YORUM | AHMET KURUCAN
Geçtiğimiz Cumartesi günü “Tenkil Müzesi Tanıtım ve Destek Programı” yapıldı. Metin Yıkar’ın sunuculuğunu yaptığı ve yaklaşık 4 saat süren programda toplumun her kesiminden insani duyarlılıkları yüksek kişiler konuşmacı olarak katıldı. 15 Temmuz sonrası ağırlığı Cemaat mensuplarını yaşamış olduğu dramlar, trajediler dile getirildi, sürecin bizzat mağduru ve mazlumu olan insanlar konuştu.
Cemaat mensupları için Meriç başta olmak üzere çeşitli güzergahlar kullanılarak ülkeden kaçışın başladığı ve geçiş esnasında hala daha hepimizin ciğerlerini kavuran, göz yaşı pınarları kurutan hadiselerin artık gündelik hayatımızın bir parçası olmaya durduğu dönemlerde bu yaşananların mutlaka yazılması ve gelecek nesiller için bu döneme ışık tutacak eşyaların bir yerde toplanması gerektiğini konuşmuştum. İlham kaynağım Berlin’de ve Güney Afrika’da yıllar önce ziyaret etmiş olduğum müzelerdi. Her iki yerde yer alan müzelerde öldürülmüş, işkence görmüş kişilerin geride bıraktığı eşyalar sergileniyordu.
Önemli bir şey bu. Tarihi ile, ne kadar kötü olursa olsun mazisi ile yüzleşmeyen milletler geleceği inşa edemez. Ret ve inkar politikaları ile, ideolojik resmi tarih söylemleri ile yarınlara yürünemez. İnşa edilemediği ve yarınlara doğru yürünemediğini görmek için Almanya ve Türkiye mukayesesi yapmak yeterli. Uzaklara gitmeye mesela Japonya’ya uğramaya ya da Orta Çağ içlerine kadar uzanmaya gerek yok. Bu açıdan söz konusu müzenin bugünün ve yarının nesillerinin gerçeklerle yüzleşmesine zemin hazırladığı muhakkak. Evet, şimdi Belçika’da kurulan o müze er veya geç Türkiye’ye taşınmalı ve taşınacağından da zerre kadar kuşkum yok.
Ben bu programı seyredemedim. Hani derler ya halk arasında içim kaldırmadı, daha başlangıçta Metin Beyin sunumu zaten alt-üst olan moral değerlerimi iyice yerin dibine batırdı. Dolayısıyla baştan belliydi ölümün, acının, ıstırabın seller gibi aktığı hadiseleri bizzat onları yaşayan insanların ağzından dinlemeye kalbim dayanmayacaktı ve kapattım programı. Dün bugün içimi yokladım acaba YouTube’da kaydı duran o programı izleyebilir miyim diye, yine cesaret edemedim. Ama program hakkında çeşitli platformlarda yazılan yorumları okudum. Bir şey dikkatimi çekti ve bu yazıyı onun için kaleme alıyorum: İşkence yapan kişilerin isimlerine kısaltmalarla ifade edilmesi.
Öncelikle şunu ifade edeyim, Ayhan Tekineş’in Kronos haber sitesinde yayınlanan “İşkencede Asıl Suçlu kimler?” başlıklı yazısını okumanızı tavsiye ederim. Benim aşağıda değineceğim hususa giriş mahiyetinde kaleme almayı düşündüğüm her şeyi çok özlü bir biçimde yazmış. Sağ olsun, var olsun.
Onun bıraktığı yerden devam edip ben de şu soruyu sorayım: İşkence işleminde asıl utanması gereken kimler? İki taraf söz konusu bu eylemde. Bir, işkence yapanlar; iki, işkence yapılanlar. İşkence zaten insanlık suçu. Suçu ne olursa olsun bir insanın bir başkasına işkence yapması ulusal ve uluslararası kanunlarla yasaklanmış durumda. Hatta hukukta bazı cezalara uygulanan zaman aşımı işkence suçlarında uygulanmıyor. O işkenceler hukuki dava açılması ve ispat edilmesi şartıyla dünyanın her ülkesinde yargılanabiliyor. Dolayısıyla bu kriterler sağlandığı takdirde yaptıkları işkenceler işkencecileri ömürlerinin sonuna kadar bir hafiye gibi takip ediyor. Hatta şunu söyleyeyim, şimdilerde umre sevabı alıyoruz diye o işkenceleri yapanlar yarın Mekke’ye umre için gittiklerinde bırakın umre yapmayı ihramlı halleriyle Mekke polisi tarafından tutuklanacak ve uluslararası mahkemelerde yargılanacaklar.
Sözü uzattım ve geriye döneyim: Sorum, “İşkence eyleminde asıl utanması gereken kimler?” idi. Cevabı açık bu sorunun: Elbette işkenceciler. Bu cevap üzerine bir soru daha sorayım: O zaman tespit edilmiş olmaları şartıyla neden bu işkencecilerin isimleri çeşitli yazılı platformlarda ad ve soyadlarının kısaltmaları ile yazılıyor? Bu insan bozması canavarlar neden açıkça isim ve soy isimleri ile ifşa edilmiyor? Madem tespit edilmiş, elde sahih delillerle ispat edilebiliyor, bırakın onlar utansın, işkence mağdurları değil. Bu canavar kılıklı insanlar isimleri ile fotoğrafları ile açık, seçik, net bir şekilde her yerde fâş edilsin. Karılarının, kocalarının, çocuklarının yüzüne bakamaz olsunlar. Mahalledeki bakkal onu gördüğünde bakışı değişsin. Okulda arkadaşları onların çocuklarına “işkencecinin oğlu-kızı” desin. Babaları anneleri çarşıda pazarda insan içine çıkamasın. Haksız mıyım Allah aşkına?
1992 yılından beri köşe yazarlığı yapıyorum. Yüzlerce köşe yazısı kaleme aldım ama şimdiye kadar hiç ağzıma almadığım bir-iki sıfat kullanacağım şimdi sizlerin izniyle. Evet, asıl utanması gereken kişiler insan suretinde yaratıldıkları halde insanlığa ait her türlü değeri ayaklar altına alan, hayvanlara hakaret olacağı için “hayvanca” demeyeceğim bu kahpece ve alçakça işkenceleri yapan rezil insanlardır.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***