Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İran–İsrail gerilimi; çok cepheli bir savaşın ayak sesleri

Ahmet Kemal Genç


AHMET KEMAL GENÇ | HABER ANALİZ

İran–İsrail hattında çok ciddi bir gerilim var! Öyle ki, Haziran 2025’te bunu 12 gün süren açık savaşa kadar götürdüler. Şu an fiili savaş durumu yok ancak ne resmî bir barış var ne de sağlam bir ateşkes! Bölge diken üstünde… Medyaya yansıyanlara gör her iki taraf da geri adım atmıyor. Uzmanlar, mevcut durumu, “küçük bir kıvılcımda yeniden patlayabilecek bir kriz” olarak değerlendiriyor. Çok kırılgan bir ara dönem hali mevcut.

Peki ikinci bir İkinci bir İran–İsrail savaşı çıkarsa ne olur? Böyle bir durumda savaş İran ile sınırlı kalmaz; İran’ın iç halkalarından Körfez’e, Ürdün hattından Suriye ve Irak’a kadar bir çok  cepheye yayılabilir.

İran Deniz Kuvvetleri’nin yeni yüzer deniz üslerine “Kürdistan” ve “Huzistan” adlarını vermesi, askeri bir tercihten çok, ülkenin en kırılgan fay hatlarına verilen siyasi bir mesajdı. Tahran, İsrail’le yaşanan 12 günlük çatışmadan/savaştan sonra ikinci bir operasyon beklediğini gizlemiyor; hem füze programını hızlandırıyor hem de içerideki etnik kuşakları tahkim ediyor.

İran, Batı’daki Kürt vilayetleri ve güneybatıdaki Arap nüfuslu Huzistan. Olası bir savaşta ülkeyi içeriden zayıflatabilecek ilk halkaların buralar olacağı düşüncesiyle önlem alıyor. Nitekim İsrail saldırısı sonrası iç güvenlik alarmı en çok bu bölgelerde yoğunlaştı; fakat casusluk suçlamasıyla tutuklananların çoğunun Tahran’dan ve Fars kökenli çıkması, İran’ın iç tehdit algısının ne kadar dağınık olduğunu gösterdi.

Geçen hafta İran’ın duyurduğu silah operasyonu da aynı tabloyu pekiştirdi: Hakkâri–Van hattından sokulan çok sayıda silahın ve bombanın ele geçirilmesi, Tahran’ın gözünü Türkiye sınırındaki hatlara çevirdiğini gösteriyor. Doğuda ise Beluci bölgesinde hareketlilik var. İran basını, İsrail’in Sistan-Belucistan’da rejim karşıtı unsurları “ön cephe” olarak örgütlemeye çalıştığını iddia ediyor. Bu iddia doğruysa İran, çoklu cephede oyalamaya dönük bir stratejiyle karşı karşıya.

İran’ın “direniş ekseni” anlatısı da pratikte zayıflamış durumda. Suriye artık tam bağlı bir müttefik değil. Hizbullah darbe aldı; Irak’ta Haşdi Şabi baskı altında. Coğrafi bütünlük içinde tek bir direniş zinciri sunan ideolojik söylem, sahada parçalı ve kırılgan bir mimariye denk geliyor.

Lübnan ise çatışma ihtimalinin en yüksek olduğu cephe. İsrail operasyon sinyali veriyor; Hizbullah misillemeyi garanti ediyor ancak İran da Necef de büyük bir savaşı engellemeye çalışıyor. Tahran, Hizbullah’ın caydırıcılığını korumasını istiyor ama bölgesel bir yangının içine çekilmekten de kaçınıyor.

Suriye, bir zamanlar İran’ın ön cephesi iken bugün ABD’nin özel planlamasının merkezinde. Üstelik iç mutabakatı çökmüş, devlet yapısı gevrek ve çok cepheli bir savaş Ortadoğu’ya yayılırsa ilk sarsılacak ülkelerden biri olacak.

Kısacası İran, dış tehditlerden önce iç fay hatlarını kontrol etmeye çalışıyor. İsrail ile yaşanacak olası bir büyük çatışmada savaşın kaderini füze programı değil, bu fay hatlarının ne kadar dayanacağı belirleyecek.

Suudi Arabistan, Pakistan ve Türkiye’nin İran hamleleri

Ortadoğu’da güç dengesi sürekli ve hızla değişiyor. Suudi Arabistan, Pakistan ve Türkiye’nin son hamleleri, bölgedeki İran denklemine yeni bir boyuta taşıyor.

Suudi Arabistan, aynı anda iki stratejiyi yürütüyor. Bir yandan ABD ile NATO benzeri bir güvenlik anlaşması yapmayı hedefliyor, diğer yandan İran–ABD gerilimini yumuşatacak arabulucu rolünü üstlenmek istiyor. Ancak Washington bu anlaşmayı, Suudi–İsrail normalleşmesine bağlıyor. Riyad ise Filistin devleti kurulmadan bu adımı atmayı kabul etmiyor.

Katar’a yönelik İsrail saldırısı sonrası Riyad’ın güvenlik öncelikleri değişti; artık İsrail tehdidi, İran tehdidinin önüne geçmiş durumda. Bu kayma, İran–Suudi normalleşmesini yeni bir seviyeye taşıyor. Ayrıca Pakistan ile yapılan savunma anlaşması, bölgedeki gözlemcilere göre “İran’a değil İsrail’e karşı” bir hamle olarak değerlendirildi. İlginç biçimde Tahran da bu anlaşmayı olumlu karşılamıştı.

Türkiye ile İran arasındaki temaslarda ise Suriye öne çıkıyor. Ankara, Suriye’de istikrarsızlığı artıracak İran kaynaklı girişimlerden uzak durulmasını önemserken, aynı zamanda İsrail’in Suriye politikasına karşı ortak bir denge arayışında. Bu hat, bölgedeki kırılgan dengeyi anlamak açısından kritik öneme sahip.

Bölgedeki en dikkat çekici gelişme, İran Cumhurbaşkanı’nın Muhammed bin Selman’a gönderdiği mektup oldu. Resmî açıklamalar “ikili ilişkiler” çerçevesinde sunulsa da, mektubun zamanlaması, Tahran–Washington görüşmelerinin yeniden başlatılması ihtimalini gündeme getiriyor. Bazı kaynaklara göre mektup, Hamaney’in onayıyla gönderildi. Aynı gün Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Tahran’a gitmesi, Ankara’nın da bu mesaj trafiğinde rol oynayabileceğini gösteriyor.

Bütün bu gelişmeler, Suudi Arabistan–Türkiye–Pakistan üçgeninin bölgedeki savaş riskini azaltmak için diplomatik kanalları açık tutmaya çalıştığını gösteriyor. Eğer ABD–İran dolaylı görüşmeleri yeniden başlarsa, bölgenin önümüzdeki döneminin şekilleneceği ana tablo bu masada çizilecek gibi görünüyor.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version