Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ekonomik kriz erken seçimi zorluyor

Türkiye’nin 24 Haziran 2018’de yaptığı cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinin normal yenilenme zamanı 2023 yılı. Ama daha üç yıllık bir süre varken erken seçim, Türkiye’nin gündeminde her geçen gün daha çok konuşuluyor. 

Seçimlerin yapıldığı yılın ikinci yarısında ve takip eden 2019’da ciddi bir ekonomik türbülans yaşayan ve yıllık büyümesi yüzde 1 dolayında kalan Türkiye, COVID-19 sarsıntısına bu kırılganlıkla yakalanınca, belki birçok ülkeden daha sert tahribat yaşadı. Erken seçimi gündeme taşıyan da bu krizin yönetilememesi. 

Birçok ülke, hazine ile merkez bankaları ile genişlemeci politikalar, sosyal devlet hamleleri ile destek paketler açıklarken Türkiye’deki Erdoğan hükümeti bunu yapamadı; yaparmış gibi göründü ama hem nicelik hem nitelik olarak özellikle sayıları 4,5 milyondan 13 milyona tırmanan işsizler için, küçük girişimciler ve tarım kesimleri için pek bir şey yapamadı. “Destek” adı altındaki hamleler daha çok krediye erişim, yani borçlanma imkânı ile sınırı kaldı. Oysa ihtiyaç, nakdi krediler, hibeler idi. 

Bu olmayınca homurtular arttı, mağduriyetler daha yüksek seslendirilir halde. İçinden iki yavru parti doğuran AKP’ye tehditler çoğalıyor. İleriki mevsimler ise daha iç karartıcı. 

Bunun farkında olan Erdoğan ve ona destek veren MHP, daha fazla yıpranmadan eldeki üç yılı feda edip güç tazelemek için erken seçime gider mi? 

Ekonomik kriz bunu çok zorluyor. 2023’ü beklemek ise yıpranmaya boyun eğmek, mutlak yenilgiyi kabullenmek olarak nitelendiriliyor. 

Anketlere göre kendilerine “Cumhur İttifakı” diyen AKP ile MHP’nin erkene alınmış bir seçimi kazanma şansları da pek yok. 

Yönetememe krizi hızla büyüyen Erdoğan rejimi, muhalefeti etkisiz kılacak, sindirecek, korkutacak hamlelerle meşgul ama bu, seçmen nezdinde iş yapmıyor ve riski büyütüyor.

AKP destekçisi iş dünyası da istikrar, iç ve dış güven, toplumsal rıza istiyor. Bunlar ancak yenilenmiş bir seçimle mümkün. Erdoğan, bu beklentinin basıncı ile kaybetme korkusu arasında bunalmış durumda. 

Pandemi ile iyice daralan Türkiye ekonomisini yönetmek, Erdoğan rejimi açısından iyice imkânsızlaşıyor. Bunu, özellikle kavurucu işsizlik verileri ortaya koyuyor. 10 Haziran’da açıklanan işsizlik verilerinin gerçek boyutları, dudak uçuklatıcı ve Erdoğan yönetiminin üstüne ilerleyen bir çığı andırıyor. 

Kısa adı TÜİK olan Türkiye İstatistik Kurumu, pandeminin ilk iki ayının nabzını tutan “dar anlamlı” işsizlik verilerini açıklarken işsizlik oranını yüzde 13,2 ve işsiz sayısını yaklaşık 4 milyon olarak bildirdi. Bu pandemi öncesi verilerine göre bir düşme demekti! Ancak resim büyütülünce ortada sevinilecek bir durum olmadığı görülecek. 

Pandemi öncesine göre işini kaybedenler 620 bini bulmuştu. Bunlar, yeniden iş arayanlar arasında kalmak yerine eve çekilmişlerdi. Pandemi öncesine göre 877 bin azalan işgücü toplamı, bunu ortaya koyuyordu. Sadece işini pandemide kaybedenler değil, iş bekleyen işsizlerden 257 bini de eve çekilmiş, yani işgücünden düşmüştü. Sonuçta, eldeki işsiz sayısı, düşen işgücü sayısına bölününce, elde edilen işsizlik oranı da yüzde 13,2’ye inmiş görünüyordu. 

Gerçek durumu görmek için ise “geniş tanımlı işsizlik” şablonunu kullanmak gerekiyor. Bu yapıldığında, yani çalışabilecekken işgücü piyasasına umudunu yitirdiği için katılmamış görünen 4 milyona yakın “iş aramayan işsiz” dikkate alındığında, işsizliğin yüzde 23’e, toplam gerçek işsiz sayısının da 8 milyona yaklaştığı görülüyor. 

Ama bitmedi; bir küme işsiz daha var ve onların sayıları da 4 milyona yaklaşıyor. Bunlar, fiilen işyerlerinde olmayan, işten çıkarılmaları bir pandemi önlemi olarak iktidarca yasaklanmış ancak ücretsiz izinli ya da “kısa çalışma ödeneği” alanlar. TÜİK bunları, iş akitleri feshedilmediği için “istihdamda” gösteriyor ve onlara devletin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan asgari ücret dolayında bir ödeme yapılıyor. Bu ödeme, marttan itibaren altı ay süreli. Altı ay sonra bu 4 milyonun işine dönüp dönmeyeceği bilinmiyor ama şu an atıllar. Bu kesim de işsiz kabul edildiğinde işsiz sayı 12-13 milyonu, işsizlik oranı da yüzde 39-40’ı buluyor. Kısa adı DİSK olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu da Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) yaklaşımını kullandığında aynı sonuçlara ulaşıyor.

Büyük gelir kaybı yaşayan, geçim derdi olan bu 12-13 milyon işsizi, aileleri ile birlikte düşününce ortaya dehşetli bir boyutta endişeli, geçimden başka bir şey düşünmeyen seçmen kitlesi çıkıyor. Erdoğan rejiminin bu kesimin giderek artan şikâyetlerini, homurtularını bastıracak, kısacak hiçbir önlemi işe yaramıyor. 

Pandemi önlemlerini 1 Haziran itibarıyla henüz riskler azalmadan, ekonomi kaygısıyla kısmen ya da tamamen kaldıran AKP rejimi, özellikle kredi musluklarını açarak bir talep yaratmaya çalışıyor. 

Banka kredisine bağımlı olan şirketler, özellikle döviz kredisi kullanmış olanlar, ağır bir baskı altında ve iktidar, bankalardan firmaları yüzdürmelerini istiyor, kamu bankalarını buna mecbur tutarken özel bankalara da baskı uyguluyor. Mayıs ayı itibarıyla kredi hacmi yıllık yüzde 29’a yakın artırılmış durumda. Finans sistemini riske etme pahasına kredi pompalaması her musluktan sürdürülüyor. 

Sert daralan ekonomi, Hazine açıklarını yıllık 145 milyar TL’ye çıkardı. Açık büyüdükçe, kamu borç stoku da bunu çevirmek için kaynak bulma ihtiyacı da artıyor. Dışarıdan kaynak bulmak yerine, yabancı yatırımcı çıkışı sürüyor ve ilk altı ayda 10,5 milyar dolara yaklaştı. Turizm gelirleri sıfırlanırken ihracat hızlı düşüşte. Kısa vadeli dış borçları çevirmek zorlaşıyor, ithalat için gerekli döviz talebini bastırmak için her gün yeni ithalat kısıtlamaları ve döviz talebini caydıracak önlemler bulunmaya çalışılıyor. 

İp üstündeki cambazın tedirginliği ile yol almaya çalışan AKP rejiminin, ipin üstünde kalması, toplumdan almakta zorlandığı rıza ve güven teyidi ile daha da güçleşiyor. Bu güveni yenilemek gerek. Bu da erken seçimle olur. Ama ya seçimde güven verilmez ise? 

Ana muhalefet CHP, 31 Mart 2019 yerel seçimlerdeki taktiğini sürdürüp en geniş muhalefet ittifakını koruyup, AKP’den ayrılan Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın partilerini de ittifaka katacak duruşlar sergiliyor. Bu, Erdoğan’ı iyice çileden çıkarıyor ve ittifakı dağıtacak hamleleri deniyor. Milletvekili tutuklamaları, medya üstünde baskılar, Meclis’e uzanan şiddet pratikleri ile tüm topluma gözdağı vermek, denenen yolların bazıları, ama çok işe yarayacağı şüpheli. 

AKP ile organik ilişkisi olan ve çoğu mega proje üstlenicisi sermaye grupları da Erdoğan’dan “yönetebilmesini” ve bunun için gerekenin yapılmasını düşük sesle de olsa daha sık talep ediyorlar. 

Bu basınca, Saray’ın ne kadar dayanacağı merak konusu ve adım adım takip ediliyor.

Yazar: MUSTAFA SÖNMEZ

Kaynak: Al – Monitor

Exit mobile version