Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Şiiri vatan edinmiş bir sürgün: Mahmud Derviş

Henüz 6 yaşındayken sürgün olur şair Mahmud Derviş. İsrail’in işgaliyle beraber ailesi göç etmek zorunda kaldı. Yıllar sonra vatanına döndüğünde ise köyünün dümdüz edildiğini gördü. Genç yaştan itibaren şiiri vatanı belleyen şair, Arap Yarımadası’ndan Avrupa’ya, oradan Amerika’ya mekik dokuyan çileli bir yaşam sürdü.

HABER-PORTRE | M. NEDİM HAZAR

Bir şiirlik canı vardır zalimin, çoğu zaman bir kelime başlatır bir kıyamı. Ve keskindir kenar; kanatır. Sürgünü uzaklaştırmak zannedenler aldanır hep, attıkça uzağa öfkeyi, gerilimle daha büyür ve kıyama durur. Bir dirgen sivriliğiyle direnir mısralar.

Kelimeler…

Onlar direnir en çok… Ve en fazla cümleler ağır gelir çoğu kez zalimin dar yüreğine… Aynı kelimeler genişletir oysa sevda dolu yürekleri. Zincirleri kıran, zindan duvarlarını yıkan, mesafeleri ortadan kaldıran… Bizim de kullandığımız aynı harflerdir ama harp düzeni alabilmesi için başka şeyler gerekir. Kullanmasını bilen için tehlikelidir de. Üstelik herkese göstermezler tesirli yüzlerini. Orada; dikenli çalılıklar arasında gizlenir ve biz ölümlü sıradanlara göstermezler kendilerini. Şairler bir tek onları görür, uzatır ellerini ve alırlar. O yüzden en çok şairler kanar. Avuçları, yürekleri kadar çizik çiziktir onların.

Filistinli Sevgili’ye şöyle seslenir mesela şair:

“Gözlerin bir diken
yüreğe saplanmış,
çıldırasıya sevilen,
işkencesi dayanılmaz olan!”

13 Mart 1942’de Celile’nin Birwa köyünde dünyaya gelir Mahmud Derviş. Çocukluğunu yaşamadan iki şey ile tanışır: Sığınmacılık ve sürgün!

Henüz 6 yaşındayken toprakları İsrail işgaline uğrar ve ailesiyle beraber Lübnan’a sığınır. Yaşı küçük olmasına rağmen bu travma, hayatının en büyük kâbuslarından biri olarak belleğinde iz bırakır Derviş’in.

Daha sonra kaleme alacağı ‘Aynı’ adlı şiirinde sanki bugünleri anlatır Derviş:

“Biz de ağlarız, düştüğümüzde dünyanın kenarına…
Dikmez rüyalarımız gözünü diğer insanların üzüm bağlarına.
Adlarımız, günlerimiz gibi hep aynıdır, tatmin eder bizi bir türkü.”

Ancak vatan sevgilidir Doğu insanı için. Bitmeyen bir hasret, sessiz bir kordur yürekte sönmeyen.

“Çok güller atmak zorunda kalacağım,
Celile’de bir güle ulaşabilmek için.”

diye hasretini dile getirmiştir. Daha sonra kendi vatanlarına ‘sızarak’ tekrar dönerler. Ne ki köyleri haritadan silinmiştir. Bu nedenle Darü’l-Assad’a yerleşirler. Kendi vatanlarında ‘sığınmacı’ kimlikleriyle var olurlar. Oturum iznini ‘mevcut-namevcut’ yani ‘var-yok’ olarak alırlar. Fiziken vardırlar ama hukuken yok sayılırlar kendi topraklarında. Onlar tüm mal ve mülklerine el konulup, kendi vatanlarında mülteci konumundadırlar artık. Ve Derviş son nefesini verene kadar değişmez bu durum!

Çağdaş Arap şiirinin en önemli isimlerinden olan Filistinli şair Mahmud Derviş, 26 yılı sürgün ve hapisle geçen yaşamı boyunca hem direnişin hem de duyguların şairi oldu. Derviş, Houston’da hayata gözlerini kapatırken geride 20’den fazla dile çevrilmiş 50’ye yakın kitap bıraktı.

Ve Hayfa, ilk büyük aşk… Ailesi başka bir köye nakledilmiş, kendisi Hayfa’ya geçmiştir. Taşlarını en çok hatırlar bu tarihî beldenin. Elbette umut vardır en fazla öfke ile sarmalanmış. ‘Karmil’in İnişi’ şiirinden:

 “Hayfa taşlarında yuva yapmış.
Bir tarla kuşunun üstündeki bir damla su;
denktir tüm denizlere…
Ve yıkayıp temizleyebilir işleyeceğim,
Tüm hataları…”

10 yıla yakın burada ikamet eder. Okur, çalışır, en önemlisi güzel dostluklar edinir.  şık olur, şiirler yazar. İsrail Komünist Partisi’ne yakın Al-İttihad gazetesinde ve Al-Cedid dergisinde redaktörlük yapar bir süre. Doğuştan sakıncalıdır ama yazıları ve siyasî görüşleri gerekçesiyle ‘şehirden çıkışı yasaklı’lar listesindedir. 3 yıl süren bir ev hapsi… Hiçbir gerekçe, yargı kararı, hukukî neden olmadan belli zaman dilimlerinde evinden alınıp hapse atılır Mahmud Derviş. Aslında çıkması mümkündür şehirden ama o da biliyordur ki, kaçarsa bir daha dönemeyecektir hayatını, yüreğini şekillendiren bu kente. Ama kararı verir ve ayrılır, tekrar dönemeyeceğini bile bile kopar geçmişinden yüreği kan ağlayarak.

İlk durak Moskova’dır. Hayfa’da yaşarken İsrail Komünist Partisi’ndeki etkinliklerde yer alması; sosyalist düşünceye olan yakınlığı; başka bir ülkeye gidebilmenin imkânsızlığı gibi zorluklar birleşince mecburi rotadır aslında Moskova. Ancak, bir söyleşisinde bu kentte yabancı olduğunu tek cümleyle özetler: “Orada gerçek bir evim olmadı!”

Gerçi nerde olmuştur ki sürgün bir insanın evi! Üniversite kampüsünde küçük bir odada kalmaya başlar. Moskova’nın tarihî ve kültürel zenginliklerini bir ölçüde tadar. Hatta biraz da Rusça öğrenir bu esnada. Bir yıla yakın bir zaman dilimi içerisinde Rus halkının çektiklerine şahit olur hayretler içinde ve tıpkı Nazım gibi büyük hayal kırıklığı yaşar. Moskova’nın ‘Yoksullar Cenneti’nin bir ütopya olduğunu idrak eder. Hayallerinin şehri imajı yerle bir olmuştur burada.

Şehirdeki yoksulluğun yanı sıra insanların gözlerindeki korkudan etkilendiğini söyler bir söyleşisinde. Özgüvensiz bırakılan ezilmiş Rus insanı görmüştür bir yıl boyunca. Şöyle diyor kendi ifadesiyle: “Bizim hayallerimiz, ideallerimiz, Sovyetik söylem ve Sovyetler gerçeğiyle, bir ölçüde yüzleşebildim orada.”

Yaşadığı bu acı tecrübe, ruhundaki özgürlük rüzgârını dindirmek bir yana daha da kamçılar. Hayalini kurduğu özgür, dayanışmacı, mutlu topluma olan inancı daha da güçlenir Derviş’in.

“Mısır’da asla aynı değildir saatler…
Her dakika bir anıdır Nil kuşlarının yenilediği.
Oradaydım…
Nil’in oğluyum ben, bu ad yeterli benim için…”

Sonraki durağı Mısır’dır. ‘Sirhan Kahvesini Kafeteryada İçer’ isimli şiirini burada yazar ve ilk kez Al-Ahram’da yayımlanır şiir. Kahire, Derviş’in hayatı için önemli bir merhaledir. İsrail’e kesin olarak ‘dönmeme’ kararını burada alır şair. Tedirgin ve huzursuzdur. Ancak bir sabah uyandığında karşısında Nil’i görür. Duyduğu ezan sesi onu kendine getirir. Çok iyi dostlar edinir Kahire’de. Al-Ahram’ın Yazarlar Kulübü’ne üye olur ve Necip Mahfuz, Yusuf İdris gibi isimlerle aynı ofisi paylaşır. Sıcak ve bir o kadar da şairin kendini geliştirmesine vesile olan uzun sohbetlerin yanı sıra, Mahfuz’un çalışma disiplini ve ciddiyetinden etkilenir Mahmud Derviş.

Bu dönemdeki en büyük üzüntüsü ise ‘meftun’ olduğu dönemin iki büyük sanatçısı Taha Hüseyin ve Ümmü Gülsüm ile hiç karşılaşmamasıdır. Kahire ve burada yaşadığı dostluklar, şiirini derinden etkiler. Kahire, bir metropol karmaşasına rağmen tarihî, kültürel olarak hep zengindir ve Derviş’in ruhunda büyük etki bırakır.

1972 yılında ‘yıkıntıların geometrisi’ dediği Beyrut’a geçer. Beyrut Kasidesi ne güzel anlatır:

 “Feyruz’un sesi.
Yıkıntıların geometrisi.
Denizin ve ölülerin mantosu.
Yıldızlara ve çadırlara çatı…”

Şairin bile tam izahını yapamadığı bir sevdadır Beyrut. Ancak bahtsızlığa bakın ki, oraya yerleşir yerleşmez iç savaş patlak verir. Kan, bitmeyen yıkımlar ve gözyaşları, ardı arkası kesilmeyen bombalamalar, birçok dostun kaybı, sevgisizlik, nefret, kuşku, çaresizlik, şairin ruhunda onulmaz yaralar açar ve şiirini de olumsuz etkiler. Tüm olumsuzluklara rağmen burada Al-Karmel dergisini yayımlar. Sabra ve Şatilla katliamları, zaten zor olan Beyrut’ta ikameti tamamen zorlaştırmıştır. Ardından

 “Şam’da biliyorum kim olduğumu kalabalık içinde.
Ben kendimim Şam’da.
Ne benzerim, ne de hayaletim gibi”

dediği Şam’a, oradan da Yaser Arafat’ın tavsiyesi üzerine Tunus’a geçer. Ancak buradaki hayatı da kıstırılmıştır.

 “Buradaki ne evim ev gibi,
ne de sürgünüm sürgün gibi”

diye serzenişte bulunur ‘Teşekkürler Tunus’ şiirinde. Bu hazin sıkışıklık ona ‘Ben’de kendine Paris’i yeni istasyon olarak belirletir ve Tunus, Kıbrıs, Paris arasında mekik dokuyarak hem ülkesi için çabalar, hem de şiir yazmaya devam eder. O artık sürgün bir şairdir; direnme ve direnişin şairi!

Sağlık sorunları baş göstermiştir. Akabinde geçtiği Ramallah’ta gördüğü baskı ile beraber sıkıntıları katlanır. Bunaldıkça Amman’a kaçar.

Mahmud Derviş için bazı şehirler aziz ve içli bir hayaldir: Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul! “İstanbul çoğumuzun rüyalarının kentidir. Ve buna da bütünüyle layıktır…” der. İstanbul’u sevmesinde Nazım Hikmet ve şiirlerinin de etkisi büyüktür.

Dünyanın mevcut yapısını hiç de iç açıcı olarak görmeyen Derviş için hep bir umut kapısı vardır. Bir yönüyle sûfî iyimserliğine sahip olan şair, Mevlânâ’yı insanlığın ortak mirası ve ışığı olarak görür. Yunus Emre’yi sadece Fransızca çevirilerden tanıdığı için mahzundur ama ruhen çok yakın hisseder kendini Derviş, Yunus’a.

Sanatı, “Bu dünyadaki varlığımızı, bulunmamızı ve ‘ebedî/sonsuz olma’ yanılsamamızı meşrulaştıran bir şey” olarak tanımlayan Mahmud Derviş, ölümün sanat tarafından tümüyle ‘yere serildiğine’ inanmaz. Ancak, ölüme takmamak için, onun varlığı ile fazla tasalanmadan birlikte yaşamak için, buna inanmak gerektiğini düşünür. Ona göre “Aksi takdirde, yaşamak, ilerlemek çekilmez olur, imkânsızlaşır.” Ve ölüm… Şaire göre ölüm; “fani olan bu dünyadan, sürekli, ebedî olan öteki dünyaya bir geçiş olarak algılanır. Yok olmaya mahkûm olandan, ‘sürdürülebilir’ olana bir kapı misali”dir…

Sanatçı, hayatının değişik dönemlerinde pek çok ödüle layık görülür. Afrika-Asya Yazarlar Birliği’nin Lotus Ödülü’nü 69’ta, Lenin Barış Ödülü’nü 83’te, Fransızların Uluslararası Sanat ve Edebiyat Şeref Ödülü’nü 93’te, Filistin Mahmud Hamchari Ödülü’nü 94’te, Amerika’nın Lannan Vakfı Kültürel Özgürlük Ödülü’nü 2001’de, Uluslararası Nazım Hikmet Ödülü’nü 2003’te, Hollanda Prens Claus Ödülü’nü 2004’te, Bosna Stecak Ödülü’nü 2007’de alır. 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilir. Kendisi,ödüller için düşüncesini şöyle açıklar: “Nobel Edebiyat Ödülü’nü ne düşündüm ne de rüyasını gördüm. Beni ona layık gören dostlarıma müteşekkirim. Ancak, Borsa’da bir değer olmak benim doğamda olmayan ve şiddetle karşı olduğum bir şey.”

9 Ağustos 2008 tarihinde Houston, Teksas’ta geçirdiği kalp ameliyatı sonrası oluşan komplikasyonlar sonucu, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamaz ve bedenine sığmayan gezgin ruhu tamamen özgür kalır. Yaklaşık 50 kitabı, 20’den fazla dile çevrilen şair Mahmud Derviş, tam anlamıyla ismiyle müsemma bir sanatçıdır. Mahmud; yani övülmeye değer ve Derviş; yani alçak gönüllü ve fakir…

Ardında ‘Kimlik Kartı’ şiirinden çivi gibi şu dizeleri bırakır:

Source link

Exit mobile version