Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İngilizlere söven İngiliz!

İngilizlere söven İngiliz!


MAHMUT AKPINAR | YORUM

Taksi şoförlüğü toplumu tanımak, problemleri, gelişmeleri, değişimleri görmek için önemlidir derlerdi. Bunu iki yıldır tecrübe ediyorum. Gerçekten her türden insanla muhatap oluyor, konuşuyor, dokunuyorsunuz.

Normalde çok kibar olan, niyetini, siyasi görüşünü, dini yaklaşımını, hayat tarzını kolaylıkla ifade etmeyen İngilizlerle son dönemde ırkçılık denebilecek tecrübeler yaşadım. Özellikle aşırı sağ politikacı Nigel Farage’ın göçmenleri hedefe koyan popülist söylemlerinden sonra göçmen düşmanlığı görünür şekilde yükseldi.

Bazı ingilizlerden ırkçılık olarak yorumlanabilecek davranışlara maruz kaldım. Aksanımız, tipimiz ele verdiği için yabancı olduğumuz hemen anlaşılıyor. İki-üç ay önce, Farage’ın söylemlerinin gündemi domine ettiği dönemde, İngiliz nezaketine yakışmayacak şekilde çok kimse doğrudan “Nerelisin? Müslüman mısın? Neden geldin? Ne zaman döneceksin?” gibi sorularla karşılaştım. Bu durum beni kaygılandırmıştı.

Popüler medyada yükselen bazı yaklaşımlar, konjonktürel söylemler bazı dönemlerde toplumları, indirgenmiş yorumlarla ve “ırkçılık matrisi” üzerinden okumamıza neden oluyor. 1970’lerde ABD’de geliştirilen Critical Race Theory (CRT), başlangıçta tarihsel eşitsizlikleri ve yapısal ırkçılığı görünür kılmak gibi amaçlara hizmet ederken, bazı yorumlarında “beyazlık” (whiteness) kavramını bireyin niyetinden, ahlakından ve kişisel hikayesinden bağımsız bir baskı mekanizması olarak konumlandırıyor. Beyaz olmayı peşinen suçlu, beyaz olmayanı peşinen mağdur görme gibi uç yorumlara varabiliyor.

Günün sonunda ironik biçimde bireysel çeşitliliği göz ardı ederek, kolektif suçluluk veya kollektif mağduriyet oluşturulabiliyor. Oysa ırkçılıkla mücadele, bireyleri ten rengiyle toptan yargılamaksızın, korku, cehalet ve adaletsizliğin köklerine inerek yapılmalıdır. Aksi halde “Irkçılıkla mücadele ediyoruz!” derken, karşıt kimlikleri körükleme tuzağına düşebiliriz. 

Sosyal bilimlerde laboratuvar yoktur. Büyük, iddialı teoriler gündelik hayatta sokaklarda, otobüslerde, taksilerde, uber koltuklarında sınanır, test edilir. Buralar sosyolojinin en gerçekçi laboratuvarlarıdır. Gordon Allport klasik Intergroup Contact Theory (Gruplararası Temas Teorisi) yaklaşımında: “Farklı gruplardan bireyler arasında eşit statüde, ortak hedeflerle ve işbirliği içinde gerçekleşen temas, önyargıları azaltır, empatiyi artırır ve stereotipleri kırar” diyor.

Bu tür insani temasların ‘anksiyeteyi azaltarak, perspektif almayı, iletişimi teşvik ettiğini, önyargıları azalttığını ve dönüştürücü’ olduğunu söyler.

Geçen Cuma yaklaşık 9 saat boyunca Uber yaptım. Az önce de söylediğim gibi, Uber taksiciliği rastgele insanlarla temas ettiğiğiniz için toplumun ruh halini, önyargılarını ve çelişkilerini gözlemlemek açısından benzersiz fırsatlar sunuyor. Aldığım yolculardan birisi benimle aynı yaşlarda, kilolu, hayatı çatılarda geçen bir İngiliz çatı ustasıydı.

Fiziksel olarak yorgun, zihinsel olarak biraz dağınık ama konuşkandı. Gün boyu çalışmış, iş çıkışı bir pub’a (birahane) uğramış, alkollüydü. Kendisini bir pubdan alıp başka bir puba götürdüm. “Sen de benim gibi yaşlı ve kilolusun, çatılardan düşmeyesin!” diye şaka yaptım. O da kendinden emin şekilde, “Ben gençlerden iyi yaparım!” dedi. Emekçi olmamızdan, hayatımızı kazanmak için çalışmanın öneminden vs konuştuk.

Sohbet ilerledikçe “İçer misin?” diye sordu, “Hayır!” dedim. “Müslüman mısın?” dedi, “Evet” dedim. Bunları artniyetten uzak, konuşmanın akışı içinde sordu. Konuyu İngiltere’de yükselen ırkçılığa getirdi. Sonra alkolün de verdiği rahatlıkla genellleyerek ingilizlere sövmeye başladı. “Bir sürü beyaz ingiliz tanıyorum, haftada yedi gün yatıyor, çalışmıyor, vergi vermiyor, sonra da göçmenlere düşmanlık yapıyor!” dedi. Ama her iki lafının arasına bir küfür sıkıştırarark anlatıyordu bunları: “Sen ve ben çalışıyoruz ve vergi veriyoruz, (küfür ederek) bu beyaz domuzların çoğu vergi de vermiyor!”

Konu bir ara Trump’a geldi okkalı bir küfür de ona saydırdı. “Hiç ABD’ye gittin mi?” diye sordum. Yine küfrederek, “Amerikaya niye gideceğim! Kriminalım diye beni almıyorlar zaten!” dedi. Anladığım kadarıyla bir hapishane geçmişi de vardı.

Kendisi de öyle olduğu halde, yolculuk boyunca Beyaz İngilizlere saydırdı, türlü küfürler etti. Arada söylediklerini bana da teyit ettirmeye çalışıyordu. Ama ben katılmadım. İngiltere toplumunun dünyanın pek çok yerinden daha hoşgörülü, kapsayıcı olduğunu, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve kuvvetler ayrılığının bu ülkeyi ayakta tuttuğunu söyledim.

Türkiye gibi harika bir ülkenin kötü yönetimle nasıl yaşanmaz hale geldiğini, buna karşılık hukuk ve demokratik altyapısı nedeniyle gri, yağmurlu İngiltere’nin dünyanın dört bir yanından mazlum insanlar için sığınak olduğunu anlattım.

Bu, teorik bir tartışma değildi; iki emekçinin, iki sıradan insanın önyargılarını ve itirazlarını paylaştığı sahici bir andı. Allport’un temas hipotezinin tam da burada işlediğini gördüm: Eşit statüde (ikimiz de çalışan emekçileriz), ortak bağlamda (Uber yolculuğu) ve işbirliği içinde (samimi sohbet) geçen bu temas, karşılıklı anlayışımız güvenimizi artırdı. Adam inerken elimi sıktı, teşekkür etti, “Good man” dedi ve dikkate değer bir bahşiş bıraktı. Zira iki insan olarak görüştük; ne ben ona ingiliz diye baktım, ne de o bana ’ülkemi işgal eden karakafalı’ göçmen olarak baktı.

Aslında ırkçılıkla, İslamafobi ile, göçmen düşmanlığıyla mücadelenin anahtarı burada yatıyor. Bazıları her göçmeni potansiyel suçlu görüp, toptan mahkûm etme, dışlama, eğiliminde olabiliyor. Oysa o bireylerin herbirinin kendine göre hikayeleri var. Türlü zorluklardan kaçarak, ülkesini terk etmek zorunda kalmışlar. Her birinin geride bıraktığı hayatlar, hatıralara, bazen makamlar, konumlar, servetler var.

Çoğu göçtüğü ülkede tüm kazanımlarını kenara bırakıp en dipten hayata başlıyor. Keza, ‘Beyazlar’ ‘İngilizler’ ‘Fransızlar’ ‘Almanlar!’ dediğimizde de genelleme yapıyoruz. Oysa göçmenleri göçmenlerden çok öte savunan beyazlar, İngilizler, Fransızlar var. ‘Beyazlık’ veya ‘göçmenlik’ kavramlarını ontolojik bir ‘suç’ haline getirmek, bireyi niyetinden, ahlakından ve kişisel hikâyesinden bağımsız olarak konumlandırıyor.

Yabancı ve göçmen düşmanlığını aşmanın yolu, ne beyazları şeytanlaştırmaktan, ne mağduriyetleri inkâr etmekten değil; daha çok işbirliği yapmaktan, diyalog kurmaktan, hikayelerimizi paylaşmaktan, eşit temaslar kurmaktan geçiyor.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version