Yıllar hatta yüzyıllar önce yaşamış Yunus Emre’nin bir şiirinde şöyle bir beyit vardır: “Yunus sözü eğri büğrü söyleme / Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.”
Denilir ki, Yunus’un yaşadığı çağdan hayli zaman sonra, görevi dönemin kabullerine karşı söz ve yazıları didik didik etmek ve yanlış bulduklarını makaslamak olan biri, Yunus Divanı’nı okurken bu mısralarla karşılaşınca irkilmiş…
Nasıl irkilmesin, adamın adı Kasım, lakabı da Molla imiş…
Molla Kasım…
Adıyla, sanıyla ve yaptığı işle Molla Kasım’ı küçümsediğim sanılmasın; tam tersine, şu dönemde en fazla ihtiyacımızın, söylenen sözlere ve tonlarca mürekkep harcanan yazılara ‘doğru-yanlış’ ekseninden yaklaşan titiz insanlar olduğuna inanıyorum.
Tabii orada durmak ve makaslamaya kalkışmamak şartıyla…
Özellikle siyaset alanında, yalanlar, bir kaç yıl -hatta bazen bir kaç gün- arayla birbiriyle tenakuz halinde ifadeler, gerçeklerle bağlantısız iddialar gırla gidiyor. Konumu itibariyle güvenilir olması gereken insanlar, nasıl olsa kimse dikkat etmez diye düşünerek, esip gürlüyorlar.
[Siyaset alanını özellikle öne çıkardım, ama köyü sahipsiz bulup yalanı dolanı gerçekmiş gibi satanlar arasında ‘bilim insanı’ olarak bilinenler de var. Bir dönemin iddialı isimlerinin vahim hatalarını yüzlerine çarpan bir kalem vardı: Orhan Şaik Gökyay. Hocanın sonradan ‘Destursuz Bağa Girenler’ adıyla kitaplaştırdığı keskin eleştirileri bugün bile keyifle okunuyor.]
Orhan Şaik Hoca gibi birine -hatta birilerine- bugünlerde daha da fazla ihtiyaç var.
Ülkemizdeki 200’den fazla -tam sayı 209- üniversiteye atanmış rektörlerden 70 kadarının sözü edilmeye değer bir tek eseri bile bulunmadığı yazılıp konuşuluyor. Bu iddianın ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum ve bilmek istiyorum. Doğruysa, o kadar sayıda insanın sağlam bilimsel eserlere sahip olmadan nasıl profesör unvanı kazanabildiğini doğrusu merak ediyorum.
“Profesör” dendiğinde benim gözümün önüne gelen 1960’lar ve 1970’lerden isimler ile böyle bir iddianın yaygınlaşmasına sebep olan bugünküler arasında hiçbir benzerlik kuramıyorum.
Molla Kasım’a bu alanda ihtiyaç olduğu kesin.
ABD’ye bakalım
ABD’de 3 Kasım günü yapılacak başkanlık seçimi süreci hızlandı. Her iki merkez parti bir kaç gün arayla başkan adaylarını resmen belirledi. Önce Demokrat Parti Joe Biden’i başkan, Kamala Harris’i de başkan yardımcısı adayı olarak ilan etti; sonra da Cumhuriyetçi Parti şimdiki başkan ve başkan yardımcısını, Donald Trump ile Mike Pence’i, yeniden aday gösterdi.
Yapılan törenlerde Biden ve Trump uzun birer konuşma yaptılar.
Biden ile Trump’ın konuşmalarının hemen ardından, ülkenin belli başlı gazeteleri, ajansları, haber kanalları, her iki konuşmada ifade edilen görüşlerin gerçeklerle ne kadar örtüştüğünü tek tek inceleyen araştırmalara yer verdiler.
Hiç kuşkusuz, adaylar konuşmalarının böyle sıkı bir denetlemeden geçeceğini bilerek kürsüye çıkmışlardır.
Öyle olmalı ki, Demokratlar’ın adayı Biden’ın konuşmasında yaptığı birkaç hatanın, mübalağaya kaçmama endişesi sonucu kasten yapıldığı anlaşılıyor. Salgın hastalık sırasında işini kaybeden Amerikalı sayısını “50 milyondan fazla” diye yuvarlamış sözgelimi Biden; oysa doğru rakam 57.4 milyonmuş…
Trump’a gelince… CNN’nin gerçek denetçisinin ifadesiyle, Trump tam bir ‘seri yalancı’… Hani çok sayıda cinayet işleyene ‘seri katil’ deniliyor ya, işte Trump da ‘seri yalancı’… Konuşması boyunca kendini ve dönemini övmek için kullandığı ifadeler, rakamlar, hatta benzetmelerin altı boş; çoğu yalan çıktı.
[Yalan söylemek, abartmak, gerçekleri eğip bükmek ‘popülist’ bilinen politikacıların ortak özelliği. Filipinler’den Belarus yoluyla Macaristan’a uzanan zincirde popülist politikacılar hiç sıkılıp arlanmadan yalan söyleyebiliyorlar. Trump da onlardan biri.]
Amerikan halkı, orada artık yerleşik hale gelmiş ‘Molla Kasım’ türü bir görevi üstlenmiş ‘gerçek denetçisi’ gazeteciler tarafından bu konuda aydınlatılıyorlar. Sonrası halkın kendi bileceği iş. Yalandan tiksinenler kadar, yalanı mübah gören taraftar seçmenler olduğu da muhakkak. Ancak, Amerikan medyası, seçmene gerçeğin fotoğrafını sunuyor ve görevini yerine getirmiş oluyor.
Bizde de kendisini yakın gördüğü taraf adına rakipleri kötü göstermek için kalem oynatanların eleştirileri aynı amaca hizmet ediyor olarak kabul edilebilir mi? Sanmıyorum. Çoğu kez onların ‘yalan’ dedikleri ‘gerçek’, ‘gerçek’ olduğuna kalıp bastıkları ‘yalan’ olabiliyor çünkü.
Gazetelerin sayfalarında, televizyon ekranlarında, okurları ve izleyicileri bilgilendirmek için yazılıp söylenmesi gerekenlerin bilerek isteyerek gizlendiği bile oluyor. Bu yüzden de bizde politikacılar arasından, yarın yalan olduğunun anlaşılacağını bile bile gerçekleri yamultarak konuşanlar çıkabiliyor.
Yalan söyleyecek değilim; ben yalancı politikacıları suçlamak yerine, onların yalanlarını yüzlerine vurmayan medyayı bu konuda suçlu buluyorum.
Gazetecilik kamu hizmeti olarak kabul ediliyorsa, bunun sebebi, gazetecilerin vatandaşın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkını karşıladıkları varsayımıdır.
Neyse, daha ileri gitmeyeyim ve şu tezle yetineyim: Bugün Yunus Emre’lere ihtiyaç olduğu gibi, eğri büğrü söyleyenleri düzeltecek Molla Kasım’lara da ihtiyaç var.