Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Türkiye özgür bir ülke değil miymiş?

YORUM | YAVUZ ALTUN

Hollanda Başbakanı Mark Rutte ne zaman bisikletiyle makamına gidip gelirken poz verse, bizi bir heyecan sarıyor. “Bakın medeni ülkelerde böyle olur işte!” diye sevindirik oluyoruz. 

Çünkü bizim “liderlerimiz” uzaydan bile görülebilecek uzunlukta konvoylarla dolaşıyorlar. Araçlarının zırhlı olması yetmiyor, önlerinde arkalarında bir düzine koruma aracı oluyor. O da kesmiyor, motosikletli polisler önden yol açıyor, gelip geçecekleri yol güzergâhı önceden tutuluyor, temizleniyor, trafik akışı kontrol altına alınıyor.

Toplumda bu uygulamaların “güvenlik” gerekçesiyle yapıldığı algısı var. Nitekim İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, geçenlerde bu bisiklet polemiğine katıldı, şehirlerarası yollarda gösteri yürüyüşü yasağını iptal eden Anayasa Mahkemesi başkanına veriştirdi:

“Anayasa Mahkemesi karar veriyor. FETÖ’cüler girsin, PKK’lılar girsin ne olacak. Anayasa Mahkemesi Başkanı’na buradan söylüyorum. Madem özgür bir ülkeyiz, ana caddelerde, sokaklarda özgürce yürüyüş hakkının ortadan kaldırılmasını onayladınız. Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım.” 

Soylu’ya göre “özgür bir ülke” değiliz demek ki. Yani Hollandalı başbakan işine bisikletle gidip gelebilir, çünkü onlar özgür bir ülke. Fakat biz değiliz. Bunu bildiğimiz iyi oldu.

Demek ki, devletimiz terör örgütleri yüzünden özgürlüklerimizi peyderpey elimizden alıyor, sokakta rahatça dolaşamayacak, sosyal medyada istediğimizi söyleyemeyecek noktaya getiriyormuş bizi. Peki, ne zaman özgür ülke oluruz tahminen? 

Ben söyleyeyim, Soylu ve benzerleri ülkeyi yönettiği müddetçe, zor. Çünkü onlar “özgür olmadığımızda” kendilerini önemli hissedebiliyorlar ancak. Bu masalı çok seviyorlar. Var olmayan terör örgütlerinden var olmayan terör tehditleri alıp konvoy konvoy büyüyorlar. “Beka meselesi” diyerek koltukta kalıyor, “biz gidersek terör örgütleri gelir” propagandası yapıyorlar.

Evet, Türkiye’nin bir terör sorunu var. Bunu reddetmek anlamsız. O yüzden her devlet görevlisi bisikletle işine gidemeyebilir. Nitekim ABD’nin “dünyanın jandarması” misyonu liderlerinin yüksek güvenlik önlemleriyle yaşamasına sebep oluyor. Bir ABD başkanını da işine bisikletle gelip giderken görmek pek mümkün değil. (Ayrıca Mark Rutte’nin bisiklete binerek işine gittiği Hollanda’da bisiklet günlük hayatın, yaşam kültürünün önemli bir parçası. Türkiye’de böyle bir alışkanlık zaten yok.)

Gelgelelim, Türkiye’nin milli güvenlik meselesi yakın zamana kadar sadece bir iç meseleydi. Güneydoğu’da PKK, metropollerde bir takım aşırı sol örgütler… 2002’de iktidara gelen AKP ile birlikte, terör sorunları bölgeselleşti. Ankara’nın göbeğinde, suç Cemaat’e atılmaya çalışılsa da muhtemelen bir El Nusra sempatizanı, Rus büyükelçisini öldürdü. IŞİD, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde, tıpkı Suriye’de, Irak’ta örgütlenir gibi örgütlenebiliyor. İktidarın yönetmekte zorlandığı göçmen meselesi, tarihteki örneklerine bakarsak, ilerleyen yıllarda mafyatik yapılanmalara ya da terör eylemlerine gebe.

Yani eğer hükümetimiz şu anda ülkedeki terör tehdidinin başına balyoz indirdiğini düşünüyorsa, büyük bir yanılgı içinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Ama aslında Soylu’nun demek istediği, AKP sempatizanlarının da inandığı mesele şu: Türkiye çok büyük bir potansiyele sahip olduğu için bütün dünya ülkemizi durdurmak, karıştırmak için plan üstüne plan yapıyor. Devletimiz de bu planlara karşı gözüpek davranmaya çalışıyor. Bu esnada özgürlüklerimiz kısıtlanmış olabilir, bazı haklarımızı kaybetmiş olabilir, hatta fakirleşmiş de olabiliriz. Ama özgür ve bağımsız olmak istiyorsak, bu acı şerbeti içmek zorundayız.

Tarihte bu sopayı gösteren ilk siyasi parti AKP değil. İlk iktidar da değil. Geçen gün idrak ettiğimiz 12 Eylül darbesinin en büyük “meşruiyet kaynağı” da sokaklardaki anarşiydi hatırlarsanız. 1990’lardaki asker-polis şiddet rejiminin de “hikmet-i hükümeti” olarak PKK tehlikesi gösteriliyordu. 

1970’lerde gerçekten de sokakta anarşi vardı. Hemen her gün birileri ölüyordu. Üniversitler ve sokaklar tehlikeli yerler hâline gelmişti. Hatta o dönemki fabrika sahipleriyle oturup konuşsanız, bazı işçilerin “sendikacılık” adı altında işyerlerinde “terör estirdiğini” söyleyecektir. Kulak verseniz, hak verebileceğiniz hikâyeler de bulabilirsiniz.

Ama bu Türkiye’ye özgü bir durum değil. Dünyada ilk defa terör eylemi Türkiye topraklarında yaşanmadı. Hatta diyebiliriz ki, bir yöntem olarak terör de Avrupa’da doğup dünyaya ihraç edildi. İngiltere’de, yüz yıl boyunca ayrılıkçı İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) terör eylemleri yaptı. İspanya’da Bask Yurdu ve Özgürlük (ETA) örgütü, yakın zamana kadar ciddi bir baş ağrısıydı. 

Üstelik bu örgütler, şehirlerde ses getirebilmek için çoğu zaman doğrudan sivilleri hedef alıyordu. 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Soğuk Savaş, sadece Türkiye’yi değil, hemen her ülkeyi “sağcılar ve solcular” olarak ikiye böldü. Hatta sağ ve sol içinde farklı fraksiyonlar oluştu. Bu fraksiyonlar arası kavgalar, bazen sağ-sol meselesinden daha ciddiydi. Şiddet ve anarşi, o yıllarda bugüne kıyasla hayli meşru kavramlardı. Bugünkünden çok daha ciddi bir kutuplaşma yaşandı.

1990’a kadar Almanya, iki parçaydı. Avrupa’nın doğusunda Sovyetler Birliği hâkimdi. 1940’larda Londra sokaklarına Alman uçaklarından bombalar yağıyordu. Fransa, Nazi işgali altındaydı. Bunlar, yaşandı. Soğuk Savaş döneminde, birçok Batı ülkesinde akademisyenler, yazarlar, gazeteciler açık açık Sovyet propagandası yaptı, Marksizm övdü. Hatta bu düşünceler politik alana da taşındı ve Avrupa’da refah devleti dediğimiz modelin doğuşuna sebep oldu. Hiç kimse, “Bu terör ağzıdır” diyerek bu sesleri tamamen susturmadı. (Belki istedi, fakat başarılı olamadı.)

Toplumlar, farklı kültürel dokulara, kendi tarihî hikâyelerine sahip olsalar da, benzer problemler üretiyorlar. Asıl fark ise, bu problemlere karşı verdikleri tepkilerde ortaya çıkıyor.

1960’larda ABD’de insan hakları mücadelesi, sokaklarda verildi. O dönemin FBI direktörü J. Edgar Hoover, Amerikalı siyahların liderlerini takip ettiriyor, konuşmalarını dinletiyor, en ufak hatalarında alaşağı etmek için fırsat kolluyordu. Hoover’a sorsanız, ünlü insan hakları savunucusu Martin Luther King bir “teröristti”.

Bugün Amerika’da her yıl Ocak ayında “Martin Luther King (MLK) günü” kutlanıyor. Üstelik bu kutlamayı resmiyete büründüren yasanın altında Cumhuriyetçi Başkan Ronald Reagan’ın imzası var. Ona sorsanız MLK çok da matah bir adam değildir ama siyahların sokakla siyaseti birleştiren muhalefeti, Reagan’ı böyle bir adım atmaya zorlayacaktı. Sebebi ne olursa olsun, bu kararın verilmiş olması, toplumun demokrasiye inancını diri tutması için önemliydi.

2015 yapımı Trumbo filmini izlemişsinizdir. Senatör Joseph McCarty’nin “komünist avı” düzinelerce sanatçıyı işsiz bırakmış, damgalananlar sosyal çevrelerini kaybetmişlerdi. Hayli başarılı bir senarist olan Dalton Trumbo, kendi adıyla senaryo yazamaz durumdaydı. Bu etkili boykotu, Trumbo’nun senaryosunu yazdığı ve yapımcının cesaret gösterip jenerikte Trumbo’ya yer verdiği Spartaküs filminin gösterimine giden Başkan John F. Kennedy bozmuştu.

Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunu ortak bir düşmana karşı verilen Kurtuluş Savaşı ile başlattı. Ama birlik olamadı. ABD, henüz genç bir devletken yaklaşık 750 bin askerin hayatını kaybettiği bir iç savaş yaşadı ve onun külleri üzerine geleceğini inşa etti. Birliğini güçlendirdi.

İç savaş döneminin ABD Başkanı Abraham Lincoln, çatışmaların sona erdiği dönemde her iki taraftan ölen askerleri kahramanlaştıran konuşmalar yapmış, husumeti beslemek yerine Amerika için “özgürlük” temelli yeni bir rota tayin etmişti.

Türkiye’deki problemler, Amerika’daki kuzey-güney ayrımının getirdiği kutuplaşma, siyahlara ve yeni dalga göçmenlere yönelik ırkçılık, küresel terörün hedefi olmanın getirdiği zorluklar, hemen her jenerasyonda yeni ve büyük bir savaşın parçası olmak gibi meselelerin yanında devede kulak kalır.

Sürekli suçu “dış güçlere” atıp kendi içinde ego savaşları vermek yerine, belki de dışarıya bakıp ibret alması gerekiyordur Türkiye’nin liderlerinin de. Öğrenmekten zarar gelmez. Özgür bir ülke değilsek, her gün yeni bir krize uyanıyorsak, burada suç hiç kimsenin, hatta terör örgütlerinin bile değil bugüne kadar yönetenlerindir.

Exit mobile version