YORUM | AHMET KURUCAN
Twitter’da çoktan beri kendisini takip ediyordum. Öncelikle Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin ortak öğretilerini paylaşan mesajlarımı dikkatimi çekiyordu. Sonra İslam’ı tanımayı, öğrenmeyi, bilmeyi amatör manada bir ilgi alanı olmaktan çıkartıp profesyonel bir meslek olarak seçmesi ve kamuoyu ile yaptığı paylaşımlarda objektifliğini koruması dikkatimi çeken ikinci unsurdu. YouTube’ta yer alan bazı konuşmalarını izledim, kitap ve makalelerine kuşbakışı göz gezdirdim, bir Hıristiyan olmasına rağmen İslam hakkındaki objektifliğini koruduğu kanaatim pekişti. Sömürge dönemlerinin İslam’a ön yargı ile yaklaşan ve bu yaklaşımlarını yazdıkları makale ve kitaplarında paylaşan bazı oryantalistlerden çok farklı bir yerde durduğunu gördüm. Hatta bu önyargılarını düşmanlık boyutuna taşıyan sözde ilim adamları ile mukayese dahi kabul etmez yazarın durduğu yer.
Kimden bahsediyorsunuz diyeceksiniz. Craig Considine’den. Blue Dome yayınları arasında bir kitabı yayınlandı. Kitabın adı “The Humanity of Muhammad.” Literal ve lafzi bir tercüme yapacak olursak “Muhammed’in İnsanlığı” demek. Bir de alt başlığı var kitabın: “A Christian View/Bir Hıristiyan Görüşü.” Hem kitap adı hem de alt başlık bana göre özenle seçilmiş.
Kitabın adı muhtevası ile birebir uyum içinde. Zira incelenen konuların hepsinde de vurgu Hz. Muhammed’in (sas) insanlığına yönelik. Bir fikir vermesi açısından konu başlıklarını hemen yazayım; Dini Çoğulculuk, Vatandaşlığa Dayalı Devlet İnşası, Irkçılık Karşıtlığı, İlim Arayışı, Kadın Hakları, Altın Kural ve Hakikatin Ruhu. Bu başlıklar altında incelediği konularda aktardığı bilgiler, o bilgilerin kaynakları itibariyle sıhhati, İslami gelenekte ulemanın yapmış olduğu yorumlar ve hepsinden önemlisi Kitab-ı Mukaddes’ten yaptığı birebir alıntılar ile onların Hıristiyanlar tarafından tarih sahnesindeki uygulamalarını mukayeseli olarak sunması kitabı orijinal kılan özellikler arasında. İlim Arayışı adlı dördüncü bölümü bu gözle dikkatlice okumanızı tavsiye ederim.
Alt başlık da bana göre özenle seçilmiş. “Hıristiyanlığa göre” ya da “Hıristiyanlığın veya Hıristiyanların bakış açısına göre” denilmemiş mesela. Bana bu başlığı özenle seçilmiş dedirten unsuru tahmin etmiş olmanız lazım. Bizim dünyada bazı akademik çevreler hariç böyle bir yaklaşım yok. Peynir-ekmek yeme kolaylığı içinde “Kur’an’a göre; İslam’a göre, Müslümanlara göre” diyebiliyor bizim insanımız. Aslında “maalesef” demenin tam yeri. Evet, maalesef diyebiliyor ve şahsi düşüncelerini, üretmiş olduğu bilgileri, beşerî içtihatlarını Kur’an’a, İslam’a, Müslümanlara yamayabiliyor. Halbuki bu türlü genellemeler her şeyden önce yalandır, iftiradır, ithamdır, iddiadır demeyeceğim ama vakıaya mutabık değildir ve yanlıştır. Bu bir. İkincisi bu yaklaşımlar tabana indiği zaman mecazın hakikat kabul edilmesi misali hakikat kabul edilebiliyor. Gerçek ve gerçeğin ta kendisi zannediliyor. Bu açıdan “Bir Hıristiyan Görüşü” denilerek genellemeye kat’i surette müsait olmayan bir alt başlık yazarın dile getirdiği düşüncelerin kendi görüşü olduğu vurgusunu baştan pekiştiriyor.
Yazar neden İslam’a ilgi duydu? Anlattığına göre 16 yaşında lise talebesi iken şahit olduğu 11 Eylül hadisesi ve sonrası gelişmeleri dikkatle takip etmiş. Bush Yönetimi’nin Irak ve Afganistan’a savaş açması. El-Kaide ve Taliban terörünün alıp başını gitmesi. İspanya, Londra saldırıları. Sadece bunlar mı? Elbette değil. Dünyanın değişik yerlerinde el-Kaide imzasını taşıyan daha nice hadiseler. İster Fukuyama gibi “tarihin sonu” ister Huntington gibi “medeniyetler çatışması “deyin, dünya 11 Eylül öncesinden çok farklı bir zemine taşınmış. İşte bütün bu gelişmeleri takip eden Considine 2006 yılında akademik alanda konu seçimi yapacağı zaman meşhur “Why do they hate us?” yani “Müslümanlar bizden neden nefret ediyorlar?” sorusu onun için yönlendirici olmuş. Devamı var ama ben bu kadarla yetiniyorum. Devamını ilgi duyanlar kitabın giriş bölümünden yazarın kendi kaleminden okuyabilir.
Bir itirafım olacak burada sizlere. Kitabı okurken hayıflandığım ve defalarca “yuh olsun bana!” dediğim yerler oldu. 1980 yılından beri yaptığım İlahiyat alanındaki okumalar, 2000 yılından beri Amerika’da işin pratiğini yaşıyor olmama rağmen “nasıl ben bunu görmedim?” diyerek kendimi sigaya çektiğim yerlerdi buralar. Bir tanesini paylaşayım. Dini çoğulculuk bölümünde Necran’dan Medine’ye gelen bir heyetin Allah Resulü ile yaptığı dini ve diplomatik müzakereler anlatılıyor. Rivayetlere göre içinde yüksek seviyede din adamları ve sayıları sınırlı da olsa devlet adamlarının da bulunduğu 60 kişilik bir heyet söz konusu olan. Bir haftaya yakın kalıyorlar Medine’de. Diplomatik münasebetler bir kenara Allah inancını merkeze koyan teolojik tartışmalar yaşanıyor Allah Resulü ile Hıristiyan din adamları arasında. Tefsir, siyer, hadis, fıkıh, kelam kitaplarının hemen hepsinde yer alan bu hadiseyi ben defalarca okudum. Al-i İmran suresinin hemen başında yer alan muhkem-müteşabihat meselelerine değindiği ayetin Necran Hristiyanları ile yapılan müzakereler sonucu nazil olduğunu da biliyorum.
Ama ben hiçbir zaman Craig Considine’nin baktığı perspektiften bu olaya bakmamışım. Konunun sadece bir tek noktasına odaklanmış, diğer vechelerini görmemişim. Hayıflandığım dediğim yer de burası. Odaklandığım nokta, Efendimizin (sas) Necran Hıristiyanlarına ibadetlerini yapması için Mescid-i Nebi’yi açması, “ayininizi burada yapabilirsiniz” demesi. Yani göstermiş olduğu dini hoşgörü. Önemsiz mi bu mesele? Elbette değil. Çok önemli, hatta hadisenin nirengi noktalarından biri. İsterseniz kendimizi test edelim ve şu soruyu soralım: “biz bugün Mescid-i Nebi’yi aynı şartlar söz konusu olsa Hıristiyanlara ayinlerini yapmaları için açar mıyız?” Bırakın Mescid-i Nebi’yi “Sultan Ahmet Camisinde ibadetlerinizi yapabilirsiniz” der miyiz? İsterseniz şunu da sorabilirim, “bir köy camisini ya da mahalle mescidi de olur” deseler, ne deriz?
Geriye döneyim. Mescid-i Nebi de ibadetlerine izin verilmesi elbette önemli ama söz konusu teolojik tartışmanın başka boyutları da var. Yazar bunu Profesör Diana Eck’in dini çoğulculuğu tarif ederken ifade ettiği 4 maddeye referansla inceliyor. Bu maddelere göre dini çoğulculuk:
1- Sadece inanç çeşitliliklerinin mevcudiyetini kabul değil, birbirleri arasında aktif münasebetin de kurulmasıdır;
2- “Öteki” dini grupların inançları ve amellerini araştırma ve anlamaya çalışmaktır;
3- Kendi inançlarımıza bağlı kalarak, hatta farklılıklarımızı da birbiriyle konuşturarak, buluşmaktır;
4- Anlaşamasak da diyalog yapmaktır ve diyalogda sebat etmektir.
Gördüğünüz gibi farklı bir bakış açısı aynı hadiseden ne türlü sonuçlar çıkartıyor? Yazar, mescidin Hıristiyanlara ibadet etmeleri için açılmasının ötesinde dini çoğulculukla yüzleşme ve bunu kabullenme, başka dinlerin teolojik öğretilerini ve geleneklerini teorik ve pratik olarak anlama ve gözlemleme, anlaşamamakta anlaşmakla beraber karşılıklı diyaloğu daha ileri seviyelere taşıma gibi boyutlarını nazara veriyor.
Yanlış anlaşılmasın, “hayıflanıyorum, itiraf ediyorum” derken hiç kimseyi suçlamıyorum, kendimi suçluyorum. Yoksa siyer, tefsir, hadis, fıkıh kitaplarında bu tasnif içinde olmasa da farklı formlarla satır aralarında veya muhtevanın mantukunda gizli bir şekilde anlatılıyor bunlar ama ben bir tek noktaya odaklanmış ve diğerlerini görmemişim.
Her bir bölüm için bu tür bir özet ve ardından değerlendirmelerde bulunabilirim. Takdir edersiniz ki bu yaklaşım doğru değil. Önemli olan kitabı nazara verip insanların okumasını ve kendi değerlendirmelerini kendilerinin yapmasını sağlamaktır. Bu yazı ile bunu yapabildiysem kendimi mutlu sayarım. Kitabın yazarı Craig Considine’a ve Blue Dome yayınevi yetkililerine böylesi bir kitabı düşünce dünyamıza kazandırdıkları için teşekkür ederim.
İngilizce olarak kaleme alınmış kitabın Türkçe tanıtımı neden diyebilirsiniz? Hem haksız hem de haklısınız. Haksızsınız; çünkü Türkçe ve İngilizce her iki dile de vakıf olan insanımız dünya genelinde büyük bir yekûn teşkil ediyor. Haklısınız; zira bu sitenin okuyucuları arasında sadece Türkçe bilenler daha fazla. Olsun, kitaba dikkati çekmiş oldum. Kim bilir belki Türkçe tercümesini de yayınlarlar.
Kaynak: Tr724