ANKARA – Siyasetçi ve yazar Mahir Sayın, Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm modelinin, İran-İsrail gerilimiyle derinleşen Ortadoğu’daki çatışmalara karşı bölge halklarının barış ve refaha ulaşması için tek seçenek olduğunu vurguladı.
İsrail-İran arasında 12 gün süren karşılıklı çatışmalar Ortadoğu’da gerilimi yeniden tırmandırdı. 13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini hedef alan hava saldırılarıyla başlayan ve 12 gün süren yoğun bir çatışma döneminin ardından, ABD’nin arabuluculuğuyla 24 Haziran 2025’te ateşkes ilan edildi.
Ulus devletlerin hegemonya savaşları dünyayı ve insanlığı büyük kriz içine çekerken, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’ya yönelik çözüm önerilerine de her geçen gün daha da önem kazanıyor. Abdullah Öcalan da Ortadoğu’daki gerilim ve paylaşım savaşlarının sona ermesi için Demokratik Konfederalizm modelini bir alternatif olarak sunuyor.
Ortadoğu’daki kaosa çözüm olarak Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Toplum” önerisine işaret eden siyasetçi ve yazar Mahir Sayın, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
Ortadoğu’daki savaşlar, esas olarak kapitalist hegemonya mücadelesinin bir sonucu mu, yoksa bu çatışmaları derinleştiren başka yapısal etkenler de var mı?
Ortadoğu’nun küresel açıdan önemi antik çağlardan beri devam edegelir. Bu zıtlaşmaların yarattığı dinsel, mezhepsel ve ulusal çelişkiler kapitalizmin yarattığı yeni çelişkilerle iç içe geçmiş olarak yaşamaya devam etmektedir. Bölgenin başına gelenlerin esas nedeni; petrol kaynaklarının aşağı yukarı yüzde 50 ve gaz rezervlerinin de yüzde 40’ına sahip olmasıdır. Enerji bütün kapitalizmin damarlarında akan kan gibidir. Bu rezervlerin paylaşımı küresel güçlerin olduğu kadar bölgesel hegemonya peşinde olan bölge ülkelerinin hepsi açısından da son derecede önemlidir. Akdeniz havzasının gaz zenginliği de yeni bir bölgesel hegemonya kavgası faktörünü işin içine dâhil etmiştir.
Buna ek olarak İsrail’in bölgede emperyalizmin bir ileri karakolu olarak kurulmasının ardından bölgenin stratejik tablosuna İsrail’in güvenliği de yeni bir faktör olarak eklenmiş bulunuyor. Elbette sorun sadece emperyalist ülkelerin bölgeyi paylaşma kavgası ile sınırlanmıyor. Aynı zamanda bölgesel güçler arasında da (Türkiye- Suudi Arabistan-Mısır-İran) bir bölgesel hegemonya kavgası, emperyalistler arası paylaşım kavgasına eklemlenmiş olarak sürüyor. Bu kavganın temeli petrol ve gaz ile enerji kaynağı olduğu müddetçe sürecektir. Yani mevcut siyasal tablo aynı kaldığı müddetçe, bölgemize aşağı yukarı bir 40 yıl daha huzur yok demektir. 2050’de, fosil yakıtların (petrol, gaz, kömür) enerji karışımındaki payının yüzde 20’ye düşmesi, yenilenebilir enerjinin yüzde 65-70, nükleer ve hidrojen enerjisinin ise yüzde 10-15 civarında bir payı olacağı bekleniyor.
IMEC enerji hattı projesinin de bu savaşla ilgisinin olduğunu yazan, çizenler oldu. Bu enerji hattı savaş stratejilerinde nasıl bir rol oynuyor? İran’a yönelik saldırılarla ilişkisi nedir ve İsrail’in güvenliği neden bu hattın merkezinde yer alıyor?
Esasında iki proje de iki büyük emperyalist blokun birbirine karşı oluşturmuş olduğu girişimlerdir. Küresel anlamları büyük olan bu iki projenin çatışmasının en yoğunlaştığı alanı da Ortadoğu olmaktadır.
Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (İMEC) projesi, Çin’in İpek Yolu’na (BRI) karşı ABD, AB ve Hindistan’ın öncülüğünde geliştirilen haliyle Türkiye’yi de içine alan bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. IMEC, Çin’in Asya, Afrika ve Avrupa’daki ekonomik etkisini sınırlamayı ve Batı’nın Ortadoğu ile Hindistan’ı merkeze alarak yeni bir ticaret ekseni oluşturmayı amaçlıyor. Esasında her iki proje de iki büyük emperyalist blokun birbirine karşı oluşturmuş olduğu girişimlerdir. Küresel anlamları büyük olan bu iki projenin çatışmasının en yoğunlaştığı alanı da Ortadoğu oluşturmaktadır. Esasında bu girişim dünyanın paylaşımında ABD tarafından yürütülmüş olan “Genişletilmiş Ortadoğu” projesinin bir tür tamamlamasıdır. Bölgedeki ABD-İsrail saldırılarının da gerekçelerinden birini oluşturur. İran mevcut rejim dolaysıyla IMEC’in dışında kalmakta ve başarılabilirse bu projeye dâhil edilmek istemektedir. İran’ın bölgesel hegemonya taleplerinin ve İsrail’le olan düşmanlığının yanında projeye dâhil edilmesi de İsrail saldırısının bir nedeni olarak görülmek gerekir.
Peki bu küresel kutuplaşma içerisinde İran’a yönelik saldırılar ve İsrail’in güvenlik mimarisindeki rolü, hangi stratejik dengeleri yeniden kurmayı hedefliyor?
Bu iki proje çatışması, özellikle Çin ve müttefiklerinin oluşturduğu ve şimdi üye sayısı ona çıkmış olan Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ)’nün (ŞİÖ- Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan,- Hindistan, Pakistan, İran, Belarus) dünya ekonomisindeki yeri yüzde 40’a ulaşan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin + Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) (BRICS+) projesinin varlığı, ABD açısından, tüm dünyaya ve özel olarak da Çin’e karşı uyguladığı tüm ambargo ve gümrük tarifeleri yükseltmelerine rağmen, dünya liderliğinin çok ciddi bir tehditle yüz yüze bulunduğu anlamına geliyor. Bu da ABD’nin başına geçmiş olan başkanını iyice çıldırtmakta ve ABD’ni elindeki askeri gücü kullanarak eski hegemonyasını sürdürme adımları atmasına neden olmaktadır. İran savaşını tam olarak bu gelişmelerin bir eseri olarak görmek gerekir. Türkiye’nin durumu ise her iki projenin de TC’yi içermesi dolaysıyla her ikisinden de birden yararlanma temeline dayalıdır. Ancak birbiriyle bu kadar çatışan iki projeye birden yatırım yapmak TC açısından riskli bir kumar oluşturmaktadır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’nun dizaynında Gazze, Lübnan, Suriye, İran ve Türkiye’yi kapsayan bir beş aşamalı analizi de çokça tartışılıyor. Bu konuya dair sizin görüşleriniz neler?
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çöküşünün ardından dünyanın yeniden paylaşım girişimlerinden biri olan ve ABD’nin “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” gereğince Afganistan’dan Fas’a kadar rejim değişiklikleri “demokrasi getirmek”, “kitle imha silahlarını yok etmek” ve “bölgeye barış getirmek” üzere Irak’ın işgaliyle başlayan bir dizi müdahale sürdürüldü. Bu müdahaleler ile Irak, Libya ve Suriye hala bitmeyen bir kaosun içine sokuldu. Gaz ve petrol sahalarının sömürüsü garantiye alınmış oldu. Bizzat Erdoğan’ın (AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan) kendisi bu geniş çaplı ABD projesinin eşbaşkanı olduğunu ilan etmişti. ABD’nin kendisine tanıdığı bu imtiyazı bölgesel hegemonya için kullanmaya çalışınca da, harekât alanı bizzat ABD tarafından sınırlandı. Bütün bunlardan TC’ye sadece dertler kaldı. Hala NATO üyesi olmaya devam eden Erdoğan yönetimindeki TC’nin ABD için yarattığı kimi sıkıntılara rağmen hala düşman ülke sıralamasına sokulmadı. Erdoğan’dan sonra gelecek bir iktidarla ilişkileri zora sokmamak için olsa gerek, ABD, Erdoğan’dan duyduğu rahatsızlıkları onu düşman kategorisine iterek ele almak niyetinde olduğunu sanmıyorum. Zaten iki ülke arasındaki bölgesel hegemonya rekabetine dayalı bütün çelişkilere rağmen İsrail’le olan ilişkiler, Suriye talanına gelinceye kadar ılımlı olarak sürdürülmüştür.
Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm önerisi, İran-İsrail gerilimi gibi ulus-devletçi yaklaşımların körüklediği Ortadoğu’daki çatışmalara nasıl bir çözüm sunabilir?
Demokratik Konfederalizm; bölge halklarının barışa ve refaha kavuşabilmeleri için tek seçenek gibi durmaktadır. Zaten başka hiçbir barışçıl proje de ortada yoktur. İnsanlığın kurtuluşu rekabet değil küresel düzeydeki bir dayanışmada yatar.
Emperyalistler arası paylaşım gerginliklerinin ortasında yer alan Ortadoğu’da, bölgesel hegemonya gerilimlerinin de katkısıyla oluşan durum bitmez tükenmez bir gerilim ve savaş ortamı yaratmaktadır. Bu rekabet ilişkilerinin devam etmesi, bölgede hiçbir zaman huzurun ve barışın olmasına imkân vermediği gibi yaratılan tüm değerlerin de savaşlar yoluyla imha edilmesine ve bölge haklarının sefaletine neden olmaktadır. Bu konuda Sayın Öcalan’ın önerdiği Demokratik Konfederalizm; bölge halklarının barışa ve refaha kavuşabilmeleri için tek seçenek gibi durmaktadır. Zaten başka hiçbir barışçıl proje de ortada yoktur. İnsanlığın kurtuluşu rekabet değil küresel düzeydeki bir dayanışmada yatar. Bilimsel sosyalizm olarak da nitelediğimiz Marksist düşünce, kendisini enternasyonalizm ve dayanışma toplumu yaratma amacıyla temellendirmiştir. Ancak Reel sosyalizm uygulaması bir bütün olarak bürokratik merkeziyetçi burjuva devletin tekrarı ve ondan da vahim olmak üzere siyasal tekelcilik temelinde şekillenerek bu amacın tam karşısında hayat bulmuş ve bunun sonucu olarak da ürettiği iç çelişkilerin ağırlığına dayanamayıp yıkılmak ve kapitalizme dönmek zorunda kalmıştır.
Bu nedenle, Sayın Öcalan’ın da yerinde olarak işaret ettiği gibi, sosyalizmi demokratik temeller üzerinde; birey-toplum ilişkisini yeniden formüle ederek, yerel iktidarların temel örgütlenme biçimi (komün, sovyet, konsey, şura) olarak kabul edildiği ve herhangi bir otoriter merkeze tabi olmadan özerk varlıklarını sürdürebildikleri bir yapılanmayı; komünler arası dayanışmayı esas alan bir temelde ve dijital çağın gerçekliklerine yanıt verebilecek bir anlayışla yeniden üretmek, insanlığın yok oluştan kurtuluşunun temelini oluşturur. Ulus devletlerin birbirine karşı rekabet temelinde konumlanmaları insanlık tarihinin karşılaştığı en büyük felaketler arasında yer alır. İnsanlık, daha önce de devletlere sahipti ama kapitalizmle birlikte ulus devletlerin ortaya çıkışının yarattığı kadar büyük bir felaketle karşılaşmamıştı. 20’nci yüzyılda belki de insanlık tarihinde savaşlarda katledilmiş insanların sayısının toplamından fazla insan iki büyük küresel savaşta katledildi ve şimdi toptan yok oluşa varabilecek olan bir üçüncüsünün eşiğinde bulunuyoruz. Onun için sadece bir ülkede ya da bölgede değil küresel düzeyde bir demokratik uluslar topluluğunun dayanışma temelinde yaratılması zorunluluktur. Bu yoldaki ilerleyiş, her ülkenin kendi içinde başlayıp bölgesel ve küresel bir düzeye ulaştırılabilir.
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasete bırakmasını öneriyor. Bu çağrı, Ortadoğu’daki diğer çatışmalar için nasıl bir ilham kaynağı olabilir?
Silahların konuştuğu yerde insanların söz hakkı en düşük düzeye iner. Büyük ya da küçük, haklı ya da haksız her savaş insani ilişkilerin ortadan kalkması, birbirini yok etmeye yönelmesi ve bunun için akıl almaz kötülüklerin örgütlenmesi anlamına gelir. Şayet gerçekten demokrasi isteyen bir iktidar biçimi ortaya çıkarılabilir ve Sayın Öcalan’ın önerisi demokratik toplumu yaratma yoluna girilebilirse (ki, faşist iktidarın muhalefete yönelik darbesinin ardından ortaya çıkan toplumsal hareketlilik bunun gerçekleşme umudunu artırmaktadır), bu sadece Türkiye halklarının huzura ilerlemesi değil, verdikleri bu örnek sayesinde de tüm bölge halklarının hayatını burnundan getiren ilişkilere son verilebileceği umudunun bölgede yeşermesi anlamına gelecektir. Bunun için silahların sustuğu ve demokratik ilişkilerin geliştirildiği bir durumun yaratılabilmesi, bütün bölge halkları için muazzam bir özendirici örnek oluşturur.
Demokratik Sosyalizm ve konfederalizm, bölgedeki hegemonik güçlerin direnciyle karşılaşabilir. Sizce bu modelin yaygınlaşması için halkların ve uluslararası dayanışmanın rolü nedir?
Kürtlerin kendi iradeleri dışında dört parçaya bölünmüş olması bir talihsizlik olmuş olsa da bugün en azından bölge halkları açısından demokratik konfederalizmin gerçekleştirilebilmesi açısından son derecede önemli bir durum yaratmaktadır.
Demokratik Sosyalizm ve konfederalizm tüm kapitalist sistemin düşman olacağı bir seçenek oluşturmaktadır. Bölge ülkelerinin demokratik ilişkiler içinde; AB ilişkilerini de aşacak bir biçimde bir araya gelmeleri, bölge üzerinde hegemonya planları yapan büyük güçlerin etkisiyle en başından imkânsız kılınmaya çalışılmaktadır. Zira zayıf bir ihtimal de olsa, böyle bir gücün sosyalizm bile olmadan ortaya çıkması, bölge üzerindeki hegemonya planlarını boşa çıkarır. Bu girişimi başından engellemeye sevk edecekken, bunun bir de demokratik sosyalizm gibi, tüm insanlığı cezbedecek bir temelde yükselmesi dünya oligarşisini çılgına çevirecek bir teklif oluşturur. Ancak insanlığın kapitalizmin yarattığı yabancılaşmadan ve hatta yok oluştan kurtuluşu da ancak bu projenin başarıya ulaşmasıyla mümkündür.
Bu savaş sürecinde Kürtlerin bölgesel konumu ve stratejik önemi ne olur?
Kürtlerin kendi iradeleri dışında dört parçaya bölünmüş olması bir talihsizlik olmuş olsa da bugün en azından bölge halkları açısından demokratik konfederalizmin gerçekleştirilebilmesi açısından son derecede önemli bir durum yaratmaktadır. Tarihsel bir talihsizlik, bugün sanki yeni bir talihin yaratılmasının temeli olmuş gibidir. Birinci olarak Kürtler birlikte yaşadıkları diğer uluslarla birlikte yaşamanın deneyimine sahip olarak bütün bölge hakları arasında bir birleştirici olarak rol oynayabilirler. Bunun için elbette ki Kürt halkının ve birlikte yaşanılan tüm diğer halkların da böyle bir ortak yaşam konusunda irade geliştirmiş olmaları gerekir. Bu iradenin Kürtlere ait olan kısmını Öcalan önderliğinde gelişen dört parçadaki mücadelelerde ve özel olarak da Rojava’da gerçekleşen yapılanmada Kürtler ortaya koymuş bulunuyorlar. Ancak bugüne kadar yaşanan gelişmelerde diğer halkların henüz bu teklife hak ettiği önemi verip benzer bir zihniyet geliştirebildiğine tanık olamamaktayız. Ancak insanlık tarihi açısından kısa sayılabilecek olan bir dönemde ortaya çıkan bu durum, kanımca hak ettiği değeri kazanacak ve bölge halklarını Kürtlerin yarattığı köprüler üzerinden geçerek birbirleriyle kaynaşma ve dayanışma içine girmelerini sağlayacaktır.
MAHİR SAYIN KİMDİR?
Mahir Sayın, 1948 yılında Rize’de dünyaya geldi. Üniversite yıllarına kadarki eğitimini Ankara’da tamamlayan Sayın, ardından Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Sayın, öğrencilik yıllarında Fikir Kulüpler Federasyonu (FKF) ve Devrimci Gençlik’in faaliyetlerinde yer aldı. 1971’de İlhami Aras ve Mustafa Kaçaroğlu ile birlikte örgüt üyeliği suçundan 3.5 yıl hapishanede kalan Sayın, sonraki yıllarda da siyasi faaliyetlerine devam etti. Sayın, 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra Kurtuluş hareketinin yöneticisi olması gerekçesiyle aranması üzerine Türkiye’den ayrıldı.
MA / Ömer Güngör
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***