Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Devlet ebed-müddet ve ideal vatandaş imali

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bilgisayarlar veri depolar ve ihtiyaç halinde bu enformasyonu kullanıcıya sunar. Bir nevi hafıza deposu gibi! Kitaplar da aslında bir tür bellek deposudur. Yazarlarının düşüncelerini depolar. Platon’la, Machiavelli’yle, Hobbes’la, Marks’la diyalog kuramasanız da, onlar sizinle konuşabilir. Ne var ki, ne bilgisayarlara ve kitaplara soru sormak mümkündür. Bilgi orada olsa da, korelasyon yoktur. Yani birbirinden farklı enformasyonları bir araya getirip yeni bilgilere ulaşmak ya da yeni şeyleri anlamak olanaksızdır. Öznesi insan idraki olmayan hiçbir bilgi dağarcığı yeni bir bakış açısı ve dolayısıyla da idrakin genişlemesine olanak tanımaz. Kuru enformasyon bir işe yaramaz. Ansiklopedik enformasyon koleksiyonunda Vikipedi düzeyinde bir dağarcık, eğer o enformasyon külliyatını idrak edemiyor ve bir araya getirerek bir bilgi ortaya koyamıyorsa, bir işe yaramaz. İnsanlığı bir milimetre ilerletmez. 

Enformasyon ile bilgi aynı şey değildir. Bilgi, bir bağlama oturtulmuş olan enformasyondur. Enformasyonun bir bağlama oturtulmasına düşünce denir. Düşünmek, mantık silsilesi ile enformasyonun işlenmesidir. Çoğu zaman bu süreçte gözlemlere ihtiyaç duyarız. Bu işi en iyi çocuklar yapar. Küçük Prens’te fil yutmuş boğa yılanını bir şapka sanan yetişkinler gibi, enformasyon ve kuru gözlem her zaman bizi gerçek bilgiye ulaştırmaz. Küçük Prens gibi, hayal gücünü kullanmayı, yani birazcık çocuk olmayı ve daha da önemlisi küçük risklere girmeyi göze almak lazımdır. 

Büyüklerin size anlattıkları öyküler vardır. Hayata, aileye, doğrulara, dine, makinelere, yemeklere, oyunlara ve daha birçok yararlı yararsız şeye dair öyküler duyarız, hayatımız boyunca. Çoğumuz bu duyduğumuz, dinlediğimiz, bize sabah akşam tekrarlanan öyküleri ezberler. Ve bu ezberlenmiş öyküleri hayatın ta kendisi addeder. Onların ne olduklarını, ne anlama geldiklerini, neden üretildiklerini ve anlatıldıklarını düşünmez. Bu anlatılan öyküleri doğru kabul etmek büyük bir konfordur. Toplum bu öyküleri tekrar edenleri destekler. Onlar ideal toplum öğeleridir. Kültürümüz bir bakıma bu öykülerin bileşkesidir. Ortak mitler, kahramanlar, tarih, doğrular ve yanlışlar, güzeller ve iyiler, çirkinler ve kötüler – bu öykülerde neler, neler vardır! Bu öykülerin çocuklara anlatılması ve çocukların bu öykülere inanması, hatta o öykülerle çelişen her şeyin esasında olmadığını ileri sürecek kadar o öykülere güvenmesi, toplumu birbirine kenetler. Kültür ve medeniyetler bu ortak öykülerin içinde konserve edilir, korunur, yok olmaları ve unutulmaları önlenir. Toplum çocuklara hep şapkalardan bahseder ve onlara boğa yılanlarının filleri yutamayacağını anlatır durur. Çocuklar bazen boğa yılanlarının içinde fil olabileceğini gizliden gizliye düşünseler de, zamanla bu düşüncelerini unuturlar. Tıpkı sabah uyandığımızda geceki renkli rüyaları unuttuğumuz gibi!

Devlet doğduğunda onu bir organize suç örgütünden ayıran şey neydi? Gülmeyin! Bunun konumuzla cidden ilgisi var. Devletler de suç örgütleri de bazı ortak özelliklere sahiptir. Mesela ikisi de insanlardan oluşur. İkisinde de hiyerarşik bir karar alma piramidi vardır. Her ikisinde de işbölümü esastır. Bir organizasyon şeması, operasyon yaptıkları bir alan ve ortak çıkarlar ekseninde birbirine tutunan insanlar, yine ortak özellikleridir. Devletler de organize suç örgütleri de güç ve şiddet tekeli kurmaya çalışır. Bir mafya kendi bulunduğu bölgedeki diğer organize suç örgütlerini elimine etmek ister. Onları ya yok eder, ya da kendi güdümüne alır, absorbe eder. Onlara suçtan elde edilen rantı dağıtır. Devletler, aynı örüntüyle hareket eder. Başka otoriteleri yok eder. Diğerlerini kendine bağlar. Osmanlı Beyliği’nin yaptığı gibi, seri adımlarla diğer beylikleri ezer veya onlarla gücü paylaşır. Gücü tek merkezde toplama gayreti içinde olur.

Bu süreçleri anlamak, iktidarın doğasını anlamak için çok önemlidir. Ve elbette kendimizi anlamak için! Biz, insanlar, bir arada yaşıyoruz. Belki de sosyal evrendeki en önemli yerçekimi kanunu, bu güne dek bilinen tüm Homo Sapiens (insan) gruplarının bir arada yaşamış olmasıdır. Her bir arada yaşam, organize olmayı gerektiriyor. Dolayısıyla nerede bir insan topluluğu varsa, orada bir devletimsi hiyerarşik karar alma sistemi, bir organizasyon yapısı, örgütlü bir topluluk var! 

Bir bölgede hâkimiyet kuran her topluluk, yönetiliyor. Bu yönetimin demokratik mi, monarşik mi, teokratik mi, otoriter mi, totaliter mi olduğunun yöneten-yönetilen ilişkisi temelleri bakımından önemi yok. Her yöneten-yönetilen ilişkisinde (yani her tolumda!) küçük bir grup, kendisi dışındaki çok geniş bir grubu yönetir. Vifredo Pareto elitlere ilişkin çok önemli saptamalar yaptı. Sovyetler Birliği ve ABD, İran veya Norveç, Roma İmparatorluğu ya da Suudi Arabistan – her biri birbirinden farklı sistemler de olsa, bu evrensel kural değişmez. Sizi elitler yönetiyor! Elitlere karşı olan muhalifler de iktidara gelse, elit olacaklar. 

Yönetilenlere, tebaaya, vatandaşlara, elitlerin sisi yönetme hakkı olduğunu anlatan bir süreç vardır. Halk olan durumu kabullenir. Sizi yönetenlerin buna hakları olduğuna inanırsınız. Bu meşruiyettir. Sizi yönetenler, meşru güç kullanır. Buna inanırsınız. Başka bir deyişle, gücün kullanımı ya da güç kullanımı, meşru temellerde gerçekleşir. Bu meşru güce, otorite denir. Otorite, düz şiddetten farklıdır. Otorite, şiddet kullanma tekelini devlete (yani onu kontrol eden elitlere) verir. Güç mücadelesi, esasında elitler arası bir mücadeledir. Bu sosyalist bir devrim de olsa, durum değişmez. 1917 Ekim Devrimi sonrası Rusya’da iktidar Çar’dan alınıp işçi sınıfına verilmedi. İşçi sınıfı adına gücü kullanan parti ileri gelenleri, gücü proletarya adına kullandı! Leninistler hayal kırıklığına da uğrasa (ki bu makaleyi çok fazla Leninist’in okuduğunu düşünmüyorum!) sosyalizm Pareto’nun elit kaidesini bozamadı. 

Şimdi neden devletler çocukların boğa yılanlarının fil yutabileceğine inanmalarını istemez? Bu soruya geleyim.

Devletler, size bir diskur anlatır. Bu diskur, sizin devletin otoritesini kabul etmenizi sağlıyor. Bu diskur olmazsa, devlet tutunamaz. Bir örnek vereyim. Mafya ile devletin ortaklıklarına değindim. Mafya, örneğin bir otoparkı (toprak parçası!) kontrol ediyorsa, sizin yan sokakta arabanızı bedava park etmenizi istemez. Yanınıza gelen bir kopil size patronun bu sokakta arabanızı koruyamayacağını kibarca hatırlatır. Siz “ne alaka kardeşim!” diyemezsiniz. Yan sokak çok güvenli de olsa döndüğünüzde arabanızın camı çerçevesini inmiş bulabilirsiniz! Otopark alanına gidip gönül rızanızla istedikleri ücreti verene dek araç güvende olmayacaktır. Devletler evreninde de sistem böyle işler. Önemli olan, otoparktaki otoritenin otorite olduğunu sizin kabul etmenizdir. Şimdi mesele şu: otoparktaki organize suç örgütünün otoritesini (meşru gücünü) kabul etmenizi ne sağladı? Diskur! Hangi diskur? Güvenlik! Kimse aracının kırılıp dökülmesini istemez. Bu pahalı olurdu! Ufak bir bedel karşılığı aracın başına bir şey gelmemesi sağlanabilir. Bu bedel salt otopark ücreti değildir. Asıl bedel, oradaki gücün şiddet kullanma kapasitesini kabullenmek, onun gücüne boyun eğmektir!

Sizin durumu kabullenmenizi sağlayan diskur ne peki?

Hayat bir otoparkta park eden araçların evreninden çok daha karmaşıktır. Dünya çok büyük bir otopark! Ve bu büyük otopark, birbirinden farklı bölgelere ayrılmış gruplar tarafından kontrol ediliyor. Her grup kendi kontrol ettiği kısımda istediği kuralları uyguluyor. Birbirlerinin varlığından haberdarlar. Birbirlerinin otopark alanlarına girmiyorlar. Çünkü bu onları birbirine düşürürdü. Aralarında bir tür centilmenlik anlaşması dışında hiçbir garanti yok. Bir de yalın güçleri. Durum kontrolden çıkarsa eğer, o gücü kullanmak durumunda kalabilirler. Dahası, o güce kendi müşterilerinin olur ha otoritelerini kabul etmemeye başlamaları durumunda da ihtiyaç duyabilirler. Nasıl ki diskur, müşteriyi “imal etti”, yani onun otoriteyi kabul etmelerini sağladı, aynı yolun tersinden otorite ortadan kalkabilir. Ama üzülmeyin bu hem düşük bir olasılıktır, hem de otorite kalktığı anda yerine yenisi anında oluşuverir. Güç boşluk kabul etmez.

Devletler, bilgiyi kontrol eder. Size onu draje halinde sunar. Bu iş için okul ideal bir yerdir. Okulun esas rolü bilgiyi vatandaşa vermek değildir. Onun devletin meşruiyetini (meşru güç kullanımını) kabul etmesini sağlamaktır. Modern devletlerin ortaya çıkması ile modern halk okullarının ortaya çıkması bu nedenle aynı zamana tekabül ediyor. “Okut, öğret, yurda yarar bir insan et!” diyen marşta olduğu gibi, okullar bizi yurdun işine yarayacak üniteler haline sokmaya çalışır. Sizi bir kalıba döker. Baskın Oran, üniversitelerin görevinin lise sona dek öğrenilen her şeyin öğrencilere unutturulması olduğunu söylüyordu. Haklı. Onu da dediği gibi, liseye giden bir öğrenci her şeyi “bilir” (!). Ama üniversiteye başladığında, o draje halindeki bilgilerin esasında kendisine kabul ettirilen bazı enformasyonlar olduğunu görecektir. Tabi derslere girerse!

Sonuçta devletin ebed-müddet olması, onun gerekli gördüğü kadar bilgiyi, kendi arzuladığı bağlamda topluma dayatmasına ve kabul ettirmesine bağlı! Devlet, size aslında bir “otopark mafyası olduğunu” fark ettirmemeye çalışan otopark mafyası gibi hareket eder. O büyüyü sağlayan diskurdur. Kimi zaman iç düşmanlar, kimi zaman dış düşmanlar, kimi zaman her ikisi de, bazen ortak göç mitleri, veya “Exodus” öyküleri, devletin meşruiyetini sağlar. Devlet, bu iş için etnisite ve dini standart kaynak olarak kullanır.  Çoğu zaman ise hibrit ideolojilere yaslanır. 

Bakın, devletin yerine herhangi bir otoriteyi koyun ve bu makaleyi ona göre okuyun, ortak noktalarının hep şapkayı görmek, boğa yılanının fili yutmuş olduğu düşüncesinden sizi alıkoymak isteyen birilerinin olduğunu, bunların bu işte korkunç çıkarlarının olduğunu fark edeceksiniz. Neyin neden yapıldığı hep bu öyküyle – diskurla – alakalıdır. Diskur ne kadar çok kabul görürse, o kadar fazla insan şapka görmeye başlar. İnsanlar bir kez şapka görmeye dursun; devletler (veya dinler, veya ideolojiler, veya otopark mafyaları!) artık istediğini yapar. Siz seyredersiniz. Ve bu dünyaya sınırlı bir süreliğine misafir olarak geldiğinizi unutursunuz. Kendinizi unutursunuz. Ailenizi unutursunuz. Arsanın esasında bomboş olduğunu unutursunuz. Truman Show filmindeki kahraman gibi, her şeyin esasında bir set olduğunu, kurgulandığını, ve sizin de bu kurgunun bir figüranı olduğunu unutursunuz! Boğa yılanını ve fili unutursunuz. Salt şapkayı görürsünüz. Ve hayat değişmeden devam eder. 

Devamı sağlayan sizsiniz. Soru sormaya ve sorgulamaya başlamadan, akıllı olmadan, rahatsız etmeden, rahatsız olmadan bu kâbus hiç bitmeyecek. 

Kaynak: T2724

Exit mobile version