Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar “uçuş”tan söz etse de pandemi süreciyle birlikte yeni bir boyut kazanan ekonomik kriz nedeniyle emekçi halk kitleleri ciddi bir yıkım yaşıyor. İktidarın ihtiyacına uygun bir şekilde rakamlarla oynayıp işsizlik ve enflasyon verilerini açıklayan TÜİK de son bir yılda (nisan 2019 ile nisan 2020 arasında) istihdamın 2 milyon 585 bin kişi azaldığını gizleyemiyor. Her ay yeniden uzatılan kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izinlerle bir yandan işsizliğin boyutlarını gizlerken öte yandan da fiilen işsiz hale gelmiş işçiler açlığa mahkum ediliyor.
Dış ticaret gayrisafi milli hasılanın (GSMH) yarısından fazlasını (GSMH yaklaşık 750 ve dış ticaret de 390 milyar dolar) oluştururken ve ülkenin bir yıl içinde çevirmesi gereken dış borcu 168 milyar doları buluyorken, Hazine ve Maliye Bakanı damat Albayrak, katıldığı bir programda dolar kurunun yükselmesi ile ilgili bir soruya bizimle alay eder gibi “Dolarla mı maaş alıyorsunuz?” sorusuyla yanıt verebiliyor-ki, dolar kurunun yükselmesinden en son dolarla maaş alanların rahatsız olacağı gerçeği, aynı zamanda bakanın ‘kıvrak zekası’nı da gözler önüne seriyor!
Pandemi hâlâ milyonlarca insan için ölümcül risk oluşturuyorken 1 Haziran’dan bu yana izlenen “kontrollü sürü bağışıklığı” politikası kontrolden çıkmış durumda. Sağlık Bakanının her gün açıkladığı ve illerden gelen haberlere bakınca oldukça şaibeli olduğu görülen verilere göre bile salgın kontrol edilemiyor. Birçok ilde hastaneler dolmuş ve hastalar evlerine gönderiliyorken Sağlık Bakanı, “temizlik, maske, mesafe” açıklamalarıyla vatandaşı ‘uyarma’nın dışında hiçbir önlem almıyor. Milli Eğitim Bakanı, daha önceki açıklamalarının aksine okulların 21 Eylül’de ve seyreltilmiş olarak yüz yüze eğitime açılacağını söylese de bu açıklamalar kimseye güven vermiyor. Bu nedenle milyonlarca emekçi ailesi, çocuklarının eğitimi konusunda ciddi kaygılar yaşıyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmaları eşliğinde kadına yönelik şiddet artarak devam ediyor. Çoklu baro düzenlemesi ile yargının tek adama bağlanması konusunda yeni bir adım atılıyor. Sosyal medya/internet yasası ile yasak ve sansür ağırlaştırılıyor. Pandemi konusunda hiçbir önlem alınmazken birçok ilde salgın gerekçesiyle eylem ve etkinlikler yasaklanıyor.
Ülkede durum buyken iktidar ve medyası neleri tartıştırıyor?
Efendim, Ege’de Kemal Reis fırkateyni, Oruç Reis araştırma gemisini engellemek isteyen Yunan fırkateyni Limnos’a sürtünmüş de Yunanlılara büyük bir ders vermişiz!
Sonra ABD’nin Demokrat Partili Başkan Adayı Joe Biden var. Biden’ın 7 ay önce yaptığı açıklamalar sanki yeniymiş gibi gündeme getirilince iktidarımızın darbecileri ve “terörist”leri destekleyenler karşısında bir kez daha nasıl emperyalistlere kafa tutup ‘milli değerlerimizin’ ve ‘bağımsızlığımızın’ koruyucusu olduğunu öğrendik!
Sadece bu kadar da değil. Sonra Libya’daki hasmımız BAE’nin (Birleşik Arap Emirlikleri) İsrail ile yaptığı anlaşmaya sert tepki göstererek Filistin davasının ve İslam aleminin hamisi olduğumuzu bir kez daha gösterdik!
Türkiye’deki iktidarın yayılmacı emellerle bölgedeki (Ortadoğu) her soruna müdahil olmaya ve emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanarak paylaşımdan pay kapmaya çalıştığı zaten biliniyor. Ancak Erdoğan iktidarı bir süreden beri müdahale peşinde koştuğu yerlerde de adım atamaz duruma geldi.
Libya’da Sirte ve Cufra’nın ele geçirilmesinin an meselesi olduğu söyleniyordu. Fakat karşıt güçlerin müdahaleleri buradaki girişimleri ciddi biçimde çıkmaza sokunca ‘zafer’ havası yerini sessizliğe bırakmış durumda. Suriye’de İdlib çıkmazı ve cihatçı çetelerle birlikte ele geçirilen bölgelerdeki kaotik durum devam ediyor. Rusya ile sürdürülen ilişkiler sadece krizin şimdilik ertelenmesine yarıyor. Irak’taki sınır ötesi operasyonlar, en son iki Iraklı komutanın öldürülmesi sonrasında Irak’la da gerilimin tırmanmasına yol açtı. Doğu Akdeniz’de savaş ve gerilimi tırmandırma üzerinden buradaki enerji kaynakları ve geçiş yolları üzerinde hak/pay sahibi olma politikası, Türkiye’nin giderek yalnızlaşmasına/yalnızlaştırılmasına yol açıyor.
Bu tablodan da anlaşılacağı gibi yayılmacı emelleri doğrultusunda adım atmakta gittikçe zorlanan iktidarın dış politikadaki son hamleleri daha çok iç politikadaki sıkışmışlığını bertaraf etme ve iktidardan uzaklaşma eğilimi içindeki emekçi halk kitlelerini milliyetçilik üzerinden yeniden yedekleme amacını taşıyor.
Ege’de Yunanistan’la yaşanan son krizde iktidar ve medyasının kullandığı dil, Tansu Çiller zamanında (1996’da) yaşanan ‘Kardak krizi’ni andırıyor. O dönem de Kardak kayalıkları üzerinden savaş havası yaratılmış ve Yunan düşmanlığı üzerinden milliyetçilik kışkırtılmıştı. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar sözcüleri de en son Ege’de Türk ve Yunan savaş uçakları arasındaki ‘it dalaşı’nın devamı olarak iki ülkenin fırkateynleri arasındaki sürtünmeyi adeta bir ‘zafer’ gibi gösteriyor; Yunanlılara “Ders vermek”ten, “Had bildirmek”ten söz ediyorlar. Oysa gelişmeleri yakından takip eden herkes olayların bu noktaya gelmesinde iki ülke yönetimlerinin iç politikadaki ihtiyaçlarının belirleyici olduğunu biliyor. Türkiye’deki iktidar nasıl ders vermekten söz ediyorsa Yunanistan da Fransa ile ortak tatbikat yaparak benzer bir mesaj veriyor.
ABD’de bu yıl yapılacak seçimlerde Trump’ın en büyük rakibi Demokrat Partili Biden’ın gündeme getirilen açıklamalarıyla ilgili söylenebilecek ilk şey, bu açıklamaların Amerikan kamuoyunu kazanmaya yönelik olduğudur. Çünkü Biden’ın Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ve Kürtlerle ilgili açıklamaları, Amerikan kamuoyunda Trump’ın Suriye’de Kürtleri yüzüstü bıraktığı tartışmalarının yapıldığı bir dönemde yapılmış ve dediğimiz gibi Amerikan kamuoyunu kendi politikalarına kazanmayı amaçlayan söylemlere dayanıyor. Tıpkı Türkiye’deki iktidarın da bu açıklamaları iç politikadaki ihtiyaçlarıyla bağlantılı olarak 7 ay sonra gündeme getirilmiş olması gibi.
Yarın ABD seçimlerini Biden’ın kazanması halinde elbette bazı politikalarda farklılıklar beklenebilir. Ancak kimse Biden’ın NATO üyesi Türkiye ile ilişkilerini kesmesini beklemediği gibi, mevcut bağımlılık ilişkilerine bakıldığında Türkiye’deki iktidarın da Biden’a yönelik söylemlerini siyasi bir tutuma dönüştürmesi mümkün görünmüyor.
Türkiye’deki iktidarın bölgedeki en önemli rakiplerinden biri haline gelen BAE’nin İsrail ile anlaşması sonrasındaki tepkilere bakıldığında da bu tepkilerin Filistin davası üzerinden iç kamuoyunu ve Müslüman halkları etkilemeyi amaçladığı söylenebilir. Yoksa bugün BAE’yi eleştiren ve İsrail’e yönelik sert söylemler kullanan Erdoğan iktidarı döneminde Türkiye’nin ekonomik ilişkilerinin istikrarlı bir şekilde arttığı ülkelerden biri de İsrail’dir -ki, TÜİK verilerine göre 2002’de 1 milyar 406 milyon dolar olan İsrail’le ticaret, 2018 yılında 5 milyar 609 milyon dolara yükselmiştir.
BAE’nin başını çektiği körfez ülkelerinin Filistin davasına ihanet ettikleri doğrudur -ki, bunlar aslında hiçbir zaman bu davayı savunmadılar-ancak Erdoğan iktidarının da ABD’nin bölgesel planlarına bağlı olarak Filistin davasını yenilgiye uğratmaya yönelik girişimler karşısında sert siyasi mesajlar vermenin ötesinde somut hiçbir adım atmadığı, dolayısıyla bu davayı istismar etmenin ötesine geçmediği/geçemediği de bir başka gerçektir.
Sonuç olarak içeride giderek sıkışan ve halk desteğini kaybetmeye başlayan iktidar, dışarıda gerilimi tırmandırıp milli ve dini duyguları kışkırtarak halkı yeniden kendi politikalarına yedeklemeye çalışıyor. Ancak artık mehter sesleri, ne halkın yaşadığı büyük yıkımın üstünü örtmeye ve ne de işçi-emekçileri bu yıkıma karşı mücadeleden alıkoymaya yetiyor!
Reklam