Ekonomi yönetimi ‘Ali’ninkini Veli’ye, Veli’ninkini Ali’ye’ oynamaya başladı. Nerede bir kaynak görse onu kredi vermek için kullanan bir tavır içinde savruluyor. Bunu yaparken de iki kovayı da susuz bırakmayayım derken, her aktarışta suyun biraz daha azalmasına ve yitip gitmesine neden oluyor.
Hatırlayacaksınız daha önceki yıllarda özelleştirmeler yaparak bu kaynakları çarçur etmesini, deprem fonunda toplanan paraları yol, köprü yapmaya kullanmasını bizzat Bakanlar’ın ağzından duymuştuk.
Hatta bir adım daha atarak döviz mevduatlarını rezervlerin içinde göstermeye de başlamıştı. Elbette bunların arasında bir dizi başka aktarımlar da oldu. Elde kalanı Varlık Fonu’nda toplayarak, dünya iktisat tarihine geçerek, eksi bakiyle fon kurup, sonra da buradaki değer üzerinden para aramaya koyulduklarını da biliyouz.
Yetmedi dolar bazında yüzde 7,5 borçlanmaktan, inanılmaz oranlarda swap yapmaya kadar bir dizi icraata daha imza attılar. Fakat pandemiyle birlikte geldiğimiz noktada, önce İşsizlik Fon’nda biriken paraları, kamu bankaları üzerinden zararına kredi olarak dağıttılar.
Şimdi de BES, yani Bireysel Emeklilik Fonu’na rotayı çevirdiler. 154 milyar TL biriktiği belirtilen BES’in durumu ise daha farklı. Yine anımsayacaksınız bu emeklilik sistemi daha önceki yıllarda sigorta şirketinin bir ürünü olarak vardı.
Bir dönem türev piyasa olarak kullanılmasının dışında, giriş çıkışların çok hızlı olduğu, her iki girişten birinin zaman içinde terk ettiği bir sigorta ürününden bahsediyoruz. Buraya kadar sıkıntı yok. Yani özel sektörün bir tercihidir.
Fakat ardından geçim sıkıntısı çeken insanlara ‘tasarruf yaptıracağız’ adı altında ‘BES’i zorunlu tutmaları tartışmayı büyüttü. Kısa bir süre çıkış yasaktı. Ama bir kaç ay geçtikten sonra süresini dolduran çıkışa yöneldi.
Bunun üzerine çıkmanın yasak olduğu süreyi uzattılar. Asgari ücretliden bile kesilen bir fonun, zaten kendisi tartışmalıyken, şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘özel sektöre kredi dağıtmak üzere bu kaynağın kullanılabileceğini’ söyledi.
Daha net anlatmak gerekirse, zorla para kesilen sistemden sizin çıkmanız yasak, ama sizden zorla toplanan paraları bilmediğiniz kurumlara kredi olarak vermek serbest. Özel sektör diye kast edilenin inşaat olduğunu tahmin etmek de sanıyorum güç değil.
Öncelikle ortada çok ciddi bir mülkiyet tartışması var. Bunu hukukçulara bırakıp ‘kredi neye göre verilecek’ sorusunun yanıtına göz atalım. Türkiye’nin envanterler üzerine kurgulanmış bir yol haritası mı var? Bugüne kadar dağıtılan kredi ve teşviklerin sonuçlarına ilişkin bir sağlama yapılmış mı?
Ne yazık ki her ikisi de yok ve büyük bir keyfiyet içerisinde kıt kaynakları günü kurtarmak için dağıtan bir anlayış, ‘yardım edeyim derken daha büyük darbe vuran’ bir şekle bürünüyor.
Dünyada bu tarzda kullanılan fonlar mevcut. Örneğin Alman emeklilik fonlarının, dünyanın farklı noktalarında, değişik yatırımlara girdiğini, buradan kazanç elde ettikten sonra yönünü bir başka yere çevirdiğini biliyoruz.
Lakin burada bir nüans var. Bu fonlar, yatırım danışmanları ya da yatırım şirketleri aracılığıyla doğru gördükleri alanlara yatırım yaparlar. İktidarın kast ettiği oradaki parayı dağıtmak. Yani yatırım sahiplerinin dahi onayını almaya ihtiyaç yok.
Sonuç mu? Sonuçta bu parayı kullanabilirler mi? Daha önceki yıllarda hukuk tanımaz bir biçimde diğerlerini nasıl çarçur ettilerse bunu da kullanabilirler. Peki bu krediler ülke kalkınmasına katkı sağlar mı?
Neye göre, neden, hangi projeye kredi verdiğiniz belli değilse, bir fizibiliteye dayanmıyorsa, yani bu sistem bir ekonomik plan çerçevesinde işlemiyorsa, sadece devlete iç borç olarak kalır.
Üstelik yine hatırlatıyorum; dünyadaki fonlar istedikleri yerlere yatırım yaparlar. Biri gelip onları parasını kendi inisiyatifiyle dağıtmaz. Hele hesap vermeden bunu kullanmak, aklından bile geçmez. Bizdeki ise bu haliyle, sadece yaklaşımıyla bile tam bir BESlenme operasyonudur.