Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Trablus’taki depremde Türkiye’nin rolü nedir?

Eyl 3, 2020

Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı Fayiz el Serrac’ın kabinenin en güçlü ismi İçişleri Bakanı Fethi Başağa’yı görevden almasıyla kızışan bilek güreşi Türkiye’nin rolünü de tartışmaya açıyor. Ortaklar arasındaki kavga Türkiye’yi zor durumda bırakıyor. Ankara’nın Libya’daki bir numaralı adamı Başağa’dan yana tutum sergileyip Serrac’ı gözden çıkardığına inananlar olduğu gibi tam tersini düşünenler de var.

Olayların gelişiminden hareketle Serrac’ın kendisine yönelik bir darbe girişimine “karşı darbe” ile yanıt verdiği iddiası hızla yayıldı. Ancak Al-Monitor’a konuşan Libyalı kaynaklar, Serrac’dan memnun olmasa bile Türk hükümetinin kritik anlaşmalara imza attığı bir hükümetin altını oynayacağına çok ihtimal vermiyor.

Libya’daki karmaşık ilişkiler basitçe siyah-beyaz bir tablo çizme şansı sunmuyor. Son restleşmenin öncesinde darbe söylentilerine altyapı oluşturabilecek bir dizi gelişme yaşandı.

Doğu güçlerinin siyasi ayağını oluşturan Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih ile Serrac’ın 21 Ağustos’ta eş zamanlı olarak yaptıkları ateşkes çağrısı karşısında Ankara tepkisiz kaldı. Alman-Amerikan girişiminin etkili olduğu ateşkesin koşullarında Ankara’nın içine sinmeyen hususlar vardı. Türk hükümeti ateşkes için Halife El Hafter’e bağlı güçlerin Sirte ve Cufra’dan çekilmesini ve UMH güçlerinin buraya yerleşmesini istiyordu. Serrac ve Salih ise bölgenin ortak polis gücüne bırakılmasını önerdi. Ayrıca çağrı tüm yabancı güçlerin çekilmesini ve milislerin dağıtılmasını öngörüyordu. Bu şart kendi güçlerinin yanı sıra Suriye’den binlerce milis taşıyan ve üs edinmeye çalışan Türkiye’yi birinci dereceden ilgilendiriyor.

Bir diğer uzlaşı noktası petrol gelirlerinin Trablus merkezli Libya Yabancı Bankası’nda tutulması. Türkiye’nin tercihi petrol gelirlerinin Libya Merkez Bankası’nda tutulması. Ankara’nın Libya Merkez Bankası ile ilişkileri 2011’den bu yana “olağanüstü,” ki bu tartışmalı dönemde iki ülkenin merkez bankaları 31 Ağustos’ta işbirliği anlaşması imzaladı.

Bir yandan Serrac’ın Ankara’dan bağımsız hareket edemeyeceğine dair güçlü bir kanaat var. Diğer yandan ateşkes Türk hükümetinin canını sıkacak unsurlar barındırıyor. Hâliyle burada bir soru işareti beliriyor.

Bundan önce Serrac’ın deniz yetki alanlarını sınırlayan anlaşmayı istemeden imzaladığına dair bir ifşaat Ankara’yı huylandırdı. Serrac’ın ofisinden bir yetkili, Türkiye’nin anlaşma için bir yıl boyunca baskı yaptığını, Serrac’ın uluslararası anlaşma yapma yetkisi olmadığı ve Avrupa’nın bunu reddedeceği gerekçesiyle buna direndiğini fakat Libya Ulusal Ordusu’nun Trablus’u ele geçirme hamlesi ve hükümetteki İslamcı kanadın baskıları karşısında güvenlik anlaşmasıyla birlikte masaya gelen deniz yetki alanları anlaşmasına imza atmak zorunda kaldığını söylemişti.

Bunun yanı sıra Türkiye’ye fazla taviz verildiğini, üstelik Türklerle askeri ortaklığın ülkenin tamamını kontrol altına almaya yetmediğini düşünenler artıyor. Suriye’den getirilen paralı savaşçılar da sorun olmaya başladı.

21 Ağustos’taki ateşkes çağrısının ardından Ankara’yı şüphelendiren bir başka gelişme, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Trablus’taki büyükelçi aracılığıyla ilettiği Paris davetinin Serrac tarafından kabul edilmesiydi.

Bu gelişmeleri hükümeti hedef alan gösteriler izledi.

Bazı çevrelerde bütün bu olup bitenlerden çıkartılan kestirme sonuç şu: Başağa’nın Serrac’ın koltuğunda gözü vardı, halkın öfkesini fırsata çevirmeye çalıştı ve Türkiye’nin desteğini almak için de habersizce özel jetle Ankara’ya gitti. Ama Serrac kendinden beklenmeyen bir iradeyle kritik kararlar aldı. Serrac’ın, Başağa’yı Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid El Mişri ile birlikte Ankara’da olduğu sırada görevden alması “Ankara’ya karşı bir hamle” olarak da algılandı.

Serrac ayrıca Trablus’un güvenliğini İçişleri’nden alıp Zintan kentinden Usame Cuveyli komutasındaki Batı Bölgesi Ortak Harekât Gücü’ne verdi. Bununla kalmayıp Savunma Bakan Yardımcısı Salah el Namruş’i Savunma Bakanlığı’na, Muhammed el Haddad’ı Genelkurmay Başkanlığı’na atadı. Başağa’nın tüm temaslarda Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’la muhatap olması, hatta 27 Kasım’daki güvenlik anlaşmasına imza koyan yetkili olması fiilen Savunma Bakanlığı yetkilerini de kullandığını gösteriyordu. Atamalarla Başağa’nın etkin olduğu alanlarda güç değişimi yaşandı.

Al-Monitor’un konuştuğu Libyalı kaynaklar bu bilek güreşinde Türkiye’nin rolüne dair çıkarımlara ihtiyatla yaklaşıyor. İsminin saklı kalmasını isteyen bir sivil toplum lideri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Serrac’ın bazı kararlarından rahatsızlık duyabileceğini ama yaşananların iki güç odağı arasındaki iktidar kavgası olduğunu belirtiyor. Libyalı kaynak “Başağa iktidarda olmak için Türk hükümeti dahil herkesi kullanıyor. Serrac da aynısını yapıyor. Serrac’ın yetkisi daha büyük ve sonunda onu görevden aldı. Serrac’ın bunu Türkiye’den yeşil ışık almadan yaptığını zannetmiyorum. Başağa’nın başbakan olma hırsıyla Fransa, İtalya ve Mısır’a yaklaşmak gibi Türkler ve Amerikalıları endişelendiren yaklaşımları oldu. Ayrıca Türkiye’nin düşmanı Fransız Bernard Henry Levy’yi Libya’ya getirdi. Gösteriler başladığında da Müslüman Kardeşler’in de içinde olduğu Serrac karşıtı lobi, Başağa’nın başkanlığında yeni hükümet kurulması için olayları istismar etti” ifadelerini kullanıyor.

Libyalı kaynak Serrac’ın da Paris davetini kabul ederek Erdoğan’ı kızdırdığını ama şu anda Türkiye’nin ondan sadece danışmanlarını değiştirmesini istediğini savunuyor.

Lahey’deki Clingendael Enstitüsü’nde Libya konusunda uzman bir araştırmacı olan Jalel Harchaoui ise Hafter’in Trablus’a yönelik 14 ay süren saldırısı sırasında Ankara’ya yakın olan Başağa’nın Türkiye ile iyi çalışan kilit isimlerden biri olduğunu belirtiyor. Al-Monitor’a konuşan Harchaoui “Yine de bu, Ankara’nın kendi stratejik çıkarları gerektirmediği sürece Serrac’ın şu anki statüsünü değiştirme saikine sahip olduğu anlamına gelmiyor. İçişleri Bakanı olarak yeterliliğiyle ilgili düşüncelerden bağımsız olarak Başağa yüzsüzce hırslı bir politikacı. İçişleri Bakanlığı’ndan fazlasını istiyor. UMH’deki konfigürasyon açısından, Türkler şu anda işleri batırmak istemezler. Serrac, 27 Kasım’da iki anlaşmayı imzalayan yegâne varlık ve bu kâğıt parçası henüz parlamento tarafından onaylanmadı. Çok fazla değişiklik Türkiye’nin konumunu daha kırılgan hale getirebilir. Ankara, Trablus savaşını kazandı ama olmak istediği yere varmadan önce yapması gereken çok şey var. Birçoğunun denizcilik anlaşmasıyla ilgisi var. Türkiye bitiş çizgisinden uzak olduğu için tüm kartlarını tek bir Libyalı siyasetçiye yatırmak için acele etmiyor” diyor.

Harchaoui, Türkiye’nin UMH’nin istikrarını korumaya öncelik verdiğini, bu bağlamda ABD’nin de benzer çizgide olduğunu belirtip ekliyor: “Birkaç devlet Başağa’nın teknokratik etkinliğinden hoşlanıyor ama bu onun hırslarının karşılanması gerektiği anlamına gelmiyor. Şimdi Serraj kampından duyabileceğimiz şey, ‘Tamam, askıya alma olayı canını yaktı, umarız işe geri döner ve siyasi hırsını birkaç kademe aşağı çekersin.’ Aslında pratikte neyin olacağı ayrı bir soru. Belki tüm bu güçler ve hizipler yeni bir denge bulacak veya Başağa ve rakiplerinin kişisel hırsları UMH’yi zayıflatmaya devam edecek.”

Serrac her şeye rağmen Türkiye’nin desteğine muhtaç. Ankara da Libya stratejisini genelde Mısratalı Türkler ve Müslüman Kardeşler’le bağlantılı isimlerle yürütse de kritik anlaşmaları Serrac’ın başındaki hükümetle yaptı. Serrac’ın altındaki halının çekilmesi ya da Başağa’dan yana tavır alınması Türkiye’nin Libya siyasetini daha da açmaza sürükleyebilir.

Bu tür bir tercih hükümetteki Müslüman Kardeşler ile ulusalcı bloku karşı karşıya getirebilir; Trablus’ta rakip milis güçleri arasındaki husumetleri derinleştirebilir; Mısrata ile Trablus merkezli güçler arasındaki husumeti büyütebilir. Nihayetinde bundan faydalanacak tek taraf var: Hafter ve destekçileri.

İçişleri Bakanlığı ile uzlaşmayı reddeden kendi başına buyruk milis grupların Başağa aleyhine kararı nasıl kutladığı dikkate alındığında iç kavgada taraf olmanın getireceği tehlike daha iyi anlaşılıyor. Türkiye ve Katar 17 Ağustos’ta UMH ile milis yapılanmaları düzenli orduya dönüştürmeyi de içeren kurumsal işbirliği anlaşması imzalamıştı. Uluslararası destek gören bu tür operasyonlar bile kendilerine kontrol ve rant alanları açmış milis güçlerinin direnişiyle karşılaşırken siyasi bir kişi ya da kliği ötekilere dayatmak birliği tamamen dağıtabilir.

Bunun yanı sıra yeni realiteler ortaya çıkıyor: Hem Hafter’e hem UMH’ye hem de dış müdahalelere karşı sesler yükseliyor. İhya Libya hareketinin BM’ye yaptığı çağrı bunlardan birisi.

Bu türden üçüncü yolu izleyenlerin yanı sıra Seyfulislam Kaddafi ile eski rejimi arayanlar da öne çıkıyor. Bu trend de Türkiye’nin Libya seferinin önündeki mayınları artırıyor.

Yazar: Fehim Tastekin

Kaynak: Al – Monitor

Exit mobile version