Ekonomiyle ilgili kimi zaman rakamlar, kimi zaman da söylemler üzerinden bir gölge oyunu oynanıyor. Özellikle korona sürecinde insanlar ne kadar güvencesiz çalıştıklarını ve yalnız olduklarını anladılar.
Fakat normalleşme adı altındaki yeni sisteme geçtikten sonra herkes bir sorunun yanıtını arıyor: Sektörler pandemi sürecinden nasıl etkilendi? Haklı bir soru. Fakat her şeyi pandemiye bağlar ve öncesindeki problemleri konuşmazsanız; bu işin içinden çıkamazsınız.
Pandemi öncesinde de zaten Türkiye ekonomisi alarm veriyordu ve dönmüyordu. Artan işsizlik, önce iflas ertelemeler, ardından konkordatolar, birim kazancı sürekli düşen bir ihracat başta olmak üzere, sorunların üzerini örten ama büyüten bir yaklaşımı da konuşmak zorundayız.
Yoksa pandemi, dünyayı ne kadar etkilediyse, bizi de o kadar etkiledi. Ama siz bu sürece zaten açık pozisyonda ve sorunlarla girdiyseniz, ortaya çıkan olumsuzluğun çarpan etkisini daha fazla hissedersiniz.
Bunun sağlamasını yapmanın en kolay yolu ne biliyor musunuz? DİSK-AR’ın araştırmasının ortaya koyduğu tespit. Bu araştırmada iş güvencesiyle ilgili sıkıntılardan, işsiz kalma korkusuna, kalite problemi olsa da ucuz ürünlere yönelmekten mahrumiyete kadar bir dizi önemli tespit var.
Lakin içlerindeki en kritik ve ‘kral çıplak’ diye haykıran tespit, geçim ile ilgili. Yapılan çalışmada ortaya çıktı ki, 10 işçiden 6’sı maaş almadan bir ay bile geçinemeyecek durumda. Bence süreyi iki ya da üç aya çıkarırsanız, oran yüzde 90’lara yaklaşır.
Çünkü TÜİK’in ‘Aile geçim araştırması’ çok uzun zamandır bu alarmı veriyor. Siyasetçiler ne derse desin. Kim kendini nasıl kandırmak istiyorsa kandırsın. Ama her şey yalan bu gerçek. İnsanların maaş almadığı an geçinemeyeceği bir ülkede, iyi bir ekonomiden söz etmek dalga geçmektir.
Görünen o ki, önümüzdeki aylarda işsizlik tırmanarak artmaya devam edecek. Buna karşılık işsizlere karşı, onları işsiz saymamak için elden ne geliyorsa yapılacak. Fakat gerçek şu ki, insanlar evine ekmek götüremeyecek.
İşsizliği rakamlardan çıkarıp, evine ekmek götüremeyen her bireyin yaşadığı acıyı iliklerimize kadar hissetmiyorsak, ne çalışma barışından, ne de gerçeği yansıtmayan sahte istatistiklerden söz etmenin bir anlamı yok.
İşsiz, enflasyonu, fiyat algısı, alışveriş biçiminde kayıt dışına sürüklenmesi gibi birçok etkiyi zincirleme olarak tetikleyen, mecburiyetten bu ortamı besleyen insandır. Zira kendi günün sonunda beslenememekte, ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır.
Tasarruf miktarı niye yerlerde sürünüyor? İnsanların bir ay gelirini kaybetmesi halinde geçinemeyeceği bir cehennemin kapısında tasarruf olur mu?
Hepsi bir yana geliri olsa bile alım gücünü hızla kaybeden bir tüketici gerçeği varken, o ekonomi ayaklanır mı? Bence herkes bu tespiti önüne koyup, uzun uzun düşünmelidir.
Cehennemin sınırı bir ay ise, orada doğruyu söylemediğiniz her şey, normal süreçten daha fazla insanların gözüne batar.