. Kendi çıkarlarını halkın çıkarlarının önüne geçirmişlerdir. Devlet imkanlarını suiistimal etmişlerdir. Lüks ve şatafata alışmışlardır. Egemen olma ve hükmetme arzusu onları yoldan çıkarmıştır. Yani kirlenmişlerdir. Bu yüzden hiçbir zaman halkın gerçekleri öğrenmesini istemezler. Gerçek yüzlerinin bilinmesinden korkarlar. Saltanatlarını kaybetmekten tir tir titrerler.
İşte bu sebeple de medya gücüyle, trol ordularıyla, propagandacılarıyla, satın aldıkları kalemlerle sahte bir gerçeklik kurgular, hakikatlerle halkın arasına kalın duvarlar örerler. Söylemleriyle eylemleri arasında derin uçurumlar oluşur. Halk nezdinde bir “kahraman” ve “kurtarıcı” oldukları yönünde bir algı oluştursalar da her zaman gerçek niyetlerini ve asıl yüzlerini gizlerler. Bulaştıkları ahlaksızlık ve hukuksuzluklar onları hep iki yüzlü davranmaya zorlar. Hakikatte zorba ve sınır tanımaz insanlar olsalar da, korkunç bir algı çalışması yaparak kendilerini “alternatifsiz tek lider” gibi gösterirler.
Bunun bir adım ilerisi — teokratik yönetimlerde de gözlemlendiği üzere — devlet başkanlarının kendilerini kutsal ve dokunulmaz bir zırha bürümesidir. Bunu da bazen kendilerini Tanrı’nın yeryüzündeki vekili ve temsilcisi gibi göstererek, bazen Tanrı tarafından özel seçilmiş insanlar oldukları imajını oluşturarak, bazen yüce ve aşkın bir kısım vasıf ve unvanlar kullanarak, bazen de dinin koruyuculuğuna soyunarak yaparlar. Bunu her zaman kendileri yapmak zorunda da değillerdir. Hatta çoğu zaman bu tür bir imaj ve algı, etraflarındaki mutlak biat aldıkları veya çıkar ortağı oldukları adamları tarafından oluşturulur.
Oluşturdukları “kurtarıcı lider” imajının yara almaması, dolayısıyla da iktidarlarının sarsılmaması için de olağanüstü bir gayret gösterirler. Ne zaman hata ve yanlışları dile getirilse hemen sunî gündemler oluşturur, kamuoyunu yanıltırlar. Başarı ve zaferlerini köpürte köpürte anlatırken, başarısızlık ve fiyaskolarını ise ustalıkla gizlerler. Gizleyemedikleri durumlarda da suçu yükleyecek bir “günah keçisi” bulmakta zorlanmazlar. Bu bazen ülke içindeki siyasi partiler veya sosyal hareketler olurken, bazen de dış güçler veya uluslararası mihraklar olur.
Vazifeleri gereği zaten yapmak zorunda olmalarına bakmaksızın yol, köprü, tünel, havaalanı gibi kamusal hizmetleri büyük bir lütufmuş gibi sürekli gündemde tutarlar. Bununla kendilerinin ne kadar vatansever ve hizmet ehli yöneticiler olduklarını ispatlamaya çalışırlar. Ülkenin bekasını kendi bekalarına bağlarlar. Öyle bir algı çalışması yaparlar ki sanki onlar gitse ekonomi çökecek, ülke batacak, devlet yıkılacaktır. İnsanların sık gördükleri kişileri daha çok sevecekleri ve onlara daha çok güvenecekleri gerçeğinden hareketle her yere liderlerinin resimlerini asarlar. Ekranlara sürekli onları çıkarırlar. Televizyon ve radyolardan sürekli konuşmalarını verirler. Bu da algı çalışmasının farklı bir boyutudur.
Müstebit idareciler ne zaman ülkedeki atmosfer kendi aleyhlerine dönmeye başlasa, itibar ve iktidarlarına halel gelmemesi için hemen bilindik oyunlarını oynamaya koyulurlar. Bir anda “Müslümanlığı tehlikeye sokacak” olaylar patlak veriverir. Ya kutsallara saldırılır ya camiler kundaklanır ya başörtüsüne laf söylenir ya irtica tehlikesi hortlatılır ya da bir şekilde danışıklı dövüşle Müslümanlar provoke edilir. Böylece onlar, kendisini dinin ve Müslümanların hamisi gibi gösteren liderlerin etrafında kenetlenmeye başlar.
Zorba yöneticilerin, beyin yıkama aracı olarak başvurdukları değişmeyen yöntem, propagandadır. Edward Bernays, Propaganda isimli eserinde, “Propaganda hükümetin görünmeyen yürütme organıdır,” der. Günümüzde propaganda yapmayan hükümet yok gibidir. Hemen her yönetici, yönettiği insanların duygu ve düşüncelerini etkilemek ve değiştirmek ister. Fakat propaganda yapma kadar onun nasıl yapıldığı, hangi araçların kullanıldığı da önemlidir.
Zorba yönetimlerde yapılan propaganda, olumsuz propagandadır. Düzenbazlık ve sahtekarlığa dayanır. Bu yüzden yanıltıcı ve aldatıcıdır. Hatta onlar düşmanlarını yıpratmak, ruhsal bir çöküntü içine sürüklemek ve yok etmek için kara propagandayı kullanmaktan da çekinmezler. Dolayısıyla yalan, hile, entrika, iftira, sahte delil üretme, sinsilik, ikiyüzlülük, birbirine düşürme, tehdit, şantaj dahil olmak üzere hedefe ulaşma adına her yolu mubah görürler. Daha çok, duygusal sözcükler kullanarak, kitlelerin his dünyasına hitap ederek onlarda istedikleri kanaat ve inançları oluştururlar. Kendisine karşı halkta sevgi ve ilgi oluşturmaya, muhalif ve düşmanlarına karşı ise sürekli kin ve nefretleri körüklemeye çalışırlar.
Zorba yönetimlerin yapmış olduğu algı yönetimi ve propagandanın en büyük sermayesi, yalandır. Bu tür yönetimlerde yalan söylemek o kadar sıradanlaşır ve fazlalaşır ki onlar söyledikleri yalanlarla âdeta bir yalan imparatorluğu kurarlar. Hikayeler uydurur, istatistikî bilgileri tahrif eder, olayları çarpıtır, iftira atar, karalar, asılsız söylentiler çıkarırlar. Çünkü algıları yönetme daha doğrusu zihinleri saptırma adına yalan söylemek zorundadırlar. Bu yalanlar süreklilik arz edince halk nezdinde de meyve vermeye başlar. İnsanlar, devletin zirvesindeki bir kişinin en büyük devlet meseleleriyle ilgili sürekli bir şekilde yalan söyleyeceğini akıllarına sığdıramadıklarından bir süre sonra onlara inanmaya başlar.
Zorba yöneticiler, hem boyun eğdiremedikleri hem de iktidarları adına potansiyel tehlike gördükleri insanlardan nefret ederler. Bu yüzden onlara karşı amansız bir mücadeleye girişirler. Ellerinde tuttukları devasa güç ve imkanları kullanarak onlara duyulan güveni yok etmeye, onları itibarsızlaştırmaya ve diskalifiye etmeye çalışırlar. Tabi ki bunu da algı yönetimiyle yaparlar. Onlar hakkında yalan ve iftiralar uydurur, karalama kampanyası yürütür ve böylece zihinlerde olumsuz algıların oluşmasını sağlarlar.
Dizi ve filmlerle halkın uyutulması, evlendirme veya yarışma programlarıyla insanların uyuşturulması, spor ve eğlence faaliyetleriyle biriken enerjinin başka yöne kanalize edilmesi de algı yönetimlerinin bir parçasıdır. Böylece insanlar devlette olup bitenlere karşı daha alakasız kalır, apolitik bir hüviyet kazanır, eleştiri ve tenkit kabiliyetlerini yitirirler.
AKP’nin Algı Yönetimi
Bu bilgiler ışığında AKP’nin ve Erdoğan’ın yönetim anlayışlarına bakıldığında, onların nasıl profesyonel birer algı yöneticisi ve manipülatör oldukları rahatlıkla görülecektir. AKP’nin uzun yıllar iktidarda kalabilme başarısının altında yatan en önemli etkenlerden biri budur. O, bir taraftan ülke menfaati adına çok başarılı işler yaptığı algısını sürekli canlı tutmuş, diğer yandan da muhalifleri aleyhine her daim nefret pompalamıştır. İktidar seçkinleri, bir taraftan var olan başarılarla ilgili algıyı, olduğundan on misli fazla göstermiş, diğer yandan yolsuzluk, hırsızlık ve hukuksuzluklarını halkın gözünden ustaca gizlemişlerdir. Gizleyemediklerini de ya tevil etmiş ya da başkalarına yıkmışlardır.
Şayet Erdoğan ve çevresi, özellikle son on yıldır ortaya çıkan çok büyük sorun ve olumsuzlukların altından bir şekilde sıyrılmayı başardıysa, bunu algı yönetimi ve propaganda faaliyetleriyle başarmıştır. Normal şartlarda bir hükümetin 17-25 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk dosyaları karşısında ayakta kalabilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde AKP hükümeti, kontrollü 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bunu bahane ederek Türkiye’nin en büyük dinî ve sosyal hareketine karşı göz göre göre acımasızca soykırım uyguladıysa bunu da yine yalanlarına, propaganda faaliyetlerine ve algı çalışmalarına borçludur.
AKP, sadece algı operasyonları yapmakla kalmamış, inşa ettiği algıları yıkma ihtimali bulunan bütün faaliyetlerin de önüne geçmiştir. Muhalif siyasetçileri etkisiz hale getirmesinin, Hizmet hareketine karşı cadı avı başlatmasının, medyada tekel kurmasının, kendisini eleştiren kalemleri tek tek saf dışı etmesinin, muhalif basın organlarını susturmasının, aksi yönde haber yapan gazete ve dergi arşivlerini yok etmesinin sebebi de budur.
AKP, gerçeklerle yüzleşememeye ve gerçekleri yönetememeye başlayınca, bütün imkânlarını algı yönetimine sarf etti. Ekonominin iflasa doğru gittiği, işsizliğin her geçen gün tırmandığı, istihdamın hiç olmadığı kadar azaldığı, iç ve dış borcun tavan yaptığı bir dönemde, ekonomi bakanı hâlâ dünyanın sayılı güçlerinden biri olduğumuzu söylüyorsa, bunun tek sebebi algı yönetimine mecbur olmalarıdır.
AKP’nin propaganda faaliyetlerinin, özellikle dindar ve cahil kesim üzerinde son derece etkili olması onlara cesaret vermektedir. Her yalanlarına inanan, her söylediklerini doğru kabul eden bir kitle olduğu sürece AKP de algı yönetiminden vazgeçmeyecektir.
Ne var ki algı yönetiminin de bir sınırı vardır. İnsanlar, masa başında üretilen sanal gerçeklik uğruna bir süre olgusal gerçekliklerden kopsalar da, bu hiçbir zaman ilelebet sürüp gitmez. Yalanlar asla uzun süre gerçekler karşısında üstünlük sağlayamaz. Algı yönetiminin başarısı, biraz da olgusal gerçekliklere dayanmasına bağlıdır. Algısal gerçeklerle sahadaki gerçeklerin arası açıldıkça algıyı yönetmek de zorlaşır. Uydurma rakamlarla, hedefi belli istatistiklerle, gözbağcılıkla bir ülke uzun süre yönetilemez. Halkın gözünü açacak haberlerin neşredilmesi, eleştirilerin yükselmesi, gerçek bir muhalefetin yapılması, gerçeklerin konuşulması da girilen karanlık tünelden çıkışı hızlandıracaktır.
Bir sonraki yazımızda meselenin dinî veçhesi üzerinde durmaya çalışacağız.