DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Koçyiğit, gündeme ilişkin kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Yayımlanan tutanağın Öcalan’ın değerlendirmelerini yansıtmaktan uzak olduğunu söyleyen Koçyiğit, metinde Öcalan’ın, “Suriye, SDG-YPG ve Şara’ya dair” kritik tespitlerinin yer almadığını, ayrıca bu özetin kendileriyle paylaşılmadığını vurguladı. “Yayımlanan notlarda imzamız yok.” diyen Koçyiğit, Öcalan’ın YPG’nin koşulsuz şartsız kendini lağvetmesi yönünde bir ifadede bulunmadığını kaydetti. Koçyiğit, ayrıca, “AKP’nin bu süreci oy kaygısından bağımsız yürüttüğünü hiç düşünmedim.” ifadelerini kullandı.
DEM Parti’nin Grup Başkanvekili ve Meclis’te kurulan süreç komisyonunun parti koordinatörü Gülistan Koçyiğit, T24’te Cansu Çamlıbele yaptığı değerlendirmede İmralı ziyaretine dair tartışmaları, görüşme sonrası yapılan ilk toplantının içeriklerini ve Abdullah Öcalan’la gerçekleştirilen görüşmeye ilişkin tutanak özetine dair iddiaları cevapladı. Koçyiğit’e yöneltilen soru ve cevaplardan bazıları şöyle:
- 24 Kasım gününe dönersek, sanıyorum herkesin aklında en çok kalan şey Adalet Kalkınma Partili heyet üyesi Hüseyin Yayman’ın sizler İmralı’da birlikteyken kendisini arayan gazetecilere “Ben gitmedim” demesi oldu. Gerçek birkaç saat içinde Meclis Başkanlığı açıklamasıyla ortaya çıksa da Yayman’ın tavrının neden olduğu soru işaretleri ortadan kalkmış sayılmaz. Bu tavrı DEM Parti olarak nasıl yorumladınız?
Biz bu ziyareti gizli kapaklı, utanılacak, sıkılacak bir ziyaret olarak hiçbir zaman düşünmedik. Oldukça meşru, gayet açıktan yapılması gereken bir ziyaret olduğunu düşünüyoruz. Gidiş kararı Komisyon’da nitelikli çoğunlukla alındı. O arada günün trafiği içinde “Gitmedik, orada değiliz” gibi beyanları doğru bulmadık. O anlamda da bir talihsizlik oldu.
- Tabii orada Hüseyin Yayman’ın kişisel pozisyonundan ziyade iktidar partisinin tavrı tartışıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Adalet Kalkınma Partisi’nden tam bir sahiplenme görülmediği için de tartışma büyüdü. Doğaldır ki Yayman’ın kamuoyunu yanıltan beyanı Erdoğan’ın isteksizliğinin, çekimserliğinin bir yansıması olarak yorumlandı. Sizce bu okuma yanlış mı?
Böyle bir bakış açısı nedeniyle mi böyle bir tutum aldı yoksa o günkü güvenlik kaygısı nedeniyle mi bunu yaptı, bunu bilme durumum yok açıkçası. Ama tabii ki bu bahsettiğiniz algıyı besleyen başka nedenler var mıdır, o siyasi pozisyon alış bunu etkilemiş midir? Onu sanırım en iyi kendisi yanıtlayabilir. Fakat bu durum nedeniyle meselenin özünün gölgelemiş olması nedeniyle üzgün olduğumuzu ifade edeyim. Çünkü bu ziyaretin kendisi çok tarihi bir ziyaretti, çok kıymetli bir ziyaretti. Tarihi bir eşiği, kritik bir eşiğin aşılmasına yol açan bir ziyaretti.
- Aşılan eşiğin ne olduğunu detaylandırmanızı rica edeceğim. Size göre Meclis Komisyonu’ndan bir heyetin kendisini İmralı’da ziyaret etmiş olması Abdullah Öcalan’ın artık siyasette bir muhatap olarak görüldüğünün, yani Öcalan’ın siyasi rolünün teyidi midir?
Evet, bu aynı zamanda Kürt sorununun aynı zamanda bir siyasal sorun olduğunun tescillidir bence. Aynı zamanda Sayın Öcalan’ın bir siyasi aktör olduğunun da teyididir bu ziyaretin kendisi. Çünkü Türkiye’de genel olarak, “Şiddet ve çatışma sonlanırsa, Kürt sorunu da biter” gibi bir çıkarsama yapılıyor. Bir siyasal çözüm arayışımız varsa- ki bu olmalı- o zaman bu siyasal çözümünü konuşacağımız kişinin bizzat kendisi Sayın Öcalan’ın kendisidir, diğer bütün aktörlerle beraber.
Screenshot
- Gelelim Şamil Tayyar’ın malum X paylaşımına. Gerçi sonradan sildi o mesajı ama belli ki AKP içinden birilerinden bilgi alarak yazmıştı. Hükümet cenahında birilerinin görüşmeyi Tayyar’a bu şekilde aksettirdiği kanaati oluştu mu sizde de?
Bu kadar şeyi kendisi oturduğu yerden yazıyorsa, bu bir problem. Ama yok, bunları birileri söylediyse kendisine, bu da ayrı bir problem- ki ben birilerinin söylemiş olma ihtimalinin daha güçlü olduğunu düşünüyorum açıkçası. O nedenle de hemen söyleyeyim; yazılanların çarpıtılmış, olmamış şeyleri olmuş gibi gösteren, kamuoyundaki bazı algıları yönetmeye çalışan bir akılla söylenmiş şeyler olduğunu düşünüyorum. Çünkü hiçbir şekilde yaptığımız görüşmenin içeriğiyle attığı tweet arasında bir gerçeklik bağı yok. Tamamen tahrif edilmiş, tamamen yalan bilgi.
- Buradan sizin Öcalan’ın söyledikleri konusunda Mezopotamya’ya verdiğiniz demece geçmek istiyorum. Siz Öcalan’ın “Sürecin başarısız olması durumunda darbe mekaniği devreye girecektir ve bu en nihayetinde birçok kesime de yönelecektir” dediğini aktardınız. 2013–2015 yılları arasındaki çözüm sürecini ve oradaki çözüm karşıtı odakların süreci nasıl sabote ettiğini hatırlatmış. Öcalan buradan hareketle Tayyar’ın öne sürdüğü gibi Erdoğan’ın temkinli halini anladığını ima etmiş olabilir mi?
Birilerinin zorlandığına dair bir ifadesi olmadı. Darbe mekaniği meselesine ise geçmişe referansla “Bu sefer de olmazsa darbe mekaniği devreye girebilir” gibi bir yerden değindi.
“Süreci bozmak isteyen etkenlere ve güçlere dikkat çekti, öyle detaylı darbe analizi yapmadı”
- Türkiye yakın tarihinde çok farklı darbeler yaşadı ve hepsi iktidar partisini ya da koalisyonunu hedef alan müdahalelerdi. Yine benzer bir askeri müdahale olasılığını mı kastetti sizce? Ya da tam olarak neyi kastetti, siz anlayabildiniz mi?
Ben daha çok siyaseten sürece öncülük yapanların hedef alınabileceğini anladım. Yani bir siyasi darbeyi kastetti. Bana kalırsa burada sadece süreci bozmak isteyen etkenlere ve güçlere dikkat çekmek istedi. En nihayetinde sürecin başarısız olmasını isteyenler de boş durmuyorlar. “Dikkat etmek gerekir” dedi yani. Öyle detaylı bir darbe analizi yapmadı.
- Anladığım kadarıyla Feti Yıldız ve Hüseyin Yayman sorularıyla Öcalan’ın YPG’ye de silah bırakma çağrısı yapma niyeti olup olmadığını anlamaya çalışmış. Sizin anlattıklarınızdan sürdüğüm izler beni o noktaya götürüyor. Öcalan ise SDG yönetimi ile geçici Şara yönetimi arasında imzalanan 10 Mart mutabakatının uygulanmasını söylemekle yetinmiş. Hatta diyorsunuz ki Öcalan, “Demokratikleşme olmazsa Şara’nın neye dönüşeceğini ifade etti”. Neye dönüşebilirmiş El Şara, Öcalan’a göre?
Diktatöre. Bu ifadeyi kullandı.
- Şimdi Öcalan’ın bu cümlelerini süzdüğümde YPG’nin kati suretle bütün silahlarını bırakması gerektiğine dair bir söyleme ulaşmıyorum kendi adıma. Yani Öcalan genel bir çerçeve çizmiş ve net bir söylemde bulunmamış. Hatta Şara’nın bir diktatöre dönüşme potansiyeline değinerek işlerin Suriye’de nasıl gelişeceğini izleyeceği sinyalini vermiş. Ezcümle, Öcalan YPG koşulsuz şartsız tüm silahlarını bırakıp kendini PKK gibi lağvedecek dememiş. Doğru mu?
Doğru.
- O halde şu yorum da doğru olur mu; Şara’nın diktatöre dönüşme eğilimi göstermesi durumunda YPG zaten silah bırakmaz. Söyledikleri tersten okunduğunda Öcalan bunu da ima etmiş olmuyor mu?
Hayır aslında şöyle; Suriye’de Hafız Esad döneminden bu yana Esad ailesinin hanedanlığına dair bir değerlendirme yaptı. “Bir aile hanedanı oldular. Ve görüyoruz işte Suriye bölgenin en yaralı, en acılı coğrafyası. Bugün de Şara’nın dönüştüğü söyleniyor. Eğer gerçekten dönüştüyse o zaman demokratikleşmenin olması gerekiyor dedi. Ama eğer demokratikleşme olmazsa Şara da bir diktatöre dönüşecektir dedi. Öyle bir durumda neler olabileceğini biliyoruz” dedi.
- O halde Öcalan’ın Suriye için yol haritası nedir? Siz tam olarak ne anladınız?
Çok açık ve net bir şekilde şunu söyleyebilirim; demokratik bir Suriye. O zaman burada askeri bir sorun da kalmayacaktır. Yani YPG orduya mı entegre olmuş yoksa asayiş mi olmuş hususu ikinci, üçüncü, dördüncü gündem olacaktır. Çünkü zaten demokratik bir birlik sağlanmış olacaktır.
- Peki, kendi koşullarıyla ilgili iletişiminin kolaylaştırılması dışındaki beklentilerini dile getiren bir cümlesi oldu mu ziyaretiniz sırasında?
Süreci ilerletebilmesi için koşullarının değişmesi gerektiğini söyledi. Biz de zaten bunu söylüyoruz. Mevcut koşullarda süreci yürütmenin zorluğu açık ve net. Çok güvenlikli bir cezaevinde bulunuyor ama çok temel, çok tarihsel bir meselenin çözümü için çalışıyor ve çabalıyor. Bunun için çalışma koşullarının düzenlenmesi gerektiğini ifade etti. Biz de zaten hep söylüyoruz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ‘umut hakkı’ kararı var. Konsey de karar aldı. Bu ilkenin tanınması gerekliliği bizim açımızdan çok açık ve net.
- Hazır siz AİHM’in başka bir kararına atıfta bulunmuşken aynı mahkemenin Selahattin Demirtaş kararı da var biliyorsunuz. Ve beklenti ekim ayı başında Türkiye’nin devlet olarak itirazlarını çekmesi, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın yeni bir düzenlemeye ihtiyaç olmadan tahliye olmaları yönündeydi. Olmadı. Hatta iki hafta önce Selahattin Demirtaş hakkında cumhurbaşkanına hakaretten yeni bir dosya düzenlendi. Bunun DEM Parti açısından anlamı nedir?
Çok anlamı var. Çok açık ve net söyleyeyim. Türkiye’de süreç karşılığı dair bir hat olduğunu biliyoruz ki normalde bu hattın ürettiği çok bir argüman yok. Ama bunu hükümet kendi üretiyor. 19 Mart’ta başlayan operasyonlar, basına yönelik hukuksuzlukların kendisi, kayyımlardan geri adım atılmaması, ‘kent uzlaşısı’ gibi garabet davalar açmak… İşte bu argümanların her birini de bizzat hükümetin kendisi üretiyor.
Şimdi bu argümanların üzerine bir de kamuoyunda bu kadar beklenti yükselmişken, zaten 2016’dan beri hiçbir suç olmadan cezaevinde tutulan Sayın Demirtaş ve diğer arkadaşlarımızın tutukluluğunun devamını sağlayacak yeni yollara tevessül etmenin kendisi tam da buna hizmet ederler. Sayın Demirtaş şu an bizim yanımızda olmalıydı, bu süreci topluma anlatmalıydı, barışı birlikte konuşmalıydık, barışı birlikte anlatmalıydık.
Sonuçta çok etkili bir aktör bu siyasal hareketin içerisinde. Aynı zamanda Türkiye’nin çok farklı çevrenin tarafından da sevilen, sayılan, önemsenen bir aktör. Gerçekten bundan ne murat edildiğini anlayamıyoruz. Akıl tutulması. Burada sürecin selametini gözetsek, Sayın Demirtaş’ın çıkması gerekir.
- Tekrar 24 Kasım 2024 tarihinde İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptığınız görüşmeye dönelim. Siz DEM Parti olarak döner dönmez Komisyon’un ivedilikle toplanmasını ve tutanakların tam olarak Komisyon toplantısında açıklanmasını istediniz. Ancak toplantı iki kez ertelendikten sonra ancak ziyaretten 10 gün sonra 4 Aralık tarihinde yapılabildi. Bu sefer de tutanak krizi çıktı. Zira Meclis Başkanlığı, size göre ‘görüşmenin bütünlüklü ruhunu aksettirmeyen bir biçimde’ kısaltarak tutanağa geçirdi. Nedir tam olarak sorun sizin açınızdan?
Bizim üç üye olarak altına imza aldığımız 16 sayfalık bir tutanak vardı ve bu tutanak Meclis Başkanlığına teslim edildi. Bu yeni çıkan ve özet diye ifade edilen tutanağa hiçbir dahlimiz ve altında hiçbir imzamız yoktur. Bu metnin dizaynında hiçbir dahlimiz yoktur. Bilgisine de sahip değildik, dün öğrendik. Biz imza altına alınan 16 sayfanın Komisyon’a ve kamuoyuna açıklanması gerektiğini düşünüyorduk. Bu bizim imzayla sunduğumuz tutanaktan süzülerek kendilerince çıkardıkları bölümün, Sayın Öcalan’ın bir bütün olarak görüşlerini ve görüşmenin ruhunu yansıtmaktan uzak olduğunu ifade edebiliriz. Sayın Öcalan birçok başlıkta derinlikli değerlendirmeler yaptı. Biz birebir kendi cümleleriyle yaptığı değerlendirmelerin Komisyon’a yansıması gerektiğini düşünüyoruz. Ama burada bir alıntılama ve dolaylama üzerinden aktarım yapılmış. Yapılması gereken kendi cümlelerinin direkt kamuoyuna ve Komisyon’a aktarılmasıydı. Burada bir yöntem yanlış olduğunu düşünüyoruz.
Çok derin yaptığı değerlendirmeler bir iki cümleyle ve bağlamını yansıtmayacak şekilde özete konulmuş durumda. Bu yöntem doğru değil ve biz de bunu kabul etmiyoruz. Bizim altına imza attığımız 16 sayfalık tutanağın kamuoyuna açıklanması talebimiz baki. Bu talebi dünkü Komisyon toplantısının ardından Meclis Başkanlığına ilettik. Hala bunun yapılmasını bekliyoruz yani.
- Meclisin Başkanlığı’nın açıkladığı ‘özet’e bakınca sizin biraz önce detaylandırdığınız Suriye bölümünün çok kısa biçimde ve can alıcı bölümüne yer verilmeden konulduğunu görüyorum. Benim sizin aktarımlarınızdan anladığım Öcalan Suriye’ye ilişkin net bir çağrı yapmak yerine gelişmelerin izlenmesi gerektiğine işaret etmiş. Şara ile ilgili kuşkularına yer dahi verilmemiş. Yanlış mı anlıyorum metni? Mesela sizin bu ‘özet’te eksik gördüğünüz yerlerin başında bu mu var?
Çok doğru yorumladınız. Suriye bağlamında yaptığı değerlendirme çok genişti. Üniter devlete karşı olmadığını ama Suriye’nin demokratik olması gerektiğini, yerel demokrasinin olmazsa olmaz olduğunu, Şara’nın bugün dönüştüğünü söylediğini ama bu dönüşüm demokratik bir dönüşüm olmazsa bir demokrasi Şara’nın da bir diktatöre dönüşeceğini ve Suriyelilerine yeniden acı getireceğini çok açık ve net bir şekilde söyledi. Bu özet metinde bunlara dair hiçbir vurgu yok. Çok sıradan bir değerlendirme var, genel geçer ifade edilmiş. Oysaki bu, kamuoyunun en fazla merak ettiği başlıklardan birisini oluşturuyor. Koşullar oluştuğu zaman Suriye meselesinin çözümüne de katkı sunabileceğini söyledi örneğin. O da tam anlamıyla özet metne yansımış değil.
- Sizin görüşmenin içeriğine dair bu mülakatta benimle paylaştıklarınıza bakınca, daha önce de sormaya çalıştığım üzere YPG özelinde bir silah bırakma ya da kendini lağvetme çağrısı duymuyorum. Acaba iktidar bloğu da bunu duymadığı için bu bölümü perdelemeyi, genel geçer cümlelerle geçiştirmeyi tercih etmiş olabilir mi? Yani Öcalan’dan duymayı umut ettikleri şeyi duymadıkları için mi tutanak ‘özetlendi’?
Gerçekten niyeti bilmiyoruz. Neden böyle yapıldığına dair bir fikrimiz yok. Ama yapılanın yanlış olduğunu biliyoruz. Burada çok ciddi bir yöntemsel bir sorun yaşıyoruz. Kamuoyundaki birçok tartışma açısından bugün en şeffaf olunması gereken gün. O görüşmeyi ve tutanağını kamuoyuna ve Komisyon’un bilgisine sunmamayı gerektirecek hiçbir durum yok bizim açımızdan.
- Dün şu açıdan enteresan bir tablo ortaya çıktı. Sizin DEM Parti olarak 24 Kasım ziyareti için oluşan heyete üye vermeyen CHP’ye yönelik çok sert eleştirileriniz oldu. Ama dün nihayetinde CHP de sizin gibi tam tutanağın açıklanmasını talep etti. Yani döndünüz aynı yerde buldunuz kendinizi. Hani bu konuda bir samimiyet tartışması yapılıyor ya sizin dün itibarıyla AKP’nin siyasi iradesiyle ilgili soru işaretleriniz artmış mı oldu?
Açıkçası samimiyet tartışması birazcık subjektif bir tartışma olabilir. Ama bugün bu meselede muhalefetin de payının olduğunu ifade edelim. Muhalefet partileri en başta demokratik denetim yetkisi nedeniyle bile heyete üye vermiş olsalardı, bugün çok daha farklı bir pozisyonda olabilirdik açıkçası. Bu tablo da ortaya çıkmayabilirdi.
- Yani CHP’den bir üye de heyette olsaydı Meclis Başkanlığı’nı tutanağı tam kayıt altına alındığı gibi açıklamaya zorlayabilir miydi? Bunu mu söylemeye çalışıyorsunuz?
Şunu söylemek istiyorum; daha çok kişi bilgilenmiş olacaktı. Sayın Öcalan’ın ne söylediğini birebir dinleme fırsatı olacaktı ve gelip partilerine de birebir aktarma imkânı bulacaktı. Böyle bir yöntemin önünü kesmek açısından da çok daha güçlü bir pozisyon açığa çıkmış olacaktı.
- Siz 24 Kasım görüşmesiyle ‘tarihi bir eşiğin atlandığını’ düşünüyorsunuz. Ama bir yandan siyasi irade ‘atlanan eşiğin ne olduğunu’ tam olarak kamuoyuna açıklamaktan imtina ediyor. Eşik aslında atlanamamış da olabilir mi gelinen noktaya bakılınca?
Biz bu noktada, “Süreç sekteye uğrar” ya da “Şöyle olur, böyle olur” gibi bir değerlendirmeden yapmaktan ziyade şunu düşünüyoruz; bu yapılan, aşılmış kritik eşiğe ve bu kadar tarihi bir görüşmeye çok büyük bir haksızlık. Bu görüşmenin içeriğinin hem kamuoyuna hem de Komisyon’a birebir aktarılmaması çok ciddi bir hatadır. Tabii ki bunun yaratacağı bazı sıkıntılar da olacaktır. Biz zaten en büyük hatanın baştan yapıldığını düşünüyoruz. Yani bir görüşmenin tutanağının tartışması on gün sonra yapılmaz. Geçen hafta bu iş bitmeliydi. Zaten zamana yayan anlayışın kendisi problemli. 10 gün sonra Komisyon’u toplayıp, sonra da asıl tutanağının içerisinden bir özet sunmak hatalıdır.
Ama en nihayetinde bu artık geri alınamayacak tarihi bir eşiktir ve aşıldı. İstenildiği kadar burada farklı yöntemlerle bu görüşmenin tarihselliğe gölgelenmeye çalışılsın, buna hiç kimsenin gücünün yeteceğini düşünmüyorum. Ama bu adımı sahiplenmede ya da bu tarihi eşiğin farkındalığına ilişkin bir problem olduğunu görüyoruz. Burada bir sorun var. Görüştüğümüz Sayın Öcalan bu sürecin baş aktörü, bu süreci yürüten kişi.
- Siz İmralı’ya gittikten sonra tartışmaların sertleşmesine neden olan şeylerden biri de KCK Yürütme Konseyi’nden Bese Hozat’ın açıklamaları oldu. Hozat’ın “Af değil demokratik siyaset ve özgürlük yasaları istiyoruz” çıkışı sürece ön açıcı tavrıyla adeta liderlik eden Devlet Bahçeli’nin dahi tepkisine neden oldu. Mustafa Karasu ve Murat Karayılan’dan da yine tepkilere neden olan bazı çıkışlar geldi. Kendini lağvedeceğini söyleyen bir örgütün, hala elinde silah olan bazı yöneticilerinin bu tür kritik anlarda üst perdeden açıklamalarla resme girmesinin, demokratik siyaset alanındaki sizleri zora sokan bir yanı yok mu?
Biz sonuçta siyasi alandayız, demokratik siyaset yürütüyoruz ve o süreci gerçekten büyük bir hassasiyetle yürütüyoruz. Ama tabii ki bu sürecin elinde silah tutan bir tarafı var, bir tarafı da devlet. Bu anlamıyla karşılıklı yaptıkları açıklamalara bizim bir şey deme şansımız yok açıkçası. Bugün siyasetin inisiyatif geliştirmesi gerekiyor. Siyaset nasıl inisiyatif geliştirir? Gereğini yaparak, süreci ilerleterek, elini gerçekten taşın altına koyarak, sorumluluk alarak, özellikle de sürecin gereklerini yerine getirerek. Bu tarz açıklamaların olması istenmiyorsa, burada siyasetin sorumluluk alması gerekiyor.
Bakın aylar geçmiş…11 Temmuz’un üzerinden kaç ay geçmiş, hala silah bırakanın geleceği bir siyasal ve hukuksal zemin yok. Hangi hukuksal rejime tabi olacaklarına dair en ufak bir belirti yok. Onun için ona buna kızmaktan ziyade bence biz siyaset kurumu olarak neyi hızlı yapmalıyız, neyi ivedilikle yapmalıyız onu konuşmalıyız. Normalde ekim ayı başında sürecin tamamlanması, raporun ve yasa taslaklarının genel kurula sunulmuş olması gerekiyordu. Biz daha raporun çerçevesini dün tartışabildik. Uzayan her şeyin en nihayetinde süreçte gerilimler yaratacağını görmemiz gerekiyor.
- Aslında 24 Kasım’da İmralı’ya yaptığınız ziyaret öncesinde ve sonrasında yaşanan tartışma sizin DEM Parti olarak iktidarla yaşadığınız görüş ayrılıklarını gözler önüne sermiş olsa da belli bir muhalif kesim var ki sizin artık Cumhur İttifakı ile birlikte hareket ettiğinize körü körüne inanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Temmuz’da yaptığı “Biz artık AK Parti, MHP ve DEM birlikte yürümeye karar verdik” açıklaması da bu algıda önemli rol oynadı. Bu açıklamaya ve yarattığı imaja neden itiraz ediyorsunuz?
Bunu kesinlikle kabul etmiyoruz ve bu nedenle bize haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Ülkeyi demokratikleştirmek için mücadele etmek gerekiyor. Şu anda ülkeyi demokratikleştirecek çözüm süreci nedeniyle iktidarla bir diyaloğumuz var, bir tartışmamız var. Ama bu bizim, Cumhur İttifakı’na eklenmemiz olarak asla okunamaz.
- İktidarın kafasının arkasında bu süreç sayesinde Erdoğan’ın Kürtlerin de desteğini alarak dördüncü dönem cumhurbaşkanlığını garantilenebileceği umudunun olduğu yorumları sıkça yapılıyor malumunuz. Yani Erdoğan’ın başkanlığı yine 2015’te olduğu gibi çözüm süreci içinde bir çekişme hattına dönüşebilir gibi gözüküyor. Bu yönde bir kaygınız var mı?
Tabii ki bu süreç yürürken birilerinin başka ajandaları olabilir. Bu süreci başka çıktılarla kazanıma dönüştürmek isteyebilirler. Bizim bunu bilme şansımız yok. Ama bu konuda bize gelmiş hiçbir talep yok. Bu başlıkta bizim masamızda olmuş hiçbir tartışma da yok. Bizimle hiçbir temasta “Bunu bir ittifaka dönüştürelim, bunu işte bir seçim ittifakına çevirelim, bu süreci kotaralım sonra başka şeyler yapalım” gibi hiçbir gündem konuşmuş değiller.
Anayasa tartışması örneğin bizim hiçbir zaman masamıza gelmedi. 12 Eylül bakiyesi bir anayasa var ve evet bundan kurtulmak lazım. Ama muhalefetin içinde olmadığı, toplumun katılımının sağlanmadığı, toplum karşıtı bir anayasaya bizim onay vermemiz asla mümkün değil. Biz her zaman söyledik; anayasayı değiştirmeden önce anayasanın değiştirilmesinin koşullarını sağlamak gerekiyor. Şimdi, ana muhalefet partisi böyle bir süreç içinde olmayacağını söylüyor, diğer partiler olmayacağını söylüyor. O zaman nasıl olacak bu anayasa? AKP’nin, Cumhur İttifakı’nın mutfağında pişip önümüze gelen bir anayasaya bizim onay vereceğimizi düşünmek bizi tanımamaktır.
- Şu ana kadar yaşadıklarınız üzerinden bir değerlendirme yapsanız, AKP’nin ‘Terörsüz Türkiye’ projesini bir iktidarda kalma aracı olarak gördüğünü düşünür müsünüz, düşünmez misiniz?
Ben iktidarın, iktidarda kalıp kalmamaktan bağımsız olarak bu süreci yürüttüğünü hiç düşünmedim. Hâlâ da düşünmüyorum açıkçası. Mesela bunu MHP için düşünürüm. Oy kaygısı gütmeden süreci yürüttüklerini, sürece samimiyetle sahip çıktıklarını ve çok ciddi bir aldıklarını da görüyorum açıkçası. Ama bunu AKP için söylemek mümkün mü? Hayır. AKP bu süreci, seçim tartışmalarından, oy kaygısından, taban kaygısından azade mi yürütüyor? Hayır. Aynısı CHP için de geçerli.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

