Analiz / İsmail S. Gülümser
Kendileriyle uzlaşmayan tüm kesimlere sırayla kara çalıyor, ellerindekini alırken kimsede itiraz mecali bırakmıyorlar…
Son günlerde ülkemiz uyuşturucu-fuhuş-kadın ticareti-bahis ve “köşe dönme” skandallarıyla sarsılıyor. Her şeyin özgürlük kapsamında yapıldığı en liberal ülkelerde bile rastlanmayacak ölçüde çirkin olaylar, siyasal İslam iddiasındaki bir iktidar döneminde yaşanıyor.
İran Devrimi’nin dünyada doğurduğu tepkiden ders alan iktidar, hiçbir hamlesini doğrudan kendi üzerinden yürütmüyor. Her hamlesini hazırladığı bir senaryo üzerinden hayata geçiriyor. Yaşananlar aşamalı bir planın parçası gibi, biz AKP gençliğinin dejenerasyonunu tartışırken, onlar istediğine operasyon başlatıyor.
Bağırsak temizliği mi, muhalefetin son kalelerini yıkma girişimi mi?
10 yılı aşkın süredir tamamen bir istihbarat devletine dönüşen ülkede, yöneticilerin yakın adamlarının en çirkin zaaflarına göz yumulması, bilerek ve isteyerek yapılmış bir tercihe benziyor. Her şeyi mübah gören bir çete, kendi gençliğini de kurban etme pahasına çürümeye izin vermiş ve bunu bilinçli biçimde takip etmiş.
Şimdi görünüşe göre ülkede “bağırsak temizliği” yapılıyor, oysa gerçekte laik ve liberal kesim uyuşturucu fuhuş, bahis gibi sansasyonel olaylarla karalanıyor ellerindeki alınırken toplumsal direnç kırılıyor.
Cevheri Güven’in aktardığına göre, “Pelikan grubu” diye bilinenler ülke yönetimini kendi hedefleri doğrultusunda yeniden tasarlamak için kokuşma zeminini özellikle serbest bırakmış ve izlemişler. Yönetim kimin malına el koymayı planlıyorsa, onu herhangi bir kusuruyla ifadeye çağırıp suçla ilişkilendiriyorlar. En çirkin suçlamayla, savunulamaz hale getirilen kişinin elindekini alırken itiraz yollarını kapatıyorlar.
Bütün savcıları emir eri haline getirmiş bir yönetim, kendi içinde parlatıp yükselttiği gençlerin her türlü sırrını kasıtlı biçimde açıktan ifşa etti. Önce kendilerinden başlayarak kamuoyunda bir “temizlik” imajı oluşturdular, ardından istediklerine kara çalıp mallarına el koyuyorlar. Suç bulaşmasın diye korkanlar ise, Ciner-Koç grubuna ve ileride İş Bankası’na kadar uzanabilecek dev firmaların zan altında bırakılmasını elleri bağlı izliyor. Ülke bir suç şebekesinin, her gün bir yeri ele geçirmesini tiyatro seyreder gibi takip ediyor.
Gizli emellerine senaryolar üzerinden ulaşıyorlar
Mevcut yönetim, yaptığı hırsızlık-yolsuzluk ve gaspın hiçbirini açık biçimde yürütmedi. Her adımını bir senaryo arkasına gizlediği için, mağdur edilenleri kimse savunamadı. Bugün yaşanan, hâlâ bağımsız kalmış son kalelerin ele geçirilmesine yönelik planlı bir gaspın parçaları gibi görünüyor. İşte geçmiş örnekler:
-Erbakan’ın elinden partiyi alırken önce onun itibarıyla belediye başkanlığı koltuğuna oturdu, ardından ondan habersiz her ihaleden pay alıp kaynak aktardı. Sıfırdan başladığı siyasette 1 milyar dolar kazandığında kendi parti başkanını saf dışı bırakmakla işe başladı. Hırsızlık servetiyle ayrı parti kurdu, “marjinallikle” suçlayıp erittiği başkanın tırnaklarıyla topladığı kitleyi elinden aldı.
-İlk seçimde kimsenin güç yetiremeyeceği reklamlarla o günkü siyasi partileri karalayıp kirleterek baraj altına itti. Sağ partilerin yıllarca emekle oluşturduğu seçmen kitlesini gasp edip iktidar koltuğunu kaptı.
-Yurt dışından faiz oranına bakılmaksızın alınan ve geri ödenmesi zor kredilerle, ülkenin geleceğini ipotek edip üzerinden kendine servet aktardı. Halkın parasıyla hem hırsızlığı büyüttü hem de “ülke kalkınıyor” propagandası yaparak arka arkaya seçim kazandı. Her şey yolunda gibi görünürken, rüşvetle kandıramadığı hukukçular ve görevini layıkıyla yapan emniyet görevlileri tarafından yakalandı.
17-25 Aralık ülkenin suçlulara teslim tarihi
17-25 Aralık’ta başbakan ve bakanların, rüşvet karşılığında gemilerle petrol kaçakçılığı yaptığı, gıda alışverişiyle sınırlı İran ambargosunu “altın ticareti” gibi gösterip deldiği ortaya çıktı. Çocuklarıyla fısıltılı konuşmalarda sakladıkları, kasalar dolusu paraya dair kayıtlar medyaya düştü. İran’la ticaret için verilen izni suistimal ettikleri, kaçak petrol satışıyla milyarlarca dolarlık servet akladıkları için ABD tarafından uyarıldılar.
“Hayırsever iş adamı” diyerek ekranda konuşturdukları Rıza Sarraf ülkeden kaçtıktan sonra ABD’de sığınma hakkı karşılığı bildiği her şeyi anlattı. Bütün tapelerin doğru olduğunu, kime ne kadar rüşvet verdiklerini, İran’ın petrol satışından yapılan servet transferini belgeleriyle ortaya koydu.
12 yıldan beri hapiste tutulan hukukçu ve emniyetçiler, o kadar net tespitler yapmıştı ki doğrudan muhatabı olan başbakan yolsuzlukta kullandığı bakanları istifaya mecbur etti. Ancak kendisi mahkemelerde hesap verip aklanmak yerine karşı hamle başlattı. Onları yakalayan polis ve savcılara, görevini yapmanın bedelini çok ağır ödetti. Rüşvete tenezzül etmeyenleri darbeyle suçlayıp yargılattı, hapse attırdı.
Suça yatkın yargıçlarla ülke esir alındı
Bunu o günlerde henüz siyasallaşmamış yargı içinden makam ve parayla kandırdığı yargıçlarla yaptı. O tarihten sonra hiçbir yargıç bu şebekenin suçlarını soruşturmaya cesaret edemedi, herkes açıktan yapılan hırsızlıkları görmezden gelip başını kuma gömdü. Toplumu hareket geçirme potansiyeli olan muhalefet ise, parmakla gösterilecek kadar dürüst bir grubun suçlanmasını çok cılız bir iki itirazla geçiştirip kabullendi.
En güçlü muhalefet rolü üstlenen ve yönetimi hırsızlıkla suçlayıp masasına 17-25 saati koyan Bahçeli’de, bir süre sonra uzatılan rüşvete boyun eğdi. Hak etmeden elde edilecek makam ve kadro karşılığı suçluların aklanmasına destek verdi. Bu gelişmeden sonra hiçbir iş normal hukuk düzenine göre yürütülmedi.
Zaafa açık makama kavuşmak için her türlü yasadışı işi yapmaya yatkın aparatlarla, hırsızlar kendilerini yakalayan polisleri suçlu ilan edip hapse attı ve hala serbest bırakmadı. Para kutularıyla görüntülendiği için istifaya zorlanan Egemen Bağış diplomatlıkla ödüllendirildi. Diğer bakanlar işledikleri yüz kızartıcı suçlara rağmen adli emanetteki çalıntı paraları geri aldı, aklanıp yeniden işine döndü.
Hırsızlar, kendilerini yakalayanları suçlu gibi gösterip bunu halka kabul ettirince gemi azıya aldı. Belgeler ortadayken muhafazakârlar gücün yanında saf tuttu, çalışıyor görünenlerin çalmasına göz yumdu. Dindar partililer, içlerinden birinin hırsızlık yapmasından onur duyacak hale getirildi. Birçoğuna ihalelerden pay verildi, kolay yoldan zenginliğe alıştırılanlarla suç ortaklığına dayalı bir dayanışma ağı kuruldu. Toplumun rüşvete karşı tavrı değişti, herkes bulunduğu konumu bir şekilde kullanıp köşe dönmeye başladı.
Adalet çarkları suçluların eline geçti
17-25’te siyasiler yüz kızartıcı suçlarla yakalandı, ancak gereği yapılamadı. Toplum temsilcileri destek vermeyince hukuku savunanların suçlanması seyredildi, devlet aygıtı çöktü ve siyaset kendi sonunu hazırladı. Geçmişte vatanseverlerin suikasta kurban gitmesi gibi, suç şebekelerini yargılamaya kalkanlar da bugünün kirli ortakları tarafından cezalandırıldı.
17-25 Aralık ülke için bir dönüm noktasıdır. O tarihten sonra kimse cesaret edip suçluların peşine düşemedi, masumlar yapmadıkları eylemlerle suçlanırken, suçlular en büyük kusurlarını kahramanlık gibi sunarak halkı kandırdı. Özal’dan sonra devlet kadrolarından çıkarılıp atılan rüşvet düzeni, dindar iktidar döneminde tüm bünyeyi sardı, inananlar “kızı Fatıma bile olsa adaletle muamele” hükmünü buruşturup attı
Dürüstlerin varlığından rahatsız olanlar, iki yıl sonra onları devletten temizleyip yerini suça açıklarla dolduracak bir senaryoyu devreye soktu. 15 Temmuz, hırsızların makam ve parayla kandırdıkları komuta kademesiyle birleşerek ülkeyi hukuk sisteminden kopardığı tarihtir. Kendi kurguladıkları senaryodaki ölümleri masumların üstüne yıktılar, hayatında hiç suça bulaşmamış yüzbinlerce insanı yargıladılar.
Adalet dahil tüm devlet mekanizmalarını kendilerine bağladı, yargıyı kullanarak halkı esir aldılar. Şimdi ülkeyle adeta top gibi oynuyor, vatandaşları manipüle edip kandırarak ülke tapusunu üzerlerine geçiriyorlar. Son günlerde hala muhalefet devam eden %70’e varan kesimin dayanışmasını kırmak için savaş başlattılar.
Yüzde 70’lik muhalif kitleler sahipsiz bırakılıyor
Muhalefeti bir arada tutan en büyük partiyi, seçimden önce eritip yok etmek için her yolu deniyorlar. Toplum tarafından kabul görmüş en güçlü adaylarını çıkmamak üzere içeri atılıp halkın kurtuluş umutlarını kırıyorlar. Muhalefete destek verecek tüm kurumları suçla ilişkilendirilerek toplumla bağını koparıyorlar.
Nedim Hazar’ın ifadesiyle, ”17 Aralık, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük illüzyonunun, yani algı mühendisliğinin yıldönümüdür. Erdoğan, suçüstü yakalandığı bir suç mahallini, mağduriyet kürsüsüne çevirdi.” Bugün yaşananlar da farklı değil, suçla imparatorluk kuranlar, “Aramızda kötüler vardı, sizi mağdur ettiler, biz sizi onlardan kurtarıyoruz” derken muhalefetin elindeki tüm kaleleri birer birer yıkıyorlar.
Özetle bu bir safra temizliği değil, aksine Erdoğan’ın bilinçli olarak tercih ettiği, önce toplumun kokuşmasına izin verip, ardından onları suçlu ilan ederek elindekini alma taktiğidir. Kirli ellerle temiz operasyon yapılacağını sananlar, yanıldıklarını kısa sürede anlayacak. Eğer muhaliflerin toplandığı kaleler “temizlik” bahanesiyle yıkılırken, sağduyu sahipleri uyanmazsa ülkenin tapusu bir çetenin üstüne geçecek.
Herkese bir diğerini hainlikle suçlatıyor, köşe dönerken yaptıkları suçu gözden kaçırıyorlar.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

