Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kâbus devam ediyor!

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bir kâbusta gibiyiz. 

Kâbus devam ediyor. 2010’dan sonra ivme kaybeden Avrupa Birliği’ne (AB) uyum süreci, 2013’te Gezi Parkı ve 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla beraber zaten çok da gelişmiş ve kurumsallaşmış olmayan Türkiye demokrasisinin çürüme sürecini başlattı. Çürüme adeta yaz sıcağında buzdolabından çıkartılıp sokakta güneş altına bırakılan bir et parçasının kokuşması gibi, çok çabuk oldu. Önce hibrit rejim çerçevesinde bir otoriterleşme süreci yaşandı. Yargının zapt-u rapta alınması ve fiilen Erdoğan yönetimindeki yürütme erkine bağlanmasıyla birlikte, eksik hukuk devletinde olabilecek “iktidarın gücünün sınırlandırılması” ve dengeleme işlevi de ortadan kalktı. Parlamenter sistemlerde genel bir sorun olan yürütme ve yasama arasındaki bağ nedeniyle, meclis aritmetiğini kendi amaçları uğruna kullanan Erdoğan ve hükümeti, arkalarına MHP desteğini alarak istedikleri sistem değişikliklerini gerçekleştirdi. Bu süreçte zayıf muhalefet (özellikle CHP) kısmen bilerek kısmen de endirekt olarak ciddi katkı sağladı. AB reformları sayesinde elde edilen sivil kontrol, giderek askeri-bürokratik elitlerin çeşitli hizipleriyle dengeleme stratejisi izleyerek, kendilerine tehdit olarak gördüğü askeri-bürokratik eski Türkiye unsurlarını birbirleri ardına temizledi. 15 Temmuz 2016’da ortaya çıkartılan gerekçeyle birlikte, kitlesel bir tasfiye operasyonuna dönüşen bu temizleme harekâtı, olan tüm devlet birikimini yok etti. Ara rejimlerden alışık olunanlardan da öte, astronomik rakamlarda bir tasfiye operasyonundan bahsediyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinden 50,000 (elli bin!) kadar subay, resmi rakamlara göre, hukuksuz gerekçelerle “askeri darbe kalkışması” ile ilişkilendirilerek TSK’dan atıldı, rejim aparatına çevrilen sözde mahkemeler tarafından ağır mahkûmiyet cezalarına çarptırıldı. Yüz binlerce kamu personeli Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamu hizmetinden çıkartıldı. Bu memurlar isimleri sayfalarca Resmi Gazete’de yayınlanarak afişe edilmek suretiyle damgalandı, terörist veya terör destekçisi ve hain ilan edildi, on binlercesi hapse atıldı, kalanları sosyal tecride uğradı. Türkiye tarihinde sadece Ermeni Soykırımı’nda görülen kitlesellikte, Sippenhaft (aile boyu) bir takibat politikası ile üzerlerine kanunsuzca gidilen bu büyük kitle, yakın aile bireyleriyle birlikte milyonlarca insandan oluşmakta. 

Kâbus devam ediyor. Bu koşullar altında, rejim giderek belirginlik kazandı. Demokratik kalıntılar özenle ve birbiri ardına yok edildi. Bu beşeri sermaye tasfiyesinin yanında, Türkiye’de iyi kötü var olan yazılı ve anayasal devlet geleneği ve politik sistemin de üzerinden geçildi. Anayasa Olağanüstü Hal (OHAL) rejiminde işlevsizleştirildi. Üzerine üstlük, KHK rejimi sonrasında da fiilen KHK rejimi uygulamaları devam etti. KHK rejimi esnasında meydana gelen hak ihlalleri, bu rejim sonlandıktan sonra da varlığını korudu. Anayasa dışı bir ortamda açılan parantez halen devam ediyor. Ve açıkçası bir avuç aydın insan hakları savunucusu dışında, bu kimsenin umurunda bile değil! Herkes, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” prensibiyle, oldukça bencil ve fırsatçı bir pozisyon almış susuyor. Bunlar, yine iyileri! Bunların dışında, iktidarın “insan hakları icraatlarına” alkış tutanlarla, bu icraatların avukatlığına soyunan sözde solcuların tutumları arasında bir spektrum var ki, ortak özellikleri utanma mevhumu olmayan insanlardan oluşuyor olması. 

Kâbus devam ediyor. Şimdi, zaten havuzlanan yazılı ve görsel medyası, yürütmeye bağlanmış yargısı, endoktrinizasyonda ağız birliği edilen diskuru, evcilleştirilmiş ve rejime kuma alınmış muhalefeti, üzerinden geçilen ve yerle bir edilen Kürt şehirleri yetmezmiş gibi, Milli Diktatörlük kurma aşamasında yeni bir evreye gelindi. Sosyal medyanın havuzlanması için rejimin sözde meclisi, HDP dışında adam gibi karşı çıkılmadan, apar topar ucube bir sosyal medya yasası çıkardı. Bununla, sosyal medya platformlarındaki muhalif sesleri susturmak amaçlanmakta! Rusyalaşan rejim, giderek ilmeği daraltıyor ve toplumun nefes almasını daha fazla engelliyor. Yarı otoriterlikten tam otoriterliğe geçiş provası yapılıyor. İnsan ve azınlık hakları ihlallerinin sistematik bir biçimde yapıla-geldiği “Yeni Türkiye’de” istiyorlar ki kimse konuşamasın, kimse eleştiremesin, kimse ne olup bittiğini halkla paylaşamasın. Ve bu amaçlarına kolaylıkla ulaşacaklarından eminim. Tıpkı yazılı ve görsel “klasik” medyayı gidimleri altına aldıkları gibi, sosyal medyayı da havuza bağlayarak, rejimi daha bir konsolide edecekler. 

Ne görüyorum biliyor musunuz? Giderek içe kapanan bir Türkiye görüyorum. 

Kâbus devam ediyor. Bazıları zannediyorlar ki, bu tenceredeki basınç arttıkça, toplum daha duyarlı hale gelecek, daha fazla insan rejim aleyhine pozisyon alacak. Sonuçta tencere içindeki basınç kritik momentuma ulaşınca da, tencere patlayacak. Yani iktidar tepetaklak olacak. Muhalefet güçlenecek. İnsanlar demokrasinin ve hukuk devletinin değerini daha iyi anlayacak. Ve demokrasiden yana karar alacaklar. Bakın, AKP içinden iki parti çıkmadı mı hem! Yani oy oranları düştü, düşmeye devam ediyor. Euro 8 lira, dolar 7 lira oldu. Ekonomik bir kriz daha çıkarsa, Cumhuriyet tarihinin en yıkıcı krizlerinden biri patlayacak diyen yabancı ekonomi kurumları yorumlarını paylaşmaya başladılar bile. 

Kâbus devam ediyor. Ben bu yukarıdaki gibi düşünenlere katılmıyorum. Onların iyi niyetli olduklarından şüphem olmasa da, fazla Polyanna’cı ve iyimser bu yorumları doğrulayacak sosyal verileri gözlemleyemiyorum. Ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, bu yorumlar toplumun uyanmasına engel oluyor. İnsanları avutuyor, onlara iyi günlerin, güneşli ve güzel günlerin umudunu aşılıyor. Umut iyi bir şey; ama kuru umut, bu kronik ve akut problemlerin çözümünde yeterli değil. Esas ihtiyaç duyulan şey, birleşmiş bir demokratik platform. Kürtlerin, Cemaat’in, liberallerin, azınlıkların, Alevilerin, Barış Akademisyenleri’nin, gerçek solcuların, kadınların, LGBT’nin, Akademiyanın, iş dünyasının, AB yanlılarının içeride ve dışarıda bir araya gelmesi, ortak asgari müşterek talepleri sesli şekilde, gerekirse sivil itaatsizlik gibi barışçıl protesto gösterileri ile duyurması gerekli. Meclis içi muhalefetimsi partilerin beşik sallayan ve ninni söyleyen bir bebek bakıcısından farkı yok. Toplumu uyutma görevi ifa ediyorlar. Oysa toplumun uykuya devam etmesi, yapabileceği en yanlış şey! Asgari müşterek basit ve sayıca az talep, formüle edilmeli ve deklare edilmeli. Bu platform, partiler üstü olmalı. 

Kâbus devam ediyor. Yukarıda anlattığım Polyanna’cı kesim, dediğim gibi iyi niyetle, tencerenin basıncının kritik momentuma ulaşmasını bekliyor. Fakat bu kritik momentum gelmiyor! Gelmediği müddetçe de tencerenin içinde ne varsa, onu daha fazla yumuşatıyor, püre haline getiriyor, ezdikçe eziyor. Yani rejimin aşını pişiriyor. Bu bir düdüklü tenceredir. Basıncı ustaca ayarlıyorlar. Herkesi istedikleri kıvama getirdiler, getiriyorlar. Havuç-sopa taktiği ile gereken yerde despotça, gereken yerde satın alarak, karşılarında olan herkesi sindiriyorlar. Aya Sofya kararında ve sonrasında yaşananlara bakın, dediğimi anlayacaksınız! CHP ve ulusalcı kesimden hiç ummadığınız bir kabullenme ve sahip çıkma da mı sizi şaşırtmadı? Diktatörlüğün “milli” oluşu bundandır. Bu rejim, herkesin ortak paydası olan nasyonalist ve dinci değerleri usulca nabza zerk ediyor. Bunu usta bir hemşire gibi, kimseye hissettirmeden, kimsenin canını fazlaca yakmadan yapıyor. Sadece deklare edilmiş ortak düşmanlarının üzerine gaddarca gidiyorlar. Bundan iktidar kadar muhalefet de bir o kadar haz alıyor. Kimsenin gündeminde KHK’lılar, hapishanedeki masumlar, Ege ve Meriç’te boğulanlar, evleri, mahalleleri, köyleri ve şehirleri ağır topçu atışlarıyla bombalanan, analarının cenazelerini sokaktan alıp insanca gömemeyen Kürtler falan yok. Olan gündemleri, Ege’de ve Akdeniz’de, Suriye ve Libya’da yayılmacılık, tüm komşularıyla kavgalı bir ülkeyi, yeni bir Türk-Osmanlı-İslam imparatorluğu kurma projesi gibi satmaya çalışmaktan öte bir şey değil. Bu arada, mega yolsuzluklar düzenini aynen devam ettiriyorlar. Aya Sofya’nın yeniden camileştirilmesinden sonra, olası bir ekonomik kriz felaketinde, “dış mihraklar” bahaneleri de hazır!

Kâbus devam ediyor. İnternet sansürü ile ilgili yasayı geçirdikten sonra, içerideki karanlık daha da artacak. Biliyorsunuz, bu tür işler karanlıkta daha kolay olur! Hukuksuzluk, karanlık ve sansür, istedikleri en ideal ortam! Katı diktatörlüğe doğru seri adımlarla ilerlerken, bazılarının sandığının aksine, bu çarkları daha ne kadar devam ettirebilecekleri sorusu ile ilgilenmiyorlar. Gittiği yere kadar gider diye düşünüyorlar. Emin olun hepsinin kişisel B planları hazırdır. Geride bırakacakları enkazla ilgili bir sorunları yok. Ne dış borç umurlarında, ne altyapısının tamamını elinden haraç mezat çıkartmış ve cascavlak ortada kalmış ülke. Çünkü bunlar sizin sorunlarınız! Devletin borcu sizin ve torunlarınızın borcu olacak. Bunu siyasetçiler ödemeyecek, sizler ödeyeceksiniz. Çıkan bir savaşta cepheye sürülecek askerler onların çocukları olmayacak. Sizin çocuklarınız ve torunlarınız, onların esas gayelerini gizlemek için ortaya atılan gerekçelerin ardına güzlenerek sinsice sırıtanlar için canlarını verecek. Onların Hilafet, din, yitirilen topraklar, şanlı geçmiş, büyük devlet, asil millet, yüce din gibi değerler üzerinden ortaya attıkları gerekçelere, yoksa kendilerinin de inandığını mı düşünüyorsunuz?

Kâbus devam ediyor. Hayatta o güzelim Anadolu toprakları üzerinde, herkesin hür ve güvende olacağı, müreffeh, adaletli ve huzurlu bir ülkede eşitçe, kavga etmeden, kardeşçe yaşamak varken, tam teşekküllü bir diktatoryal devlet ve onun enstrümanlaştırılmış toplumu seçmek sizce mantıklı mı? Daha geniş sınırlar, başka milletlerin kontrolü, onun bunun toprağı, denizi, doğal varlıkları gibi hedefler yerine, koskoca ve bereketli bir ülkeyi ilmek-ilmek işlemek, daha yaşanılası bir yer haline getirmek, daha güzel değil mi? 

Kâbus devam ediyor! Sizce de bu berbat kâbustan uyanma zamanı hala gelmedi mi?

Kaynak: Tr724

Exit mobile version