CHP Genel Başkanı Özgür Özel Silivri’de TELE2 Haber’de Sabah Pusulası’nın konuğu oldu. Burada yaptığı değerlendirmelerde erken seçim talebini yineleyerek önümüzdeki mart ayına işaret eden Özel, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seslendi: “Haydi gel bir Kasımpaşalılık yap, millet seni istemiyor.”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, erken seçim talebini yineleyerek muhalefetin bu yöndeki mücadelesini sürdüreceğini belirtti. Özel, yapılacak ilk seçimde iktidarın değişeceğini kaydetti.
Özel, Tele2 TV’de yayınlanan “Gökhan Kayış ile Sabah Pusulası” programına katıldı. Ekonomi politikalarını eleştiren Özel, yeni asgari ücrete ilişkin, “Tarihte ilk kez Türkiye Cumhuriyeti’nde asgari ücret açıklandığı gün açlık sınırının altında, 30 bin liranın altında. Böyle bir kötülük olmaz. Böyle bir haksızlık olmaz. Böyle bir vicdansızlık olmaz” ifadelerini kullandı.
Özel, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek hakkında bulundukları suç duyurusuna ilişkin de “80 yıl alacağı maaşın yetmeyeceği yatları geziyorlar. Hollanda’da da o yatlara biniyorlar. Bunların hepsini adım adım takip ediyoruz. Bugün tarih önünde kayda geçiriyoruz, bugün işlem yapmayanların yarın yapmayanların da hakkında işlem yapılacak. Onun o kadarını söyleyeyim” dedi.
PKK’nin silah bırakma ve fesih sürecine ilişkin de konuşan Özel, gelinen durumu “Biz Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesi için komisyonda raporumuzu verdik, komisyon çalışmalarına rapor yazma aşamasında devam ediyoruz. Onun dışında her türlü spekülasyondan ve her türlü tartışmadan Cumhuriyet Halk Partisi kendini başka bir yerde tutuyor. Ülkenin yararına, Türkiye’nin yarınları için doğru olan neyse onu yaparız. Yanlış bir şeyin içinde, yanında olmayız” ifadeleriyle değerlendirdi.
Özel’in açıklamaları şöyle:
Ben 14 yıl önce burada dava takip ediyordum milletvekili olarak. 16 yıl önce ilk kez buraya gelmiştim. 14 yıldır da milletvekili olarak buraya gelip gidiyorum. (İlk defa bir Genel Başkan ile Tele2 yayını yapıyoruz. Desteğiniz çok mühim, çok teşekkür ediyoruz. Merdan Yanardağ ile görüşebiliyor musunuz?) Görüştüm, görüşüyorum. İki – üç haftada bir görüşüyorum. Merdan Bey dışarıya moral verecek kadar moralli. Yani siz onun kadar moralli değilsiniz dışarıda. Çünkü siz ona üzülüyorsunuz, Tele1’e üzülüyorsunuz. Merdan Bey de diyor ki ‘Biz ne mücadelelerden geçtik. Bunlar da gelir geçer. Önemli olan dik durmak, baş eğmemek ve tarih önünde haklı duruşu sürdürmek.’ Ben kendisini bir Muğla’da ziyaret etmiştim. Önce Fethiye’de cezaevinde ziyaret etmiştim. Sonra ikinci kez burada ziyaret etmiştim. Bundan herhalde üç yıl önceydi. Sonra bir ara yine bir suçlama oldu, ‘PKK propagandası’ dediler Merdan Yanardağ gibi birine yine. Bu dördüncü oldu herhalde, farklı tutukluluğunda Merdan Yanardağ’ı ziyaret ediyoruz. Ama suçlamalar değişiyor, suçlayanlar değişiyor. Dün mesela ‘PKK’yı övüyorsun’ diye içeri atmaya çalıştıkları Merdan Yanardağ aynı demokrat, özgürlükçü, barışı savunan çizgisini sürdürüyor. Dün ona ‘Terörist’ diyenler, ‘Terör örgütünü övüyorsun’ diyenler bugün o terör örgütüyle, terör örgütünün kurucusuyla müzakere ediyorlar, görüşüyorlar. Kendini fesh etmiş bir terör örgütü olarak ona özel bir yasa çıkarmayı planlıyorlar. Merdan Yanardağ yine kendi doğrultusunda duruyor.”
“ŞİMŞEK NE YAPIYORSA ERDOĞAN YÜZÜNDEN YAPIYOR”
(Açıklanan asgari ücret için ‘Cumhurbaşkanı bir ek yapar mı?’ denirken sonuçta Mehmet Şimşek faktörü devreye giriyor.) Öyle bir şey hissetmeyin. Ne diyor? ‘Sorumlusu benim, ben’ diyor. Mehmet Şimşek bir şey yapmıyor. Önceki Bakan Nebati de bir şey yapmadı. Nebati ne yaptıysa Erdoğan yüzünden yaptı. Mehmet Şimşek ne yapıyorsa Erdoğan yüzünden yapıyor. Bu memlekette Erdoğan dışında birine fatura kesmek, Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürmektir. Yani bunların hepsini atayan o olduğuna göre. Yükü Erdoğan’ın sırtından almak için algı operasyonları yapılır. Efendim işte ‘Erdoğan vermek istiyor da Mehmet Şimşek direniyor.’ Erdoğan’a bugüne kadar kim direnmiş de Mehmet Şimşek direniyor? Mehmet Şimşek’i aldı, dışarıya attı. Hatta peşinden ‘Hırsız’ dedi Erdoğan, Mehmet Şimşek’e. Bütün kayıtlarda var. Mehmet Şimşek’i görevden aldıktan sonra Mehmet Şimşek’i hırsızlıkla itham etti. Sonra Nebati’yi getirdi ve ‘Nas var’ dedi, ‘Faiz yükselmeyecek’ dedi. Oysa hepimiz hatırlayalım: Covid sırasında bütün dünyada enflasyonist bir baskı ortaya çıktı. Avrupa’da ortalama yüzde 3 olan enflasyonlar yüzde 6 – 7’ye çıktı. Avrupa paniğe kapıldı hemen. Çünkü biliyorlar ki enflasyon öyle bir beladır. Hemen başını ezmezsen o gelir, senin başını ezer ve canına okur senin. Bütün dünyada yüzde 3 olan enflasyon yüzde 6 mı oldu? Enflasyonla mücadele etmek için faizi; enflasyon yüzde 3’ken faiz de yüzde 3 civarındaysa, yüzde 6 olduğunda enflasyon faizi yüzde 7’ye çıkardılar ki enflasyonist baskıdan kurtulsunlar. Millet parayı harcamak yerine enflasyona karşı, yani paranın değer kaybedecek olmasına karşı kendince tedbirler almak yerine parayı sistemin içine çekti. Bankalara çektiler. ‘Sen ver parayı bize. Enflasyon karşısında ezdirmeyeceğiz seni’ dediler ve enflasyonu frenlerdiler. Sonra da bugünkü durumuna düşürdüler. O günlerde ABD de bütün dünya böyle yaptı. Daha doğrusu bütün dünyada nasıl bu kamerayı kullananlar aynı şekilde kullanıyorsa. O arkadaşım profesyonel. Amerikalı kameraman da zoom yaptığında görüntünün yaklaşacağını bilir, eksiye bastığında uzaklaşacağını bilir. İşin eğitimini almış herkes dünyada aynı şeyi yaptı. Enflasyona karşı faiz silahını kullandılar, mani oldular enflasyona. Bir tek Türkiye’de Erdoğan ‘Ben bilirim’ dediği için… Görünüşte NAS var, yani ‘Müslümanlıkta faiz haramdır’ sözünün arkasına durarak, ‘Faizler artırılmayacak’ diyerek, enflasyonun fırlamasına seyirci kaldı, daha doğrusu göz yumdu. Bu işine geldi.”
“BUNLARIN HEPSİNİ SEÇİMİ BİR DAHA KAZANABİLMEK İÇİN YAPTI”
Bu enflasyonun fırlamasıyla birlikte neler, neler geldi başımıza? Mesela döviz fırladı. Dövizi durdurmak için Kur Korumalı Mevduat çıktı. Sizin cebinizden aldı, parası olanların cebine; yoksuldan alıp, zengine para verdi. Hepimizden alıp çok büyük paraları oraya verdi. Ama o sırada enflasyonu tutmayarak, piyasada parayı bollaştırdı. Tüketici Güven Endeksi’ni geçici ve yanıltıcı şekilde yükseltti. Tüketici kendini güvende hissetti. Çünkü bolca para vardı o sırada. Çünkü faiz silahını kullanmadığı için bütün para meydandaydı. Elinde 3 kuruş parası olan ‘Bu para değer kaybedecek’ deyip harcamaya yöneldi. ‘Enflasyon var’ deyip herkes harcama yaptı. O sırada mesela çok parası olanlar parayı korumak için eve yönelince, ev fiyatları fırladı, kiralar da fırladı. Ama bunların hepsini Erdoğan seçimi bir kez daha kazanabilmek için yaptı. O günlerde ne diyordu mesela? ‘Enflasyon yüksekken, asgari ücreti yılda dört kere zamlayabiliriz’ diyordu. Seçimden sonra asgari ücrete yapılması gereken aralık zammı dışında hiç zam yapmadı. Ne o sene, ne takip eden sene, ne bu sene. Asgari ücretliyi perişan halde bıraktı. O gün Nebati’ye faizi kullandırtmayıp… O komik komik laflar ediyordu. İrrasyonel, rasyonel bilmem ne. Tekerlemeler söyleten Erdoğan’dı. Şimdi de Nebati’yi götürüp, arkasında laf söylediği, görevden aldığı için veya kendisi duygusal olarak bunlardan uzaklaşıp gittiği için arkasından laf söylediği Mehmet Şimşek’i getirdi. Mehmet Şimşek de dedi ki ‘Bunlar irrasyoneldi. Şimdi ben rasyonel işler yapacağım.’ Yani dünyada kamera nasıl kullanılıyorsa, Türkiye’de de öyle kullanılacak diye geldi.
“TARİHİN EN BÜYÜK KAZIĞINI GEÇEN SENE ATMIŞLARDI”
Ama işin kötüsü, iş öyle bir çığırından çıkmıştı ki yüzde 80’lere varan enflasyonu güya TÜİK’e göre şimdi yüzde 30’a kadar düşürebildiler. Ama esasta bu enflasyonun yüzde 60-62 olduğunu biliyoruz. Şimdi sorunuza, asgari ücret sorunuza geleyim. Bir kere asgari ücretliye tarihin en büyük kazığını geçen sene atmışlardı. Şimdi devam ettiriyorlar. Nedir? Asgari ücrete yetmez ama enflasyon oranında zam veriliyordu geleneklere göre. TÜİK enflasyonu veriliyordu. Aradaki fark yine cepten çıkıyordu filan. Geçen sene gerçekleşen enflasyona göre değil, beklenti enflasyonuna göre verdiler. Beklenti ne? Mehmet Şimşek’in enflasyonu yüzde 30’da tutmasıydı geçen sene. Ama yüzde 45 olmuştu ve yüzde 15’i asgari ücretlinin cebinden çaldılar. Bu sene enflasyon, şu anda TÜİK’e sorarsan yüzde 33. Ama bunlar yüzde 16’ya göre hesap yapıyorlar. Enflasyonun yüzde 16’ya düşeceğine göre hesapla yüzde 27 zam verdiler. Bugün verdikleri zam, iki ay sonra cebe girecek. Şubat ayında parayı alacak ve o parayı şubatta harcayacak. Şu anda açlık sınırı 30 bin lira. Bunu CHP hesaplamıyor, Türk-İş hesaplıyor. Yıllardır Türk-İş hesaplıyor. Aynı kriterlerle hesaplıyor. İki kez daha ilan edilecek. Bu ay sonunda tahminen 31-32 bin lira olacak, şubat ayında 33-34 bin lira olacak. O gün insanlara verilen para, açlık sınırının 6 bin lira altında olacak. Şu anda bile tarihte ilk kez, bakın tarihi bir yayın yapıyoruz burada, tarihte ilk kez Türkiye Cumhuriyeti’nde asgari ücret açıklandığı gün açlık sınırının altında, 30 bin liranın altında. Böyle bir kötülük olmaz. Böyle bir haksızlık olmaz. Böyle bir vicdansızlık olmaz. Bugün biz kamuoyu beklentilerine bakıyoruz. İnsanlara deniyor ki ‘Asgari ücret kaç para olursa, hiç olmazsa nefes alırsın?’ Bu 40 bin lira civarında. Bizim ‘39 bin lira asgari ücret olsun’ dediğimiz bu. Zaten geçen sene söylediğimiz rakamın üstüne enflasyonu koyunca yine aynı rakam çıkıyor. Bakın CHP geçen sene ‘30 bin lira’ demişti. Yüzde 30 enflasyon. Bu sene ‘39 bin lira’ diyor. Aslında doğrusu buna refah payı vermek, büyümeden pay vermek. Yani bugün için gerçek anlamda asgari ücret 30 bin lira olsa, 39 bin lira yapmanız da yetmez insanlara. 42 – 45 bin lira yapmalısınız ki Türkiye büyürken o küçülmesin. Türkiye, büyük bir ülke ve ekonomisi öyle ya da böyle bunlara, bunların yanlışların rağmen büyüyor zaten.”
(İşçi tarafı masada yoktu?) O da tarihte ilk kez. Bu da tarihte ilk kez. (İtirazınız olacak mı?) Bir kere zaten oluşturulan komisyon hukuki veya vicdani bir şekilde çalışmıyor. Bu komisyon, 1980 öncesi hükümet, işçi, işverenin birlikte oluşturulduğu; Ecevit’in işçiyle anlaşıp, işverenden istediği zammı aldığı günlerden kalan bir sistem. O zamanlar asgari ücreti işveren verecek ya, Karaoğlan Ecevit işçiyle beraber kol kola girip, işçinin hak ettiği zammı alıyordu. Şimdi işçiden taraf olan değil, patrondan taraf olanlar geldiği için iktidara, bunlar patronla anlaşıp istedikleri ücreti işçiye veriyorlar. Bir kere vatandaş bunu bilsin. Bu asgari ücret komisyonunun yapısı değişmelidir. Çünkü bu tip vicdansızlar geldiğinde, dün işte oturdular ortalıkta işçi yok ve işverenle baş başa verdiler. Bu asgari ücreti, korkunç sefalet ücretini işçiye dayattılar. Biz işçinin temsil edildiği ve hakkıyla temsil edildiği bir Asgari Ücret Tespit Komisyonu için, herhalde 9 maddelik bir kanun teklifini arkadaşlarımız Meclis’e verdiler. Kendimizin hükümet programında da ilk yıl, yani ilk asgari ücret belirlenirken uygulanmak üzere, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun emekten ve emekçinden yana oluşturulmasına ilişkin bir hazırlığımız var. Bunu hemen ilk 100-150 gün içinde, seçimden sonra belirlenecek ilk asgari ücrette hayata geçireceğiz.”
“KAĞITHANE MİTİNGİNE ÇAĞRI”
(Bugün için yapabilecek bir şey var mı?) “Ne yapabileceksiniz? Hükümet onlar. Kanunlar çıktıktan 60 gün içinde bozulabiliyor, Anayasa Mahkemesi’ne başvurursanız. Bu Asgari Ücret Tespit Komisyonu’yla ilgili kanuna şu anda bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Ama biz buna yapabileceğimiz itirazı, nerede yapacağız? Doğru zeminde yapacağız. Dedik ya bütçede, ‘Eğer bu Meclis milletin meclisi olmaktan çıkmış, sarayın meclisi haline dönüşmüşse; burada sarayın dedikleri oluyor, milletin dedikleri olmuyorsa; artık meclis sokaklardır, meydanlardır’ dedik. Bugün akşam 19.30’da asgari ücretin ilanından sonra ve aynı zamanda 2025 yılının son mitingi, son eylemi Kağıthane’de. ‘Ben bu asgari ücretten rahatsızım’ diyen bütün emekçileri Kağıthane mitingine davet ediyoruz. Şunu da söyleyeyim. Bu asgari ücret Türkiye’de, Avrupa’daki gibi başlangıç ücreti değil. Avrupa ve dünyada asgari ücret şöyle bir ücrettir: İlk işe girdiğinde alırsın, kıdemle birlikte hızla uzaklaşırsın. Asgari ücret, ilk bir yıl çalışanların aldığı en düşük ücrettir. Kıdemlenen asgari ücretten uzaklaşır. Türkiye’de yüzde 55, bazı hesaplara göre yüzde 60-62 oranında kişi asgari ücret alıyor. Hemen üstünde veya. 28 bin lira ilan ediyor, 29 – 30 bin lira alıyor filan. Türkiye’de asgari ücret, temel ücret olmuş durumda. İkincisi Türkiye’de asgari ücret, belirleyici ücret olmuş durumda. Nasıl? Kişi mesela asgari ücrete ne kadar zam yapılıyorsa… Kaç yaptı şimdi? Yüzde 27. 50 bin lira maaş alan beyaz yakalıya da yüzde 27 yapılıyor Türkiye’de. Asgari ücrete gelen oran kadar. Hatta bazen asgari ücrete yüzde 27 artış geldi, 50 bin lira maaş alan beyaz yakalıya yüzde 27 de artış yapmıyor, yüzde 25-20 yapıyor. (Usta ile çırak aynı maaşa geldi neredeyse, öyle bir handikap oluştu.) Asgari ücret artık yukarıdan aşağı doğru bastırıla bastırıla, rakam yanlış olmasın, aklımdaki bu ama bir – iki yanılma payı olabilir. Almanya’da çalışanların yüzde 9’u asgari ücret alırken, Türkiye’de çalışanların yüzde 55’i asgari ücret alıyor. Yani Avrupa ülkelerinde bu rakam hep yüzde 10’un altında. Çünkü başlangıç ücreti bu.
“SUSTURMAK İÇİN TELE1’E EN BÜYÜK HAKSIZLIĞI YAPTILAR”
(Yön Radyo’dan da yayındayız şu anda.) “O zaman ben de şunu söyleyeyim. Şimdi Tele1 çok ilkeli, çok çalışkan televizyoncuların görev yaptığı bir kanaldı. Ve Tele 1’e yapılabilecek en büyük haksızlığı yaptılar. Ne yaptılar? Sadece Tele 1’i susturmak için, yani burada işte Silivri’den yayın yapacak cesareti gösterebilen, Cumhuriyet Halk Partisi’nin mitinglerini, Saraçhane’den beri bir dakika bile eksik kalmadan yayınlayabilen, her türlü görüşün özgürce savunulabildiği ve gazetecilik yapılan bu ekranı baş edemedikleri için kapattılar. Tele 1’e baş eğdiremedikleri için yerindeyse Tele 1’in başını ezdiler. Başındaki kişiyi aldılar içeri koydular. Aslında Tele 1’in gazetecilik olarak başında olup, sahiplik açısından hiç ilgisi olmadığı halde Merdan Yanardağ üzerinden oğluna, suçun şahsiliği ilkesi var, böyle bir şey hukuk devletlerinde olmaz. Kayyım atadılar ve el koydular Tele 1’e. Burada Tele 1’deki çalışanlar, siz kendinizi övemezsiniz ben öveyim. Kayyımın istediği gibi yayın yapsaydınız, siz gazeteciliği kayyımın, dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın, dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi yayın yapsaydınız sizin maaşlarınızı tıkır tıkır öderlerdi. Düzenli maaş alırdınız, size zam da yaparlardı. Hatta yayınlarda Merdan Yanardağ’ı kötüleyip, işte geçmişi karalamayı falan göze alsaydınız hepiniz terfi de ederdiniz. Tele 1’de gazeteciler hep birden kayyıma teslim olmayıp mesleklerini satmayıp, arkadaşlarını satmadıkları için işsiz kaldılar. Bu sırada yine bütün zor dönemlerin radyosu Yön Radyo. Hiç yönünü şaşırmayan Yön Radyo, Tele 1 ailesiyle dayanışma gösterdi. Ve şimdi onların imkanlarından, stüdyolarından işte bu YouTube yayınları gerçekleştiriyor. Ben de stüdyoya gelmeyi, stüdyoda konuk olmayı planlıyorum. Sonra yine geliriz her zaman. Ama tabii böylesi bir tarihi yayın sizin tarafınızdan yapılmak istendiğinde, geldik bu yayına buradan katılıyoruz. Ben de hem radyolarından dinleyen, Yön Radyo dinleyicilerine, Yön Radyo yöneticilerine gösterdikleri dayanışma için ve bu tarihsel dönemde kolay olanı, teslim olmayı değil de mücadele etmeyi tercih eden Tele 1’in çalışkan, mesleğini seven ve mesleğini satmayan meslektaşlarınıza sizin şahsınıza teşekkür ediyorum, dayanışma duygularımı ifade ediyorum.
“GEÇİM YOKSA SEÇİM OLMALI”
(‘Erken seçim’ beklentisi var mı?) “Şöyle, beklentimiz şu. Meydanlarda soruyoruz ‘Geçim var mı? Geçim yok. Geçim yoksa seçim var’ diyoruz. Meydanların, sokağın talebi. Bugün Türkiye’de 81 ilde çıkın sokağa, gidin, pazara gidin, esnafa gidin, alışveriş yapan insanlara gidin, okulun önünde çocuğunu okula bırakan okuldan alan annelere babalara gidin. İşçi servislerinin duraklarına gidin, binen işçilerle konuşun. Halinden memnun olan kimse yok. Şimdi demokrasi; iktidar olanın memnuniyet yaratması, rıza üretmesi üzerine kurulu bir rejim. Bugün bu iktidardan seçimin üzerinden 2,5 yıl geçmişken memnun olan kimse yoksa. Bakın şöyle enteresan veriler görüyoruz. Anketlerde ‘Ekonomi yönetimini başarılı buluyor musunuz?’ sorusuna ‘Buluyorum’ diyen yüzde 15. Bu zaten bir yüzde 15 memnun vardır, çünkü yüzde 85 sömürüldükten sonra yüzde 15’in keyfinin yerinde olması normal. Yüzde 65 ‘Başarısız buluyorum’ diyor. Arada kalan bir yüzde 20 var. O da ‘Fikrim yok’ diyor. O ‘Fikrim yok’ diyen de yani iyi mi kötü mü gittiği konusunda fikrim yok değil, görüş açıklamaya korkuyor insan. İşte görüş açıklayan burada. Anketör telefon çalıyor, açıyor ‘Ben anket firmasından arıyorum. Ekonomi nasıl gidiyor?’ Yüzde 65’i tüm korkuya rağmen ‘Kötü gidiyor’ diyor. Bir yüzde 20’de cevap vermiyor. Yüzde 15 sadece ‘İyi’ diyen var. Onun bile içinde telefondan korkan, anketörden korkan olabilir. Şimdi bu şartlar altında nasıl seçim olmayacak? Eninde sonunda seçim olacak. Ama biz var gücümüzle erken seçim sandığı için mücadele etmeye devam edeceğiz. Onlar da var güçleriyle sandıktan kaçmaya çalışacaklar. Çünkü bugün sandık kurulsa, bu iktidar gidiyor. Yerine asgari ücreti 39 bin lira ilk elden yapacak olan, en düşük emekli maaşını 39 bin lira yapacak olan ve devamında asgari ücrete enflasyonun üzerinde refah payı, büyüme payı verecek olan, yani yoksuldan alıp zengine verenlerin gideceği ve zenginden alıp yoksulları yoksulluktan kurtaranların geleceği bir iktidar gelecek. O yüzden Tayyip Erdoğan her yerde konuşuyor, her yerde meydan okuyor falan filan, bir zamanların Kasımpaşalısı. Haydi gel bir Kasımpaşalılık yap. Sana diyorum ki ‘Millet seni istemiyor. Erken seçim olursa da gelip aday olma imkanın var. Kaçma, gel. Ne zaman istiyorsan.’ Diyorlar ‘Karda kışta olmaz.’ Tamam mart ayında gelsin seçim yapalım. Görelim bakalım bu millet kimi istiyor kimi istemiyor.
“NORMAL YOLLA İLERLEYEN BİR OPERASYON YOK”
(Akın Gürlek hakkında bulunulan suç duyurusu hakkında) Şimdi bir kere çok hassas bir görev yapıyor. O hassas görevin yasakladığı birtakım işler var. Bunun birincisi, en birincisi savcılık dışında bir maaş alamazsın. Aylarca yurt dışından Eti Maden şirketinden, yurt dışından ikinci maaşı alıyordu eskiden, Eti Maden şirketinin yurt dışından yapmışlar ki yakalayamayacağımızı düşünerek. Böyle bir durum var. Bunu daha önce zaten söylemiştik. Bunun dışında mal bildiriminde bulunması lazım. Mal bildiriminin içinde de düzenli olarak edindiği yeni malları bildirmesi lazım. Bu yok. Aldığı maaş belli, yaptığı harcamalar belli. Bugün için 30 milyon lira değerinde gayrimenkul edinmiş. Ayrıca yine geçtiğimiz dönemde 98 milyon lira değerinde bir gayrimenkul için, alımı için noterden gitmiş işlemlerini yapmış. Sonra bu mevzuların bir şekilde haberdar olunduğu zannıyla durdurmuş, aynı anlaşmayla mal bir başkası tarafından alınmış o 98 milyon liraya. Bu arada Ankara’da RTÜK’te bir polis memurunun inanılmaz mallar edinmesi var. Çok yakın olduğu bir polis memurunun. Bunun yanında yine Ankara’da çeşitli avukatlık bürolarının, çeşitli temasları. Bunların hepsinin araştırılması lazım. Ama biz bunları defalardır söylüyoruz, ertesi gün YSK’ya gidip başvuruyoruz. YSK ‘İşlem yapmayacağım’ diyor. Bu sefer bu bilgilerin, belgelerin hepsini Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim ettik. Oraya bir girsin. Oradan sonra artık HSK o dosyayı talep eder etmez, yapar yapmaz. Biz zaten HSK’ya düzenli olarak elimizdeki bütün bilgileri, belgeleri veriyoruz. Ve bu konunun enine boyuna araştırılması gerekir. Çünkü ben ana muhalefet partisinin Genel Başkanıyım, ben bu ülkenin seçilmiş belediye başkanını sırf Cumhurbaşkanı adayı olacak diye bir elden koordine ederek bir gece önce diplomasını iptal ettirip, bir gün sonra kapısında polis dayayan bu kötü senaryonun senaristini de biliyorum, sette çekimi yapanı da biliyorum. O yüzden bu meselede böyle normal yollardan işleyen bir operasyonla karşı karşıya değiliz. Bazı suçları bazılarına öyle maaşla falan işletemezsiniz. Suç işleniyor, adalet katlediliyor. Türkiye’nin geleceği ile oynuyorlar. 80 yıl alacağı maaşın yetmeyeceği yatları geziyorlar. Hollanda’da da o yatlara biniyorlar. Bunların hepsini adım adım takip ediyoruz. Bugün tarih önünde kayda geçiriyoruz, bugün işlem yapmayanların yarın yapmayanların da hakkında işlem yapılacak. Onun o kadarını söyleyeyim.
“DÜNYANIN EN BÜYÜK İFTİRA SALONU”
Onun dışında şunu da söyleyeyim. Belki kameraman arkadaşlar nasıl bir ortamda olduğumuzu gösterirler. Bakın arkası Silivri Cezaevi, buraya dünyanın en büyük duruşma salonunu yapıyorlar. O vinçler, o hafriyatlar buradaki vinçler, buraya dünyanın en büyük duruşma salonunu yapacaklar. Dünyanın en büyük iftira salonu. Üç ayda biteceği söyleniyor. Burası tarla, burası yol, burası kaldırım bile değil. Ve burada mesela şimdi görevleri gereği devletin polisi beni korumak için burada bulunuyor. Görevi gereği dünya kadar gazeteci, bu yolda şöyle biraz önce ben buraya gelirken 20’ye yakın gazeteci elinde cep telefonları ya da kameralarıyla bizi çekiyordu. Bir yandan da otobanın girişi çıkışı burası, buradan süratli arabalar geçiyor. Biz basın toplantısını da burada yapıyoruz. Ergenekon, Balyoz zamanında bile içeride basına ayrılmış bir yer vardı. Sizler de daha insani şartlarda çalışıp, karşıdaki hiç olmazsa kafeteryada soğuktan yağmurdan korunup, bir sıcak çayı elinize alabiliyordunuz. Şimdi bu rejim 2025 yılında yani 21’nci yüzyılın ikinci çeyreği başlarken hem korktuğu muhalifleri içeride tutuyor. Hem de gazetecilerin görevini yapacağı bir yeri vermek yerine gazetecileri dışarı çıkarıyor. Bu cezaevinin bir savcısı var. O savcı buranın, yani ümit ediyorum bir gün buraya bir gelir bakar, burayı görür. İçeride basın için hazırlanan yer olduğu halde; oradan haber yapılmasın, haber yapan gazetecilere zulüm yapılsın diye buraya getiriyorlar. Bakın burada basın toplantısı ya da canlı yayın yapılması bile Cumhuriyet Başsavcısı’nın kurduğu düşman hukuku sistemi ve muhalifleri yıldırma çabalarının bir bütünüdür. Yani nasıl Ekrem İmamoğlu’na iftira atmayanları salmayıp, iftira atanları ertesi gün tahliye ediyorsa, ‘Ekrem İmamoğlu’na at’ dediği iftirayı atmayan kadınları çoluğundan çocuğundan uzak Anadolu’da efendim Düzce‘de, Gebze’de, Bolu’da, Afyon’da cezaevlerine koyuyorsa, onları nasıl 27 kişilik koğuşa 40’ncı kişi olarak yollayıp nöbetleşe yatmaya zorluyorsa, burada basın mensubuna da bu zulmü yapmayı, daha zor haber yapsınlar, yılsınlar gelmesinler, haberleştirmesinler, haberleştiriyorsa da bu şartları yaşasınlar diyor. Bu genel olarak rejimin uyguladığı düşman hukukudur. Düşmanla muhatap olduğunda rejimler böyle yapar. Siz bu rejimin düşman gördüğü bir gazetecisiniz, ben düşman gördüğü bir siyasetçiyim. Ekrem Bey düşman gördüğü bir rakip. İçeride yatanlar da düşman gördükleri insanlar.
(25 milyon 100 bin imza değil mi? Toplam seçmeniniz 50 milyon değil miydi?) “Tabii seçmen şu anda 60 milyona yaklaşmıştır, ama seçimlerde oy kullanması beklenen seçmen sayısı 50 milyon – 52 milyon civarı falandır. Şunu söyleyeyim. AK Parti’nin son seçimlerde aldığı oy sayısından 5 milyon fazla toplanan imza. 5 milyon fazla. Gelecek seçimlerde oy kullanması muhtemel seçme sayısının yarısına yakın bir imza. 25,1 milyon imza toplandı. Kampanyadaki imzaları kurultayımızda bir büyük TIR’la kurultayın önünde tutmuştuk. Sonra da Kayseri’ye götürdük. 25,1 milyon insan ki; biz bu imzaları Erdoğan’ın eline teslim etmeyeceğiz. Bu imzalar tarafsız, bağımsız bir heyet tarafından tek tek sayıldı, tutanak altına alındı. Biliyorsunuz. Bu imzaları verenler içinde veremeyenler içinde devlet memurları var, devlet memurlarının yakınları var, çoluğu çocuğu mülakata girecekler var. Kendisi ileride iş mülakatlarına girecek insanlar var.
“DAYANIŞMA SANDIKLARI DOLDU TAŞTI”
(Siz bekliyor muydunuz bu kadar?) “Normalde geçen sene bugün bana veya herhangi birine sorsanız, deseniz ki ‘Cumhuriyet Halk Partisi adayını belirleyecek, bunun için ön seçim yapacak. Kaç kişi oy kullanır? Ben size derdim ki 1 milyon 400 bin üyemiz var. Normalde bizim ön seçimlerimize katılım oranına baktığımızda, tabii bu üyenin dağ köylerinde olanı var, yani bütün Türkiye’ye yayılmış. Çok zor coğrafyalarda olanları var. Burada kayıtlı olup, burada okuyan var. Orada kayıtlı olup, burada çalışanı var falan. Derdim ki ‘1 milyona yakın kişi gelip oy kullanırsa, önemli bir başarı olur. Hedefimiz 1 milyon olsun’ derdim. Öyle bir saldırıya karşı davetlerimizle, millet öyle bir harekete geçti, öyle bir mobilize oldu ve öyle bir şekilde ayağa kalktı ki; biz ön seçim kararı aldığımızda 1 milyon 400 bin olan üyemiz, ön seçim günü geldiğinde 2 milyona çıkmıştı. Yani düşünün 100 yıllık parti 1 milyon 400 binden, kısa şubat ayı içinde 2 milyon kişiye çıkıyor. ‘2 milyon kişinin 1,5 milyonu oy kullansa, iyi olur’ derdim size. Ama 19 Mart‘ta, 18’inde 30 yıllık diplomayı bir iftar sofrasında iptal edip, ertesi sabah polislerle İstanbullu’nun seçtiği ve üç kez seçtiği, mazbatasını elinden aldıklarında seçtiği, daha sonra yeniden bütün yaptıkları kötülüklere rağmen arkasında durduğu kişiyi gelip evinden alınca, bu bu olaydan dört gün sonra tam da Ekrem İmamoğlu hakim karşısına çıkacakken üyelerimiz için koyduğumuz sandığın yanına bir sandık daha koyduk. Öğlene kadar koyduğumuz birinci sandık dayanışma sandığı doldu, bir tane daha koyduk. Bizim üye sandığı dolana kadar 10 tane dayanışma sandığı doldu. Ve 15,5 milyon kişi oy kullandı. İnanılmaz bir şey. Ve Sayın İmamoğlu’nu millet Cumhurbaşkanı adayı yaptı. Biz oradan sonra 15,5 milyon oyu gördükten sonra, bu sefer erken seçim talebi için imza kampanyası başlattık. İmza kampanyası, bazıları şöyle haberleşirdi. Duydum. Onu düzeltmek isterim. Sanki 15,5 milyon oy kullananın o gün attığı imza üstüne biz 10 milyon imza daha topladık. O oylar ve o imzalar ayrı. Biz Ekrem İmamoğlu’nun köyünde, Ramazan Bayramı’nın birinci günü, ilk imzasını köyün en yaşlı iki kişisinin, bir teyzemle bir amcamın attığı üçüncü imzasını benim attığım kampanyada; bu örgütümüz eliyle meydan meydan, kapı kapı, sokak sokak gezerek 25,1 milyon imzayı yeniden topladık. O günkü atılan oylardaki imzalar ayrı, burada 25,1 milyon yeni imzamız var. Ve neyin altına imza attı insanlar? Ey Erdoğan, adayımı bırak, sandığı getir. Adayımı yanımda, sandığı önümde istiyorum’ diyen 25,1 milyon imzamız var.
(Ekrem Bey’in durumunu nasıl görüyorsunuz, nasıl mesaj veriyor?) Mutlaka insani olarak oluyordur, kolay bir iş değil. Mesela Ekrem İmamoğlu kendisinin bu hücrede tutulmasına üzüldüğünden çok, kendisine kötülük yapmak için birlikte çalıştığı arkadaşlarının içeriye alınıp, evlatlarıyla tehdit edilip, o iftiraya zorlanıp, hatta bir arada dedi ki öyle kötülük yapıyorlardı ki, ‘Herkes iftirayı atsın, ben suçu üzerime alacağım’ dedi yani. ‘Yeter ki siz çıkın’ dedi. O kadar duygusallaştığı günler oldu. O insanların kendilerine, ailelerine zulmedilmesine elbette ki üzülüyordur, üzülüyor. Ayrıca kendi babası, üç kuşaktır olan şirketlerine el koymuşlar. Bakın bir suç yok, tut ki olsun. O suç ispatlanınca o suçtan elde edilen kadar gelirine, malına el koyabilirsin insanların. Bu insanların 60 senelik – 70 senelik inşaat şirketlerine el koydular. Yetmedi Hasan Amcamın emekli maaşını çektiği kartına el koydular. Yani ekmeğe muhtaç etmeye uğraşan bir düşman hukukuyla karşı karşıyayız. Buna üzülüyordur.
“BU 10 BÜYÜK YALANIN BİRİ İDDİANAMEDE YOK”
Bunun yanında en yakın dostları, arkadaşlarının 26 yaşındaki çocuğunu, işte Fatih Keleş‘in oğlu Mustafamızı aldılar, buraya koydular. ‘Baban konuşursa çıkacaksın’ diyor. Şimdi böyle bir şey olabilir mi? Zorla insana birini birine iftira atmaya, olmayan bir suçu kabul etmeye, olmayan bir suçu birine yöneltmeye yönelik yapılan işler var. Kendi eşine ve çocuklarına yapılanları görünce, her gün televizyonu açıp, TRT‘yi sonuçta açtığında devletin televizyonunun kendisi hakkında hiç olmayan ve hiç olmayacak iftiralarla bütün bir yazı, dokuz ayı geçirdiğini gördüğünde… Televizyonda diyor ki ‘Ekrem İmamoğlu‘nun lüks araçları görüntülendi.’ 10 tane lüks araba. Hiç olmamış, hiçbirisi değil. O araçların sonradan MHP’li bir milletvekilinin olduğu ortaya çıktı. Ya da Ekrem İmamoğlu‘nun, ‘İBB‘nin Florya’daki lojmanlarında’ ki Ekrem Bey orada kalmıyor, ‘Yerdeki parkenin altından 2 milyon Euro çıktı’ diyor. Vallahi bilmiyorum ama herhalde 2 milyon Euro’yu parke altına koymak için 100-200 metrekare bir yer kaplamak lazım. ‘Efendim bin 200 tane cep telefonu Ekrem İmamoğlu tarafından alındı, delegeler dağıtıldı.’ İddianame çıkana kadar biz dedik ki ‘İddianameyi bekliyoruz. Yargılanmak değil, yargılamak için.’ İddianame çıktı, ilk baştan bu 10 büyük yalanın bir tanesi iddianamede yok. Yani iddia bile etmediler. Ama bütün yaz TRT’den iddia edip 4 bin sayfalık iddianamede iddia edemedikleri algı operasyonları yaşandı. Yani gerçek anlamda böyle bir suç olsa, bu iddianamede yer alsa, şimdi bütün Türkiye bekler ve der ki ‘Bakalım buna ne diyecekler?’ Biz buna ne diyeceğiz? Bütün yaz konuşulan hiçbir konu iddianamede yok. Ne var? Abuk sabuk, başka şeyler var. Ama iddianamelerine çok güvenselerdi yaz boyunca bu yalanı atarlar mıydı? (Halk ikna olmadı ama değil mi? Geri dönüşler nasıl?) Bana geri dönüşe bakarsam beni yanıltır. Ama tarafsız bir sürü anket var. Siz tarafsız, bağımsız bir anket şirketine baktığınızda yüzde 55 – 60’tan daha düşük oranda ‘Bu bir siyasi iştir, hukuki değildir’ diyen oran gördünüz mü? En düşüğü yüzde 55. Türkiye’de 100 kişinin 55’i diyor ki ‘Bu siyasidir.’ Üzerine yüzde 15 -20; ‘Kararım yok, fikrim yok, susuyorum, pısıyorum.’ Yüzde 75 oluyor. Kalan yüzde 25, AK Parti’nin bu kadar propagandasına rağmen ‘Bu bir hukuki davadır’ diyebilen. Bunu diyebilen dört kişiden bir kişi var Türkiye’de.
(Akın Gürlek ile ilgili son iddialarla ilgili ne düşünüyorsunuz?) Operasyonel habercilik geleneği yerleşmeye başladı birtakım yerlerde. O haberleri yapan siteleri çok dikkatli okusunlar. Mart’ın 23’ünde Ekrem Bey buraya geldi, 24’ünde ben geldim. O günden bugüne işte ölüm olursa buraya gelmediğimiz oluyor. Biz Ekrem Bey’e, arkadaşlarımıza bu kadar sahip çıkacağız. Akın Gürlek ise hakkımda dünya kadar tazminat davası açıyor. Dünya kadar fezleke oluyor. O bunu yapacak. Biz her hafta bu mücadele için elimizden gelen, dilimizin döndüğü her şeyi söyleyeceğiz. Sonra geçen hafta ‘Efendim Cumhuriyet Halk Partisi’nin elinde bir bilgi var. Bunu vermedi Akın Gürlek’le Özgür Özel anlaştı’ diye haber yapan operasyoncular, operasyon yapanlar var. Şimdi rezil oldular. Çünkü ne çıktı ortaya? Geçen hafta çarşamba günü bizim bir mitingimiz cenazemizden dolayı iptal edilmişti. Ama perşembe günü belgelerin tamamını Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdirtmiştim partim adına. Bana diyor ki ‘Elinde belge var, açıklamadı…’ Bunların maksatlarını herkes gayet iyi biliyor. Bir de şöyle bir mevzu da var. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içinde taht savaşları var. Yani evlatlar, damatlar, bakanlar ki bu bakanlar mevcut bakanlar, eski bakanlar. Erdoğan’a yan bakanlar, şaşı bakanlar ve doğru, güzel bakanlar. Her türlüsü var içlerinde. Birbirleri hakkında dünya kadar evrağı oraya – buraya yolluyorlar. Bu taht savaşları içinde CHP’ye gelen evrakları onların istediği zamanda, zeminde ve şekilde değerlendirecek olursak biz AK Parti’nin içindeki bir takım çıkar odaklarının aparatına dönüşürüz. O yüzden biz bize gelen belgelerin doğruluğunu sınamak, doğru şekilde değerlendirmek durumundayız. Bazı belge de şöyle: Mesela bir şey görüyorsun. Sen bunu mitingte söylediğin zaman buna karşı siyasi bir pozisyonlanmayla ‘Özgür Özel’in mitingte söylediği bilmem neyi filanca yer işlem yaptı’ cesareti kimsede yok. Ondan önce beklemek, sonra söylemek. Af buyursunlar da bu kadar büyük bir mücadelenin içinde bu mikroplarla nasıl mücadele edileceğini de bize bıraksınlar. Oturdukları sıcak köşelerinden iptal edilen miting için diyor ki geçen hafta ‘Belge açıklamamak için mitingi iptal etmişim.’ Evladım ölmüş, taziyesindeyim yani. Ama ertesi gün de o belgeleri Cumhuriyet Başsavcılığı‘na vermişiz orada duruyor.
“2025 YILI BİTSİN DİYE GÖZÜNÜN İÇİNE BAKIYORUZ”
(İki kaybınız oldu. Allah rahmet eylesin başınız sağ olsun tekrar.) “Çok zor bir yıl geçirdik, 2025 yılı bitiyor artık. Bitsin diye gözünün içine bakıyoruz. Hem siyasette partimize, arkadaşlarımıza karşı yapılan bu siyasi operasyonlar ki aklın almayacağı şeyler bunlar. Düşünün ki bir partinin Cumhurbaşkanı adayını yenemeyeceği için içeri atan, onunla birlikte yüzlerce kişiyi içeri atan, 16 belediye başkanını içeri atan, kendi kazanamadığı örneğin Türkiye’nin en büyük belediyesi Esenyurt belediyesi 1 milyonun üzerinde nüfusuyla bir ilçe belediyesi ve oraya kayyım atayan bir anlayış. Yıllar sonra kötü muameleyi, işkenceyi Türkiye’ye geri getiren, çıplak aramaları geri getiren bir anlayış. Bir zulüm düzeni. Diğer yandan Manisa Osmanlı döneminin, Osmanlı’nın en önemli sancaklarından bir tanesi. Onun kurulduğu ilçe, Şehzadeler ilçesi. Benim doğduğum ilçe. Cumhuriyet tarihinde seçimlerde hiç kazanamamışız o ilçeyi. Manisa büyükşehri de hiç kazanamamışız, Manisa Belediyesi’ni hiç kazanamamışız. Orayı Genel Başkan olmamızla birlikte siyasetteki en; yani sağ tarafımda duran Ferdi Zeyrek, sol tarafımda duran Gülşah. Birisi ben ilk siyasete girdiğimde 21 yaşında gençlik kolları üyesi. Biri gençlikten beri, çocukluktan beri arkadaşımız, birlikte siyaset yaptığımız arkadaş. Gülşah il başkan adayımızdı, birlikte seçim kaybetmiştik. Sonra Ferdi ile seçim kazandık. Birinin yenildiği, birinin yendiği il başkan adayımız da Manisa’nın diğer ilçesinde belediye başkanı. Manisalılar demişler ki ‘CHP’nin bu evlatları o kadar çok çalıştılar, partilerini yüzde 6’dan alıp yüzde 60’a çıkardılar.’ O tarihi ilçeye oy veren Gülşah‘a vermiş, Büyükşehir‘e oy veren Ferdi’ye vermiş. 411 belediye başkanımız o gece seçilmiş. 2,5 yıl içinde Allah’ım ikisini almış, ikisi de benim annemin ve babamın oy kullanırken oy verdiği iki belediye başkanı, Manisalıların oy verdiği. Gerçekten insanın buna katlanması, buna sabretmesi çok zor. Alan Allah olmasa insan isyan ediyor. Öyle olunca bir yandan bu tarafları, bir yandan bambaşka ölümler de oldu Manisa’da. Gencecik arkadaşlarımız hayatlarını kaybettiler. Belediye başkanı oldukları için çok ön plandalar ama Manisa’da partimizin iki evladı, gencecik yaşlarında hayatlarını kaybettiler. Ona da çok üzüldük ve kahrolduk.
Bir yandan bu zorluklar, bir yandan o zorluklarla 2025 yılı gerçekten kurtulmak istediğimiz, ‘Artık bit ve git’ dediğimiz bir yıl. 2024 şahane bir yıldı, büyük başarıların yılıydı. Partinin 47 yıl sonra birinci parti olduğu ve 23 yıllık AKP iktidarını ilk kez yendiğimiz, iktidar değişme umudunun artık bir an meselesine dönüştü bir yıldı. Tabii kötülük durmadı, üzerimize çok fena bir şekilde geldi. Ama ben 2026 yılında yeniden çok iyi bir yıl yaşayacağımızı, artık bu kötülükleri gerilettireceğimizi, iyiliklerin ve güzelliklerin hakim olacağı bir yıl olmasını ümit ediyorum. Onun dışında acımızı paylaşan herkese teşekkür ediyoruz. Bir yandan da bu acılı günümüzde, geçen hafta biz kardeşimizi, evladımızı defnederken canlı yayında Erdoğan bize dünyanın lafını söylüyordu. İşte çeşitli sosyal medya operasyonları bilmem neler. Olacak iş değil. Bir yandan mesela şunu söyleyeyim size, ‘Ne yaşanıyor?’ diye düşünürseniz. Gülşah‘ın vefatı aynı Ferdi’nin vefatı gibi bütün Türkiye’yi yasa boğunca açıklamalar peşi sıra geldi. Sayın Devlet Bahçeli beni aradı. Önce çok nazik bir taziye mesajı verdi ki bir hafta önce de kurultaydan sonra kutlama mesajı vermişti. Taziye verdi. Birkaç saat sonra Sayın Erkan Akçay aradı, grup başkanvekili. ‘Genel Başkanımız beni çağırdı ve talimat verdi. Manisa’daki Şehzadeler ilçesindeki MHP’li belediye meclis üyeleri sizin adayınız kimse ona oy verecek, adayımız yok’ dedi. Bunun üstüne AK Parti de İYİ Parti de benzer bir açıklama yaptı. Seçim günü geldi. Geçmişte Gülşah’la sorun yaşayan bir belediye meclis üyemiz… Bizim aday gösterdiğimiz arkadaşımızın dışında. Ki bizim adayımız bütün belediye meclis üyelerimizle tek tek görüşerek ve önerileriyle, sonra da oylayarak, partimizde bir kişi hariç oy birliği ile aday gösterildi. Sayın Bahçeli’nin dediği gibi MHP, Cumhuriyet Halk Partisi grubunun belirlediği adaya ve İYİ Parti, Sayın Müsavat Dervişoğlu’nun dediği gibi o adaya oy verirken; bizim gruptan bir kişi aday oldu ve bütün AKP’liler ona oy verdi. Sonradan anlaşılıyor ki Adalet ve Kalkınma Partisi ‘Biz aday çıkartmayacağız’ diyoruz ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinden başka bir aday çıkarsa ona destek vermeyi taahhüt ediyor, bizi karıştıracaklar. AKP ve o adayın oyuna karşı CHP, MHP, İYİ Parti’nin firesiz oylarıyla yeni belediye başkanımız seçildi. Yani birileri mertçe dövüşürken karşıdan vuruyor. Birileri belki arkadan vuruyor. Ama bu AK Parti zihniyeti düşene vuruyor. Bunlar düşene vuran bir zihniyet. Millete konuşurken der ki bunlar, ‘Biz de aday çıkartmıyoruz, biz de Gülşah‘ın anısına saygı duyuyoruz.’ Gülşah’la kavga edip onun ölümünden sonra Gülşah‘ın yerine aday olan kişiyi azmettirip, bütün AK Parti ona oy veriyorlar.
“KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜLMESİ İÇİN DEMOKRASİ VADEDİYORUZ”
(Terörsüz Türkiye Komisyonu nereye doğru gidiyor?) “İlk gün ne dedim? ‘Cumhuriyet Halk Partisi’nin olduğu yerden değil, olmadığı yerden korkun’ dedim. Millet adına oradayız. Biz Kürt sorununu görüyoruz, tanıyoruz, çözülmesi için de demokrasi vadediyoruz. Şu anda da komisyona demokratikleşme paketleri öneriyoruz. Ayrıca diğer tüm partilerin yazdığını, çizdiğini dikkatle okuyoruz. Bakıyoruz. Bundan sonra da komisyon raporunda ortaklaşabileceğimiz bir metin üzerinde çalışılırsa o raporda oluruz. (Af dahil mi?) Af önerisi yok zaten. Yani ben bir af önerisi görmedim. Ayrıca af dediğiniz mevzunun bir toplumsal mutabakat meselesi olduğunu düşünmek lazım. Yani af lafını burada konuşursunuz, içeride bunu kendi arkadaşlarımız için söylemiyorum onlar daha yargılanma aşamasındalar. Ama Türkiye cezaevlerinde 500 bine yakın insan var. Af kelimesi o içeride başka bir tansiyon yaratıyor. O insanların dışarıdaki yakınlarında başka bir tansiyon ve beklenti yaratıyor. Suçtan zarar gören insanların yakınlarında başka bir tansiyon ve başka bir mesele yaratıyor. Ondan af dediğiniz mesele, bütün suçlar açısından söylüyorum, çift yönlüdür. Toplumsal mutabakat gerektiren bir iştir. Öyle önüne gelenin ortaya bir şey atıp, tartışıp, sonra arkasından çekildiği bilmem ne falan, işte seçim zamanlarında söylenen ve sonra unutulan falan. Hem içeride yatana yazık. Hem onların yakınlarına yazık. Hem bazı suçlardan zarar gören kişilere yazık. Dün gördünüz işte. Deprem suçlarını COVID-19 hakkına sokmaya yeltenildi. Depremde yakınlarını kaybedenlerin çığlıklarını, gözyaşlarını dün siz gördünüz. O yüzden bu mevzular böyle dikkatli konuşulması gereken mevzular. Biz Kürt sorununun demokratik yollardan çözülmesi için komisyonda raporumuzu verdik, komisyon çalışmalarına rapor yazma aşamasında devam ediyoruz. Onun dışında her türlü spekülasyondan ve her türlü tartışmadan Cumhuriyet Halk Partisi kendini başka bir yerde tutuyor. Ülkenin yararına, Türkiye’nin yarınları için doğru olan neyse onu yaparız. Yanlış bir şeyin içinde, yanında olmayız.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

