Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kürt sorununun arkeolojisi (5)

Kürt sorununun arkeolojisi (5)


PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Kürt sorunun sosyalizasyonla ilgili bir boyuta da sahiptir. Problemin çözüme ilişkin en önemli boyutu da budur. Daha önceki yazılarda kimlik konusu irdelenmiş ve çözümlenmişti. Kimliklerin nasıl oluştuğu, ulusal kimliklerin etnik veya civic temellerde geliştirilebileceği, coğrafya etkeni – üzerinde yaşanılan toprak parçasının kimliğe temel olup olmadığı – ve Orta Asya kökleri temelli resmi Türk tarih tezinin nasıl Kürt sorununu kaçınılmaz kıldığı gibi sorunları ele almış ve izah etmeye çalışmıştım.

Türk devletinin kimlik politikaları daha önce de bahsettiğim gibi İttihatçı kimlik politikalarının devamı olarak geliştirdiği – fabrike edilmiş – tarih tezi üzerine bir ulus kimliği inşa etti. Bu kimlik okul müfredatlarına alındı ve tüm milli eğitim bu kimliğin endoktrine edilmesi olarak tasarlandı. Bu uzun erimli bir süreçtir. Belki de Türkiye devletinin kesintisiz en uzun iç politikası budur.

Birçok iktidar geldi geçti, rejimsel değişimler de meydana geldi. Ama Türkiye’nin bir nevi fabrika ayarı diyebileceğimiz kimlik politikası hiç değişmedi, sabit kaldı. 100 yılı aşkın bir süredir devletin resmi tarih tezleri üzerine inşa edilmiş olan kimlik okul müfredatları, devletin kitle iletişim araçları, siyasi söylemlerin kamu diplomasisi ve propaganda kanallarıyla topluma endoktrine edilmesi gibi gayet etkili metotlarla topluma dayatıldı. Dahası bu sosyo-kültürel ortamda oluşan Türkiye edebiyatı, ortaya çıkan Türkiye basın-yayın araçları (gazeteler, radyo, televizyon, sonrasında internet medyası) ve akademik araştırma ve eğitim kurumları da inşa edilmiş olan kimliği benimsediler, onun yayılmasına katkıda bulundular.

Türkiye siyasi partileri bu kimlik ekseninde – ona yönelik almış oldukları pozisyona göre – şekillendiler ve seçmen algısı oluşturdular. Türk milliyetçiliği diye tanımlayabileceğimiz ideoloji, yaratılan kimliğin çeşitli ideolojik yorumlarıdır. Türkçülük, Pantürkizm, Atatürk milliyetçiliği, ulusalcılık, Türk-İslam Sentezi, Nizam-ı Âlem’ciler, Yeni Osmanlıcılık gibi birçok farklı yorum da olsa, tümünün ortak noktasını – temelini – devletin inşa ettiği Orta Asya’dan göç miti ile onun üzerine oturtulmuş etnik milliyetçilik oluşturdu.

Türkiye’deki tüm partiler Türk milliyetçiliğinden beslendiler. Çünkü Türk milliyetçiliği Türk milletini merkeze alan ana akım ideolojik damardı ve Türk (Türkofon) nüfus – seçmenler – için öz kimlik algısının – artık – temelini oluşturuyordu. Ümmet kimliği 1900’lerin başında etkisini tümüyle kaybedince İslamcı veya İslami-muhafazakâr düşünce akımları ve ideolojiler de yeni oluşturulan Türk kimliğini benimsediler ve onu ideolojilerine eklemlediler. Millilik tüm partiler için önemli bir referans ve meşruiyet çabası ifadesi oldu. Örneğin İslamcı Milli Görüş ve sosyalist Milli Demokratik Devrim türü kavramsallaşmalar bu arayışı ortaya koyuyor. Daha açık bir ifadeyle devletin millet ve millilik projesi tuttu.

Türkiye’de yaşayan ve farklı etnik kökenlere sahip vatandaşlar Türklük kimliğini – devletin dizayn ettiği çerçevede – ve yine devletçe öngörülen biçimde benimsediler.

Kürtler bu kimliğe direnen tek etnik gruptu.

Kürtlerin yapay olarak inşa edilmiş Türk kimliğine ve o kimliğin orijinini oluşturan tarih diskuruna karşı pozisyon almalarının farklı nedenleri vardır. Bunların bazıları şöyledir:

Kürtler sayıca çoktular. Belli bir coğrafyada yoğundular. Bu coğrafya onların tarihi vatanıydı. Osmanlı’da görece periferide varlıklarını sürdürmüşlerdi. Türkofonlardan çok daha önce Müslüman olmuşlardı. Dillerini unutmamışlardı. Bulundukları coğrafyanın topografyası onları kısmen izole ediyordu.

Bunun haricinde, Şark Islahat Planı ile hedef alınmaları ve müteakip rijit devlet uygulamaları nedeniyle yeni devletle ister istemez aralarında mesafe koydular. Dahası, ilerici Türkofon çevrelerin de hakim devletlu diskuru benimsemeleri ve ulusal bilince sahip Kürtleri aşağılamaları da Kürtlerin Türk entelijensiyasından  kopmasına neden oldu.

Kürtler Türkleştikleri oranda kabul gördüler. Onurlarını kıran bu tavır, onların içerisinden birçok siyasetçinin ve aydının Kürt milliyetçiliğine yönelmelerine sebep oldu. Kürt milliyetçiliği tepkiseldi. Merkezine asimilasyon karşıtlığını koydu. Anti emperyalist diğer ulusçuluk akımlarından etkilendi. Bir tür Üçüncü Dünya Milliyetçiliği oluşturdu. Haklı olarak Türk milliyetçiliğine karşı pozisyon aldı.

Türk milliyetçiliğinin Türk üstünlükçü, retçi ve asimilasyoncu reflekslerine karşı söylemler geliştirdi. Otoktonluk – yerlilik – Kürt milli benliğinin en önemli ve ön planda vurguladığı husustur. Türk milliyetçiliğinin Orta Asya’dan göç mitine karşı anti-emperyalist bir yerellik ve direniş söylemi geliştirildi. Türkofon tarih yazımı kendisini işgalci ve emperyalist kabul eden diskurundan hiçbir zaman vazgeçmedi ve buna mukabil olarak Kürt kimliği yeni milliyetçilik temelinde daha fazla konsolide oldu.

Yani daha önceki yazılarda vurguladığım gerçek ortaya çıktı: Türk milliyetçiliği Kürt milliyetçiliğini doğurdu ve Kürt ayrılıkçılığı Türk devletinin rijit politikalarının ürünüydü.

Bugünkü Türkiye sosyolojisinde bölünme gerçekleşmiştir. Bölünme toprak bölünmesi olarak başlamaz. Kimlikte bölünme olarak başlar. “Ben kimim?” sorusuna verilen cevapların diyametrik olarak tezat oluşturması kimliksel bölünmenin son aşamasıdır. Sadece biz farklıyız değil. Biz senin zıttınız demek son aşamadır. Kürt milliyetçiliği Kürtlerin Türklükten kopuşunun ideolojik ve kimliksel ifadesidir.

Türkiye sosyolojisi bir toplum değildir. Sosyoloji biliminin toplum olma koşullarını karşılamamaktadır. Kürtler bu toplumdan kimliksel olarak kopmuş durumdalar. Bu bir tercih değildi üstelik. Türk milli kimliği anti Kürt ve Kürtlük pozisyonuyla bu kopuşu programladı. Ancak daha enteresan olan, Türkofonlar arasında da yeknesak sosyolojik bir bütünlük olmamasıdır. Bu daha çok 21. yüzyılda ortaya çıkmış bir görüngüdür.

Daha önce birçok yazımda bu sosyolojik defragmentasyondan bahsettim.  Defragmentasyon parçalara ayrılış olarak tercüme edilebilir. Türkiye kolektifi sosyolojik manada – Kürtler haricinde de – toplum olma ölçütlerini karşılamıyor. Kutuplaşma bu sürecin anahtar kavramıdır. Türkiye kolektifi had safhada kutuplaşmıştır. Gidilecek gelecek istikameti konusunda kutuplar birbirlerinden çok farklı tahayyüllere ve hedeflere sahiptir. Bunun dışında her bir kutur diğerlerini – devleti ele geçirmek suretiyle – elimine etmeyi hesaplamaktadır.

Ancak itiraf edilmeli ki tüm bu Türkofon kolektif parçaları Kürtler söz konusu olunca birleşmektedir. Farklı Kürt politikaları – stratejik nedenlerle, ilkesel nedenlerle değil! – olabilse de, ortak noktaları Kürtlerin Türkiye içerisinde eriyerek kimliksel farklılıklarının törpülenmesi ve en nihayet son bulmasıdır. Türkofonlar aralarındaki ideolojik farklılıklara karşın Kürtlerin milli bilinçlenme sürecini bir tehdit olarak algılar.

Bahsettiğim kolektifin düşünen, okur-yazar kısmı elbette.

Sıradan vatandaşlar için durum daha vahimdir. Sıradan ortalama Türkofon Kürdün kaygılarını, özlemlerini ve isteklerini anlayamamaktadır. Kürt ayrılıkçılığını keyfi bir bölücülük olarak kavratılmak üzere endoktrine edilmiştir ve bu beyin yıkamanın etkisinden kurtulamamaktadır. Kürtlerin var olmadığı, varsa tehdit olduğu, devletin hepimizin olduğu ve Kürtlerin ekstra haklar talep ettiği, dış mihrakların Kürtleri kullanıp ülkeyi bölmek istediği gibi devletçe oluşturulmuş kolektif irrasyonel evhamlar ortalama Türkofonun zihin haritasının en önemli sabiteleridir.

Bu durum Kürt siyasetini daha da değişmez kılmakta, onu tehlikeli mayınlarla donatmaktadır. İyi niyetli reformlar da bu reformları yapmaya niyetlenenler için tehlikelerle doludur.

(Devamı var)

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version