Türkiye’nin Libya macerasının küçük ve son sürprizi Akdeniz’de 316 kilometrekarelik ada devleti Malta oldu. Türkiye, Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekleme konusunda Malta’yı yanına alırken bu ortaklığın kullanışlı bir İngiliz anahtarına dönüştürmeyi umuyor.
Birincil hedef AB içinde Fransa’nın başını çektiği blokun Türkiye aleyhine geliştirdiği pozisyonları birliğin en küçük ortağı Malta ile bertaraf etmek. Açıkça konuşulmayan ama olasılık senaryoları arasında değerlendirilen bir diğer konu, Libya’ya yakın bir yerde üs arayışı. Türkiye, Sirte-Cufra’da düğümlenen dengeyi bozmak ya da Mısır’ın olası müdahalesine karşı koymak için askeri operasyonları büyütmek zorunda kalabilir.
Ancak Türkiye’nin kendi üslerinden 1400-1650 kilometre uzaktaki Libya’da yürütülecek operasyonlarda etkili ve sürekli hava desteği olmadan sonuç alınamaz. Türkiye Libya’nın doğusundaki Vatiyye Üssü’ne yerleşmeye çalışsa da burası saldırılara çok açık. Libya’ya yakın komşulardan birinde F-16’lar için üs edinmek kritik önem arz ediyor.
Bu noktada da Tunus, Cezayir ve Malta seçenekleri akla geliyor. Tunus’ta iktidar ortağı Nahda Hareketi, “Müslüman kardeşler”i için böyle bir hizmete gönüllü olsa da siyasetin diğer ana aktörleri buna şiddetle karşı çıkıyor. Yani kırılgan Tunus siyaseti Türkiye’ye çalışmıyor.
Türkiye’nin iyi ilişkilerini muhafaza ettiği Cezayir ise dış müdahaleye karşı tutumunda ısrarlı. Geriye Libya’ya 355 kilometre mesafedeki AB üyesi Malta kalıyor.
Malta, gerçekten de Türkiye’ye üslerini açabilir mi? AB içinde yaratacağı depremi göze alması ve bölgeden farklı aktörlerin düşmanlıklarını kazanması Malta için bu tür bir seçeneği zorlaştırıyor.
Malta’nın şu ana kadar tek ilgilendiği şey, Afrika’dan yasadışı göçün önlenmesi. Bunun için Libya’da güçlü bir ortağa ihtiyaç duyuyor. Meşruiyeti tartışmalı olsa da BM Güvenlik Konseyi kararı ile tanınmış bir hükümeti desteklemek siyaseten risk arz etmiyor. Fakat askeri harekatın parçası olmak durumu çok değiştirir. Türkiye-Libya-Malta üçgenindeki trafikten çıkan açıklamalara baktığımızda da öne çıkan tek konunun göçün önlenmesi olduğu görülüyor.
Libya-Malta-Türkiye üçgenindeki ilk görüntünün verildiği Ankara’daki buluşmanın güvenlik-savunma temsilcileri düzeyinde gerçekleşmesi ortaklığın olası askeri boyutunu akla getirmişti. 20 Temmuz’da Ankara’da Savunma Bakanlığı’ndaki toplantıya Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Fethi Başağa ve Malta Ulusal Güvenlik ve İçişleri Bakanı Byron Camilleri katılmıştı. Toplantıda savunma ve güvenlik işbirliği konuları ele alınmıştı.
Bu görüntünün bir benzeri 6 Ağustos’ta Libya’da tekrarlardı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Malta Dışişleri Bakanı Evarist Bartolo Trablus’ta Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz El Serrac ve diğer yetkililerle bir araya geldi.
Ortak açıklamada Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne destek teyit edilirken krizin askeri çözümünün olmadığı vurgulandı. Maltalı ve Türk şirketlerin Libya’ya dönüşleri, uçuşların başlatılması, yasadışı göçün önlenmesi, Libya’nın güney sınırlarının güçlendirilmesi, Libya Sahil Güvenlik Kuvvetleri’nin kapasitesinin artırılması hedefleri paylaşıldı.
Göçün önlenmesi ve külfetin paylaşılması konusunda AB’den yeterli desteği alamamaktan şikâyetçi olan Malta’nın Türkiye ile paslaşması birliğin ana aktörlerini dürten bir işlev görebilir. Ama Malta’nın, Türkiye’nin istediği oyunu oynaması risk çıtası yüksek bir seçenek.
Türkiye de uluslararası topluma yalnız olmadığı görüntüsünü verse de Malta ile dengeleri değiştiremez.
Esasen Türkiye’nin bütün hamleleri Petrol Hilali’nin önünde duran Sirte-Cufra bariyerinde ciddi bir testle yüzleşiyor. Trablus’ta Türkiye ile ortaklığın getirilerine dair şüpheler ortaya çıkmaya başladı.
Türkiye’nin koşullarını kabul edip Türk askeri müdahalesine davetiye çıkaran aktörler için Trablus’un güvenceye alınması önemli bir başarı sayılsa da bu katkı, Sirte-Cufra ve arkasından hidrokarbon zenginliğinin yüzde 60’ını barındıran Petrol Hilali’nin el değiştirmesini garanti etmedi.
Şimdi bu durum sorgulanıyor. Trablus’ta hükümetten yetkililerin, Serrac’ın Türkiye ile deniz yetki sınırlarını belirleyen anlaşmaya yetkisini aştığı gerekçesiyle aslen karşı olduğunu ancak hükümet içindeki İslamcı kanadın baskısıyla imza attığını ifşa etmesi tesadüfe benzemiyor.
Geçen kasımda imzalanan Libya ile askeri-güvenlik anlaşmasının koşulu, Doğu Akdeniz’de rakiplerin oyununu bozacak şekilde Libya-Türkiye arasında deniz yetki sınırlarını belirleyen anlaşmanın da kabul edilmesiydi.
Serrac’ın ofisinden bir yetkili, Associated Press’e Rusya, Emirlikler ve Mısır’ın destek verdiği Libya Ulusal Ordusu’na karşı Türkiye ile anlaşmaları onaylamaktan başka şanslarının kalmadığını belirterek “Bir al-ver oyunu gibiydi. O sırada bizim zayıflığımızdan faydalandılar” dedi.
Bu sözlerin şimdi söylenmesinde bir dizi etken var: Mısır’ın Sirte ve Cufra’yı kırmızı çizgi ilan etmesi, Cezayir’in dış müdahaleye karşı tutumu, Suudi Arabistan’ın Mısır’ın ateşkes-müzakere önerisinden yana diplomatik ağırlığını koyması, Rusya’nın Wagner güçlerini sahada yeniden aktif hâle getirmesi, ABD’nin Rus etkisine karşı Türklerin pozisyonunu desteklese de durumu değiştirecek kadar işin içine girmemesi, Türkiye’nin Suriye’den taşıdığı binlerce milis gücünün sıkıntılar yaratması, Türk desteğinin daha çok Libya’daki İslamcı kanatları güçlendirmesi, Ankara’nın 18 milyar dolarlık yarım kalmış projeler ve yeni ekonomik ilişkiler için bastırmakla kalmayıp 2011’de Libya’dan çekilen Türk şirketlerin hesabına masaya 2 milyar dolarlık bir fatura koyması… Bunlar ister istemez Ankara’ya imtiyaz alanları açan al-ver oyununun Libya açısından başarısını sorgulatıyor.
Türkiye’ye Vatiyye Hava Üssü ile Misrata’da bir deniz üssünün tahsisi dahil bir dizi imtiyazlar, Libya’nın komşularıyla ilişkilerinde de baş ağrılarına yol açacak bir potansiyel barındırıyor.
Ankara, Libya’da ayağına yer açılmasını Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki hesapları için hâlâ kullanışlı görse de bu stratejinin, Türkiye açısından başarısı da sorgulanmaya muhtaç. Bir kere Trablus’ta anlaşmaların sorgulanmaya başlaması kötü bir sinyal. İkincisi, Türkiye’nin deniz yetki alanları anlaşmasına dayanak yaptığı harita Libya’nın tamamını değil doğu şeridini esas alıyor. Kullanılan teknikte harita, Türkiye’nin Antalya kıyıları, Libya’nın Bingazi-Tobruk-Derne kıyılarını görebilsin diye bükülüyor.
Hâlihazırda Türkiye’nin tezi olmanın ötesine geçemeyen bu anlaşmayı, kendi mantığı içinde tutarlı hâle getirmek için imzacı kanadın yani Trablus hükümetinin Sirte’yi aşıp ülkenin doğusuna da hakim olması gerekiyor.
6 Ağustos’ta Mısır ile Yunanistan da Türkiye-Libya anlaşmasına karşı kendi deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşmayı imzaladı. Askeri restleşmeden sonra “teze karşı tez” savaşı.
Libya dosyası bu denli çıkmaza girerken Türkiye şimdi Malta ile ne kadar etkili bir strateji geliştirebilir? AB içinde Trablus’tan yana duran İtalya bile Türkiye’ye yaptırımlar konusunda Fransa ve Almanya ile aynı kareye girdi. İtalya’nın değiştiremediği dengeyi Malta nasıl değiştirecek?
Malta’nın daha çok Türkiye’nin askeri yardımlarını hedef alan AB’nin İrini operasyonunda çekilmesi Türk tarafında heyecan yaratsa da genel tablo aleyhte gelişmeye devam ediyor.
Yazar: Fehim Tastekin
Kaynak: Al-Monitor