Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Suriyeli muhalifler niçin Türkiye’den gitmek istiyor?

Genç Suriyeli aktivist Nesrin Ali, Nisan 2015’te büyük hayallerle Türkiye’ye gelmiş ve Suriye sınırında hareketli bir kent olan Gaziantep’e yerleşmeyi düşünmüş. Gaziantep’i “benim gibi ülkemizi değiştirmek, istikbalini şekillendirmek isteyen insanların doluştuğu” bir kent olarak tanımlayan Ali, Suriyelilerin kurduğu muhalif bir radyo kanalında multimedya muhabiri olarak işe girmiş. Görevi kapsamında o dönem muhaliflerin elinde olan Halep’e gidip gelmeyi ve gördüklerini aktarmayı üstlenen Ali, “Devrimimizi gasp etmeye çalışan radikaller ve cihatçılara karşı Halep’in nasıl mücadele ettiğini duyduğumda gerçekten heyecanlandım. Onların arasında olmak istiyordum. Hayatımın burada nasıl olacağına dair kafamda ideal bir resim oluşmuştu” diyor.

Beş yılın ardından 32 yaşındaki Ali bugün hayal kırıklığı ve umutsuzlukla dolu. Türk hükümetinden çekindiği için takma isim kullanıyor. Sosyal medyada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında “tehlikeli sözler” yazmaması için annesi tarafından her gün uyarıldığını anlatıyor. Şu an Batı’dan mali destek alan bir insani yardım kuruluşunda çalışıyor ve bu kuruluş bile hazırladığı raporlarda Türkiye’nin kuzeydoğu Suriye’de 1 milyon insanın suyunu defalarca kestiğini söylemeye cesaret edemiyor. Halep ise tümden rejimin kontrolü altında.

Ali şöyle konuşuyor: “Suriye devrimi yolsuzluğa, korkuya karşı bir devrimdi. Korku içinde yaşamak istemiyordum. Buraya o yüzden gelmiştim ama şimdi yine korku içinde yaşıyoruz. Türkiye’nin ülkenizi mahvettiğini görüyorsunuz ama buna dair yazı bile yazamıyorsunuz.”

Ayaklanmanın ilk günlerinde daha özgür olma umuduyla Türkiye’ye gelen ama umutları bugün tükenmiş olan başka Suriyeli aktivistler de benzer duygular dile getiriyor. Suriye’deki hak ihlallerini belgeleyen bir internet sitesinin editörü bunlardan biri. Muhammed Mustafa takma ismiyle anacağımız bu kişi Al-Monitor’a şöyle konuştu: “[Türkiye’deki] istihbarat makamları beni çağırdılar ve alenen ‘Ya dediklerimizi yaparsın ya da burada barınamazsın’ dediler. Bu, birkaç kez oldu. Açık söylemek gerekirse artık eskisi gibi her şeyi yayınlayamıyorum. Kaçak yollardan Avrupa’ya gidebilen herkes gidiyor. Gidemeyenlerin ise sessiz kalması kendi yararlarına. Benim de gitme zamanım geldi.”

Her renkten Suriyeli muhalifin güvenli liman olarak gördüğü, yaklaşık dört milyon insana kucak açarak en çok Suriyeli mülteciyi barındıran ülke olan Türkiye nasıl oldu da bugün artan sayıda Suriyeli muhalifin kaçmak istediği bir cehenneme dönüştü? Bunun birden fazla iç içe geçmiş nedeni var ve bunlar genellikle dokuz yılı aşan Suriye iç savaşının değişen dinamiklerinden ve Türkiye’nin kendi içindeki sarsıcı değişimlerden kaynaklandı.

Rus müdahalesi

2016’ta Halep’in düşmesi Türkiye’nin Suriye politikasında bir dönüm noktası oldu. Yaygın kanıya göre Erdoğan’ın üstü kapalı onayı olmasaydı rejim, isyancıların tuttuğu doğu Halep’te kontrolü sağlayamazdı. Ali, “Bu bize büyük bir şok yaşattı. Türkiye’nin gerçek bir dost olmadığını idrak ettik” diyor.

2015’te başlayan Rus askeri müdahalesi, güç dengesini Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad lehine değiştirmiş ve Ankara’nın çark etmesinde etkili olmuştu. Türkiye’nin Kasım 2015’te bir Rus savaş uçağını düşürmesi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i bilhassa çileden çıkarmış ve Ankara Esad rejimini devirme politikasından geri adım atmak zorunda kalmıştı.

Bu olayların ardından Ankara Sünni isyancıları dizginlemek için Moskova’yla işbirliğine yöneldi ve bugün Suriye Milli Ordusu (SMO) çatısı altında toplanan bu grupları Suriye hükümetine karşı değil Suriyeli Kürtlere karşı sahaya sürmeye başladı.

Muhalif Suriyeli siyasetçi Lebib El Nahhas’a göre Türkiye seçeneksiz kalmıştı. Al-Monitor’un sorularını Londra’dan telefonla yanıtlayan Nahhas şöyle konuştu: “Halep için Ruslarla yapılan müzakerelerde bizzat yer aldım ve bu müzakereler anlatıldığı gibi değildi. ‘Satış’ nitelemesi kesinlikle doğru değil. Türkiye son ana kadar Halep’i tutmak için yoğun çaba harcadı. Ancak insani durumun ve Rusların Halep’e uyguladığı şiddetin ağırlığı kendini dayattı, ayrıca Türkiye’nin silahlı gruplar ile Rusya arasında sağlamak istediği uzlaşı gerçekleşmedi.”

Türkiye’nin yeni öncelikleri, Ocak 2018’de Suriyeli Kürtlerden oluşan ABD destekli Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) kontrol ettiği Kürt ağırlıklı Afrin bölgesine girmesiyle netlik kazandı. Türkiye, fazla kanıt ortaya koyamasa da YPG’nin ulusal güvenliği için tehdit oluşturduğunu iddia ediyordu.

Engebeli arazisi, zeytin bahçeleri ve Hitit kalıntılarıyla bilinen Afrin, harekâtın ardından kaosa sürüklendi. Suç işleyen grupların cezasız kalması da cabası… İnsan hakları örgütlerine göre SMO bağlantılı gruplar kadınları kaçırıp tecavüz ediyor, Türkiye’nin gözetiminde savaş suçları işliyorlar.

Türk harekâtının sonucunda birçok Kürt yerinden yurdundan olurken, rejimin geri aldığı bölgelerden Afrin’e taşınan Araplar kaçan Kürtlerin evlerine yerleştirildi. Afrinli bir Kürt olan Ali, “Halep’in düşüşünden daha kötü ne olabilir diye düşünüyorduk ama Afrin’in işgali Türkiye’nin yaptığı en büyük kötülük oldu. Suriyeli Kürtler ve Araplar arasında asla hiçbir şiddet olayı yokken şiddetin tohumları ekildi. Türkiye kendi Kürt sorununu Suriye’ye ihraç etti, Esad’ın mağduru olan insanları suçlu konumuna yerleştirdi.”

2019’da ise Türkiye, Libya’da Halife Hafter önderliğindeki doğu güçlerine karşı ittifak yaptığı Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek için Suriye’den paralı askerler taşımaya başladı. Ali, “2011’de ayaklandığımızda dokuz yaşında olan çocuklar bugün 18 yaşındalar ve Türkiye adına Libya’da savaşıyorlar. Hiçbirimiz böyle bir gelecek hayal etmemiştik. Bu, yeni bir dip noktasıdır” diyor.

Editör Mustafa ise şöyle konuşuyor: “Bazısı çocuk yaşta olan paralı askerler SMO tarafından Türkiye’nin işgal ettiği bölgelerden toplanıyor. Bu yapının Suriye için ‘milli’ ordu projesi ve ‘kurtarıcı’ olduğu iddiaları böylece en büyük darbeyi almış oldu. Libya ve paralı askerler hadisesinin [Suriyelilerin Türkiye algısı üzerinde] büyük etkisi oldu.” Mustafa Türk makamlarının gazabını da SMO’yu eleştiren yazılarla çekmiş.

Devrimcilikten dalkavukluğa

Ne var ki tek sorun Türk makamları değil. Suriyeliler de birbirlerine düşmanlık ediyor. Muhalif siyasetçi Nahhas’a göre “Bazı Suriyeliler Baas kültürünü, iktidara boyun eğmeyi, gammazlama kültürünü Türkiye’ye taşıdılar. Türk makamlarına, zamanında rejime yaklaştıkları gibi yaklaşıyor ve kendilerine yönelik her şeyi kabul etmek zorunda hissediyorlar. Türkler ise hesap soruyor ama cevap alamıyorlar.”

Mustafa da bir arkadaşının Avrupa’ya gitmeye hazırlanırken SMO karşıtı faaliyette bulunduğu yönünde bir ihbar nedeniyle Suriye’ye sınır dışı edildiğini aktardı. Temasta olduğu Deyrizorlu bir başka kişi ise mesnetsiz ihbarlar neticesinde Türkiye’de hapis cezasına mahkûm olmuş.

Batılı bir Suriye uzmanı da Suriyelilerin eski alışkanlıklarından kurtulamadığına inanıyor. Daha rahat konuşmak için kimliğinin saklı kalmasını isteyen uzmanın değerlendirmesi şöyle: “Suriyeliler [Türk makamlarına karşı] çok yumuşak başlı davranıyor, kendilerini alçaltacak kadar itaat ve hürmet gösteriyorlar. Afrin’deki bir meydana Erdoğan’ın adı verildi. Kimsenin böyle bir talebi olmamıştı ama onlar Erdoğan’a sadakatlerini ifade etmek istediler. Bunu Esad rejiminden öğrendiler. Çok üzücü bir şey bu.”

Suriye’de demokrasi projelerini destekleyen Baytna Syria isimli kâr gütmeyen kuruluşu yöneten tanınmış Suriyeli Arap aktivist Esad El Açi, bu tip tutumların Suriye’de özellikle Müslüman Kardeşler’e özgü olduğunu söylüyor. Al-Monitor’a konuşan Açi, Müslüman Kardeşler’le bağlantılı kişilerin “Türkiye kardeşimizdir. Türkiye bizim için neyin iyi olduğunu bizden daha iyi bilir. Türkiye anadır, Suriye yavrusudur ve ananın hayatı tehlikedeyse bebeğin hayatı feda edilebilir. Erdoğan ne yaparsa doğrudur” gibi ifadeler kullandıklarına şahit olduğunu aktardı.

Suriyeliler arasında giderek yaygınlık kazanan algı, Türkiye destekli Suriyeli muhaliflerin artık sadece Türkiye’nin çıkarlarına hizmet ettiği, Türkiye’nin savaşlarını yürüttüğü yönünde.

Washington merkezli Küresel Politika Merkezi’nde araştırmacı olan ve Suriye’de çeşitli muhalif gruplarla teması olan Elizabeth Tsurkov’a göre “Suriye’de pek çok yapı diktatörlüğe karşı ayaklananları temsil ettiğini iddia ediyor ama bunlar aslında bağımsız yapılar değil. Savaşın ilk dönemlerinde Suudi Arabistan ve Katar yurt dışındaki muhalifler üzerinde oldukça etkiliydi. Bugün ise bu yapıları esasen Türkiye kontrol ediyor.”

Al-Monitor’un sorularını e-posta ile yanıtlayan Tsurkov şöyle devam ediyor: “Suriye Geçici Hükümeti ve Suriye Muhalefet Koalisyonu (Etilaf) büyük ölçüde Türkiye’nin menfaatlerini temsil ediyor, uluslararası topluma ve Suriye kamuoyuna Türkiye’nin savlarını yansıtıyorlar. Türkiye’de ve Suriye’de Türk kontrolündeki bölgelerde yaşayanlar tutuklanma veya sınır dışı edilme korkusuyla kamuoyu önünde söylediklerini kısıtlıyorlar. Örneğin Türkiye’de ya da Suriye’de Türk kontrolündeki bölgelerde yaşayan pek çok Suriyeli, Türkiye’nin Afrin ve kuzeydoğu Suriye’deki operasyonlarına karşıydı ama çok azı bunu açıkça dile getirme cesareti buldu.”

Darbe kalkışması

2016 yılını dönüm noktası yapan sadece Halep’in düşüşü değildi. Türk ordusunda darbeci bir grup 15 Temmuz 2016’da Erdoğan’ı kanlı bir şekilde devirmeye kalkıştı. Kalkışmadan, 1999’da hapse girmemek için ABD’ye giden Sünni din adamı Fethullah Gülen sorumlu tutulurken darbe girişimi, giderek otoriterleşen Erdoğan’ı ölçüsüz bir baskı kampanyasına yöneltti. Aralarında gazeteci, akademisyen ve yargıçların da olduğu on binlerce insan işini kaybetti ve darbecilerle bağlantılı olduğu iddiasıyla hapse atıldı.

Suriye’de insan hakları ihlallerini belgeleyen bağımsız bir sivil toplum girişimi olan Hakikat ve Adalet İçin Suriyeliler Örgütü’nün yöneticisi Bessam El Ahmed, Al-Monitor’a telefonla yaptığı açıklamada “2012’de geldiğim Türkiye darbe girişiminden sonra tanınmaz hâle geldi” diyor. Ahmed’in üzerindeki baskı, İstanbul’un göbeğindeki İstiklal Caddesi’nde bulunan ofisine habersiz gelen Türk istihbarat görevlilerinin Ahmed ve personelini faaliyetleri hakkında sorgulamasından sonra artmaya başlamış. Ahmed, “Raporlarımız Türkiye’yi doğrudan eleştirmediği halde yaptığımız işlerden memnun olmadıkları gayet açıktı” diyor.

SMO ve Müslüman Kardeşler yandaşları ise bu tip müdahalelerden büyük ölçüde muaf. Carnegie Ortadoğu Merkezi’nde araştırmacı olan Mohanad Hage Ali, İstanbul’da yaşayan Arap toplulukları hakkında yazdığı ayrıntılı ve bilgilendirici makalede İstanbul’un bu grupların tutumlarını nasıl etkilediğini, bazılarının tutucu yönlerini törpülediğini anlatırken şu tespitte bulunuyor: “İstanbul bugün gerçekten de bir Müslüman Kardeşler merkezi konumunda. Türk devleti örgütün kollarına destek veriyor ve her şeyden önemlisi örgütlenme ve temsil çabalarını kolaylaştırıyor. Çoğu Müslüman Kardeşler’in kollarıyla bağlantılı olan onlarca televizyon kanalının açılması, Türkiye’nin bu grupları teşvik ettiğinin kanıtı.”

Mayıs 2019’da Türkiye’den ayrılan Ahmed, kendisine sığınma hakkı tanıyan Fransa’ya gitti ve artık Türkiye’nin Suriye’deki ihlallerini özgürce raporlayabiliyor. Türkiye’den tam zamanında ayrıldığını düşünüyor.

2002 yılından beri tek başına iktidar olan Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde ağır yenilgiler aldı. AKP’nin uzun süreli başarısının ana dayanağı olan ekonomi yalpalamaya başlayınca halkın Suriyelilere yönelik hoşnutsuzluğu arttı ve bu da AKP’nin yenilgilerinde etkili oldu. Ankara merkezli araştırma şirketi Metropoll tarafından Ağustos 2019’da gerçekleştirilen araştırmada katılımcıların yüzde 71’i Suriyeli sığınmacılar yüzünden kentlerin daha güvensiz hâle geldiğini söylediler. Yaklaşık yarısı da sığınmacıların geri gönderilmesi gerektiğini beyan ettiler.

Ali müstehzi bir şekilde “Hiç değilse Türkler bize ‘Ülkemizden gidin’ deyince biz de onlara artık ‘Siz de bizim ülkemizden gidin’ diyebiliyoruz” diyor.

Türk hükümeti 2018’den itibaren Suriyelileri keyfi olarak ülkelerine sınır dışı etmeye başladı, Türkiye içindeki hareketlerine de kısıtlamalar getirdi.

Açi, başında bulunduğu kuruluşa karşı Erdoğan yanlısı medyanın 2017’de başlattığı karalama kampanyasından “ödünün patladığını” anlatıyor. Basında Baytna Syria’nın Kürt ayrılıkçılara haftada 500 dolar maaş verdiği gibi uçuk iddiaların yer aldığını anlatan Açi, “Bunların nereden çıktığını bilmiyorduk” diyor. Medyadaki saldırılar sona ermiş olsa da Açi, “Çalışma izni almak imkânsız, ömür boyu turist vizesiyle de yaşanmaz” diyor. Açi ve eşi yakında Belçika’ya taşınıyorlar.

2015’ten beri Türkiye’de yaşayan Suriyeli bir gazeteci ise isminin saklı kalması kaydıyla yaşadıklarını şöyle aktardı: “İlk başta oturma izni alabilmiştim. Türkiye’de yasal olarak bulunuyordum. Dolaşmaktan hiç çekinmiyordum. Ancak 2018’de rejim karşıtlığımdan dolayı Suriye Konsolosluğu’nda pasaportumu yenilemem mümkün olmadı. Oysa oturma izni doğrudan geçerli bir pasaporta bağlı. Bu nedenle oturma iznimi de uzatamadım ve artık burada yasal olarak bulunduğumu kanıtlayan herhangi bir belgem yok. Resmi kurumlara giremiyorum. Tüm bunlar nedeniyle bir kilometre karelik bir alanda yaşıyorum. Adeta bidun hâline geldim.”

“Bidun” Arapçada “vatansız” anlamına geliyor.

Türkiye’nin sertleşen tutumuna rağmen “Türkiye ile halkına minnettar olduğunu” vurgulayan gazeteci, şöyle devam etti: “Türkiye iki tarafı keskin kılıç gibi. İnsani açıdan diğer ülkelere kıyasla bizler için çok olumlu şeyler yaptı ama siyasi açıdan kendi çıkarları için oynadı ve yurtlarımızı kaybetmemizde Türkiye’nin de rolü oldu. Yine de hangi ülke en olumlu tutumu sergiledi diye sorulursa tüm tutumlar kötü olsa dahi kesinlikle Türkiye’yi seçerdik. Türkiye’nin tutumu ehvenişer idi. Türkiye kötüler arasında en iyi olanıydı.”

Yazar: Amberin Zaman

Kaynak: Al-Monitor

Exit mobile version