YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Türkiye’de uzun süredir gerçekler ile algıların sürekli karıştırıldığı, birbirinin yerine kullanıldığı bir süreç yaşanıyor. Hem iktidar hem de bazı muhalifler, algıları gerçeklere dönüştürmeye, gerçekleri algıyla bozmaya çabalayan yaklaşımlar sergiliyor.
İngiliz Economist gazetesinde 15 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanan yazıyla bir kez daha görmüş olduk ki, algıdan gerçek çıkartma çabası, gerçeklere algılarla yön verme gayreti sayesinde yaşananların doğru anlaşılması engelleniyor.
“İnlerine gireceğiz dedik girdik”, “çukurlara gömdük”, “bedel ödettik, ödeteceğiz”, “hevesleri kursaklarında kalacak”, “acımayın acınacak hale gelirsiniz”, “çatlasanız da patlasanız da yapacağız”, “onu yanına bırakmam”, “bittin sen, boynuna ne geçireceğimizi göreceksin” nidalarıyla şekillenen siyaset anlayışına sahip iktidarın, yaşanan hukuksuzlukların, zulümlerin, baskıların asıl ve tek müsebbibi olduğunu görmemek, yargıyı, bürokrasiyi, sivil kurumları ele geçiren iktidarın yapılanların asıl sorumlusu olduğunu söylemeyip, yaşanan kötülüklerin müsebbibi olarak Gülen Hareketi mensuplarını göstermek en masum ifadesiyle insafsızlıktır.
“Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz”, “Demokrasi amaç değil araçtır” diyen, iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için demokrasiyi savunduğunu, demokrasinin sadece seçimden ibaret olduğunu gizlemeyen, keyfilikle, despotlukla, hukuksuzluklarla adaleti, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri yok eden AKP iktidarı ile Gülen Hareketi mensuplarının karşılaştırılması ve daha da ileri gidilerek Gülen Hareketi mensuplarının yaşananların sorumlusu olarak gösterilmesi gerçeklere algılarla yön verme çabasıdır.
AKP iktidarı yalanı, gürültüyü, “Eyy…!” nidalarını siyasi yönetim anlayışı doğrultusunda bilerek ve isteyerek kullanıyor. Özellikle en çok kullandıkları yöntem olan yalanlarla desteklenen saldırgan dil, iktidarın siyasetini şekillendiriyor. Bu yöntem sayesinde konuşmak, yapılanlara itiraz etmek neredeyse imkansız.
İktidarın hukuksuzluklarına karşı çıkabilecek kişi ve kurumlar ise ya etkisiz hale getirildi ya da iktidara bağlanarak iktidarın destekçisi oldular. Adaletin tesisini sağlayacak yargı organlarının, yargı mensuplarının, kolluk görevlilerinin, kamu bürokrasisinin iktidarın talepleri doğrultusunda hareket ettiği gerçeği bu durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Gelinen aşamada temel hak ve özgürlükler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından çıkacak sözlerle askıya alınabilecek, kaldırılabilecek, yok sayılabilecek hale geldi.
Bu gerçekleri görmeden, iktidarın tüm hukuksuzluklarda, baskı ve zulümde asıl belirleyici olduğunu söylemeden, yaşananlardan Gülen Hareketi mensupları sorumlu demek, objektif bir tespit değildir.
Korkuyu siyasette belirleyici unsur olarak kullanan iktidarın ortaya attığı ‘Gülen Hareketi mensuplarının terörist olduğu’ iftirasına, insanların inanılabilmesinin en önemli nedeni, inanmanın kolaylığı konforunun, yaşananlara itiraz etmekten daha zahmetsiz olmasıdır.
Yalanlarla, baskıyla, korkuyla oluşturulan toplumsal hayatta insanların gerçekleri görmesini, söylemesini beklemek ve ehli vicdan sahibi insanların Gülen Hareketini savunmuyor olmasını gerçek iradeleri şeklinde sunmak da doğru bir yaklaşım olmaz.
AKP iktidarının AB değerlerini esas aldığı dönemde Gülen Hareketi mensupları toplumun büyük bir kesimi gibi tavırlarını hukuktan, adaletten yana koymuştur. AKP iktidarının AB değerlerinden ve evrensel hukuktan uzaklaşmaya başladığı dönemde ise iktidarın açık tehditlerine rağmen konjonktürel konum almak yerine, hukuksuzluğun karşısında tavır almışlardır. Bu durum, Gülen Hareketi mensuplarının AKP ile birlikte hareket ettiğini değil, AB değerleri kapsamında tavır aldığını göstermektedir.
Gülen Hareketi mensuplarının tavrını anlamak için tasfiye edildikleri süreç öncesiyle sonrası arasındaki WJP Hukukun Üstünlüğü Endeksinde yer alan verilere bakılması yeterli olacaktır.
AB ilerleme raporlarında yer alan, “Ergenekon soruşturması ve iddia edilen diğer darbe planlarına ilişkin soruşturmalar, demokrasiye karşı işlendiği iddia edilen suçların aydınlatılması ve demokratik kurumların düzgün isleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için bir fırsat olmaya devam etmektedir.” tespiti, oluşturulmak istenen algının gerçeği yansıtmadığını göstermesi açısından önemlidir.
Sayın Gülen, iddia edilenin aksine barış sürecine “sulh hayırdır, gerekirse kan kusulması ama kızılcık şerbeti içmiştim denilmesi gerekir” diyerek destek vermiştir. Barış sürecinin Gülen Hareketi tarafından baltalandığı iddiası da haksız ve gerçeğin çarpıtılmasıdır.
Gülen Hareketi mensuplarının, sempatizanlarının bürokrasiye sızdığı iddiası da çok büyük bir algı çalışmasıdır. Bir sivil toplum örgütüne mensup ya da sempati duyan insanlar, hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan kamu görevine girme hakkına sahiptir. Aksini düşünmek, ayrımcılık yapıldığının ve Anayasanın 70.maddesinin yok sayıldığının açık itirafı olur. Disiplin ya da ceza hukuku anlamında suç işleyenler varsa, bunları tespit edip yargılamak ve cezalandırmak yasal zorunluluktur. Ancak, suç ve cezaların şahsiliği prensibi gereği, suç işleyen kimse sadece o cezalandırılır. Hukuk devletinde, bir kişinin suç işlediği bahane gösterilerek yakınları ya da fikren kendisiyle aynı fikirde olanlar cezalandırılamaz.
Kamu görevlilerinin kendilerini gizleme gereği hissetmelerinin ana nedeni, belki de tek nedeni, kendileriyle aynı görüşte olmayan bir siyasi partinin iktidara gelmesi durumunda, görevden alınma, işlerini kaybetme veya bir şekilde mağdur olma riski altında olduklarını düşünmeleridir. Maalesef bu durum Türkiye için yeni bir durum da değildir. Uzun yıllardır Aleviler, Kürtler, Muhafazakarlar kimliklerini gizleme gereği hissetmişlerdir. Şimdilerde de laik kesime mensup insanlar kimliklerini gizlemek zorunda bırakılmaktadır.
Asıl sorun kamu görevlisi olan Gülen Hareketi mensuplarında değil, demokratik bir yapıya bir türlü dönüşemeyen ve insan haklarını suç olarak gören kamusal uygulamalardadır. Sorun, aşırı politize olmuş bürokratik yapıdadır; birbirine tahammül edemeyen ve bir arada yaşamayı beceremeyen grupların kamu bürokrasisindeki yıllara yayılan yanlış tutum ve davranışlarındadır. Suç işlememiş insanları suçlu gibi gösterme hukuksuzluğu ve insan haklarını suç olarak görme alışkanlığı bırakılmalıdır.
Sayın Fethullah Gülen, 15 Temmuz menfur darbe girişiminin hemen akabinde, ‘darbe girişimini en güçlü ifadelerle kınadığını’ ifade etmiş, medya aracılığıyla yaptığı açıklamada ise uluslararası bir komisyon tarafından iddiaların araştırılması teklifinde bulunmuştur. Ancak, iddiaların tarafsız bir komisyon tarafından araştırılması teklifin karşılık görmemesi, bugüne kadar da bu kapsamda bir girişimde bulunulmaması, darbe konusunda iktidarın resmi söylemlerini ters-yüz eden delil ve bulgulara ulaşan gazeteci ve hukukçuların tutuklanması, sorumlular tarafından kamuoyuna darbe davaları hakkında yeterli ve şeffaf biçimde bilgi verilmemesi ve bu davaların kamuya açık yapılmaması gibi hususlar dikkate alındığında, darbe konusunda yöneltilen iddiaların asılsız olduğu gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Türkiye’deki antidemokratik uygulamalar karşısında tavır almayıp, konjonktürel davranarak pozisyon belirlemeyi tercih edenlerin, demokrasiden, adaletten, haktan, hukuktan bahsetmeleri, binlerce insanı suçlu gösterme çabaları gerçeklere algılarla yön verme gayreti olarak bilinmeli ve dikkate alınmamalıdır.
Faili meçhul cinayetler, adam kaçırma, işkence, ayrımcılık, fişleme gibi hukuksuzlukları geçmişte yapanlar ve hala yapmaya devam edenlerin Gülen Hareketi mensuplarını demokrasinin, hukukun önünde engel gibi gösterme cambazlığının, gizlenmeye çalışılan gerçeklerin görülmesine engel olmayacağına inanıyorum…