ADEM YAVUZ ARSLAN | ANALİZ
Yıllardır 15 Temmuz kumpası üzerine çalışan birisi olarak AKP’li Bülent Arınç’ın KHK TV’den Ahmet Erkan’la röportajı üzerine bir şeyler söylemem şart oldu. Bir şeyler derken aslında uzun uzun anlatacağım. Çünkü konu önemli, Arınç da sıradan birisi değil.
Yazı iki bölüm olacak. İlk bölümde Arınç’ın söylemlerinin analizini, ikinci bölümde de 15 Temmuz’la ilgili bazı şüpheleri sıralayıp Arınç’a neye kefil olduğunuzun farkında mısınız, emin misiniz diye soracağım.
‘Vicdan Kırıntısı‘ mı ‘Devlet Mesajcısı‘ mı?
Arınç’ın vicdan kırıntısı taşıyan birkaç cümlesini görüp röportaja pozitif anlamlar yükleyenler muhtemelen bu yazıyı okumayacak. Ancak fikrin namusu ve Hakk’ın hatırı için Arınç’a şerh düşeceğim. Çünkü Arınç yumuşak ifadeler kullansa da sözleri 28 Şubatçıların “Biz dindarlara karşı değiliz, sorunumuz irticayla!” yaklaşımından çok da farklı değil.
Otoriter rejimler sadece bağıran-çağıran figürlerle çalışmaz; çoğu zaman esas etkiyi, devlet içinden gelen, muhafazakâr kesimde karşılığı olan ve ılımlı bir üslupla konuşan aktörler oluşturur. Bu aktörler hedef grubu korkutarak değil, anlaşılma hissi vererek yönlendiren bir arayüz işlevi görür. Devletin sert aktörleri alanı bastırırken, “vicdanlı” görünen isimler aynı mesajı yumuşatarak iletir.
Arınç’ın rolü tam da bu noktada devreye giriyor: yumuşak tonda ‘devlet mesajcılığı…‘
Malum olduğu üzere psikolojik harekâtın ilk hedefi kolektif kimliği zayıflatmaktır. Topluluğun ortak hafızası, dayanışma duygusu ve mağduriyet bilinci kırıldığında adalet mücadelesi zeminsiz kalır. Arınç’ın kullandığı “15 Temmuz hiç beklemediğimiz yerden geldi”, “OHAL haklıydı”, “Darbeciler var ama masumlar da var” gibi cümleler, devletin ana anlatısını aynen tekrar ediyor. Bu söylem suçun tartışılmaz olduğu, suçlunun belli olduğu ve meselenin yalnızca “masumları ayıklamak” olduğu fikrini yeniden dolaşıma sokuyor.
Mutfakta biri mi var?
Böylece topluluk içinde “suçlular” ve “masumlar” şeklinde kategoriler oluşturulur; kolektif dayanışma parçalanır ve suçluluk duygusu içselleştirilir.
Arınç’ın Cemaat tabanını refere eden konuşmaları da 2016 sonrası sıkça kullanılan ayrıştırma yönteminin yeni bir versiyonu denebilir. Sonuçta liderlik tartışmalı hale geldiğinde iç güven bozulur, meşruiyet bağı gevşer ve kolektif yapı çözülmeye başlar. Bu yaklaşım son dönemde Ruşen Çakır’ın “3’e bölme” teorisinden, Vuslat Bayoğlu’nun tabana çağrı yapan yazılarına ve Osman Şimşek’in yönetimi hedef alan açıklamalarına kadar farklı ağızlardan duyulan benzer mesajlarla uyumlu.
Tümü aynı mutfakta hazırlanmış izlenimi veren, birbirini tamamlayan bir psikolojik operasyon hattı oluşturuluyor.
Arınç’ın söylemindeki en kritik noktalardan biri OHAL’i haklı gösteren dili. Bu yaklaşım, işkenceleri, kaçırılmaları, haksız tutuklamaları ve kitlesel ihraçları “devletin gereğini yapması” kategorisine taşıyor. Böylece mağdur savunma psikolojisine itilerek “Devlet haklıydı, sen haksızdın” duygusu oluşturuluyor. Bu duygu yerleştiğinde topluluk kendi mücadelesinden şüphe etmeye başlar. Psikolojik çözülmenin ilk aşaması tam olarak budur.
Gazeteciler susarsa sorun bitermiş!
Röportajdaki bir başka dikkat çekici unsur, yurtdışındaki gazetecileri hedef alan söylem. “Üslupları süreci uzatıyor!” cümlesi, açık bir susturma operasyonu. Kaçırılmaları, işkence vakalarını ve 15 Temmuz’un karanlık noktalarını araştıran gazeteciler sorun olarak gösteriliyor. Böylece zulmün kendisi değil, zulmü belgeleyenler hedef alınıyor.
Bu yaklaşım, “Konuşmayın, devleti rahatsız etmeyin!” demek. Oysa otoriter rejimlerde susmak zulmü durdurmaz; sadece görünmez kılar.
Kolektif direnci kırmak!
En tehlikeli mesajlardan biri ise ‘af’ söylemi. Af çağrısı, zımnen suç işlenmiş olduğunu kabul ettirir ve devleti üstün, mağduru aşağı konuma iter. “Devlet isterse affeder!” anlayışı adalet mücadelesini bitiren, mağduriyet talebini etkisizleştiren bir yaklaşımdır. Bu nedenle ‘af’ söylemi, yumuşak bir paketle sunulan bir teslimiyet çağrısından ibarettir. Amaç mağdurları çözmek, kolektif mücadeleyi etkisizleştirmek ve devletin suç anlatısını meşrulaştırmaktır.
Sonuç olarak Arınç’ın mesajlarını basit bir görüş açıklaması olarak görmüyorum. “15 Temmuz tartışılmazdır”, “OHAL meşrudur”, “Gazeteciler süreci zorlaştırıyor”, “Devlet isterse affeder” gibi cümleler mazluma umut değil, teslimiyet dayatır. Bu söylem hak savunuculuğu değil; kolektif direnci kırma operasyonudur. Zulmü durdurmaz; sadece mazlumun sesini kısmaya yarar.
Gelelim ikinci ve en önemli bölüme… Arınç’a göre 15 Temmuz bir darbe, faili ise Cemaat. Ona göre bu iki konuda şüphe yok. Peki gerçek öyle mi?
Erdoğan rejiminin resmi hikayesini kayıtsız şartsız kabul etseniz bile 15 Temmuz her yanından kötü kokular yükselen bozuk bir yemekten başka bir şey değil. Eğer Arınç gibi hukukçu, Türkiye’yi ve devleti yakından tanıyan birisi bile şimdi sıralayacağım soruları ‘Acaba?’ diye gündemine almıyorsa daha çok işimiz var demektir.
Yazının bundan sonraki bölümünü hem kolay okunması ve anlaşılması için maddeler halinde yazacağım.
MİT 6 AYDIR PLANLARDAN HABERDARDI!
- Ayrıntıları ile şu videoda anlatmıştım. Resmi 15 Temmuz söylemine göre Kara Havacılık Okulu’nda pilot binbaşı O.K (Osman Karaca) 15 Temmuz günü öğleden sonra MİT’e gidip akşamki darbeyi ihbar etti. Dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan Genelkurmay’a gitti, Hulusi Akar ile oturup konuştu ve darbe erkene çekildi. Elinizde hiçbir şey olmasa bile bu veri 15 Temmuz’un kumpas olduğunu ispatlamaya yeter. Bir cümle ile engellenecek darbe girişimine yol verildi ve Erdoğan kendi darbesini yaptı.
Dönemin Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı, Hulusi Akar’ın atması gereken adımları atmadığını söylediği için tenzili rütbeyle uzaklaştırıldığı herkesin malumu. Kaldı ki yargılama sırasında Osman Karaca’nın MİT’e çalıştığı, 15 Temmuz’dan 6 ay önce elinde CD’lerle MİT’e gidip Akar’ın darbe planlarını teslim ettiği ortaya çıktı. MİT kayıtlarında hem görüntülü hem de yazılı tutanağı mevcut.
- Trump dönemi CIA Direktörü ve Dışişleri Bakanı olan Mike Pompeo’nun Never Give An Inch kitabında Türkiye ve Erdoğan’a dair çarpıcı detaylar var.
Kitabın 335’inci sayfasındaki 15 Temmuz’a dair satırlar çok daha ilginç. Pompeo bu bölümde ‘sözde darbe’ kelimesini kullanmış ve darbe kelimesini tırnak içine almış. Tırnak içinde kullanması ve öncesinde ‘sözde’, ‘iddia edilen’ anlamlarına gelen purported (appearing or stated to be true, though not necessarily so; alleged // mutlaka doğru olmasa da doğru gibi görünen veya belirtilen; iddia edilen) kelimesini kullanması mesaj yüklü bir seçim. Dışişleri Bakanlığı yapmış bir ismin Türkiye’nin bütün baskılarına rağmen (kitapta saatlerce izletilen videodan bahsediyor) ‘sözde’ demesi ve ‘darbe’yi tırnak içinde kullanması anlamlı.
- Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklama Çalışma Grubu, Orgeneral Akın Öztürk’ün ‘keyfi ve makûl şüphe olmaksızın’ tutuklandığı ve adil yargılanmadığı gerekçeleriyle derhal tahliye edilmesini istedi. https://www.youtube.com/watch?v=LGA34uMQ0M0&t=4s
Çalışma Grubu ayrıca Org. Öztürk’e tazminat ödenmesini ve söz konusu ihlallerin sorumluları hakkında soruşturma açılmasını kararlaştırdı. Orgeneral Akın Öztürk, 15 Temmuz kumpası sonrasında tutuklanmış, işkence görmüş ve 141 kez ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmıştı.
Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın 15 Temmuz’la ilgili ifade vermesini engelledi…
Bülent Arınç mesela Hulusi Akar’a, “15 Temmuz sonrası yaptığınız ilk açıklamada Akın Paşa’yı sizin yolladığınız belirtiliyordu. Sonra o açıklamayı kaldırıp Öztürk’ü darbenin bir numarası yaptınız. Bu nasıl oldu?” diye sorar mı?
PLANLAMA MİT’İN ÇİFTLİK ÜSSÜNDE Mİ YAPILDI?
Burası sadece işkence iddialarıyla anılan bir merkez değil; aynı zamanda darbe gecesi yaşanacak senaryoların kurgulandığı “mutfak” olarak tanımlanıyor. Şahitliklere göre, bu yerleşkede Türkmen çadırının arkasında bulunan hafif tepelik bir alanda Hakan Fidan ve Hulusi Akar, korumasız ve telefonsuz şekilde masa-sandalye kurarak birçok gizli görüşme yaptı. Bu görüşmeler özellikle dinlenmemesi için açık alanda, elektronik takibin mümkün olmadığı saatlerde yapılıyordu.
ÇİN MENŞEİLİ FÜZELER SARAY’IN BAHÇESİNE NE ZAMAN YERLEŞTİRİLDİ?
MİT, 15 Temmuz için o kadar iyi hazırlanmıştı ki; Çin yapımı füzeler için eğitim bile verilmişti. Eğitim, Ankara Çamlıdere’de, MİT’in tabiat parkı yanındaki yerleşkesinde gerçekleştirildi. Eğitmenler ise Türkiye dışından, büyük ihtimalle Somali ve Sudan kökenli kişilerdi. Çünkü Türk güvenlik güçlerinde FN-6’ya dair bilgi ve deneyim yoktu. Eğitime katılanların çoğu, seçilmiş özel kuvvet mensupları ve MİT personeliydi. Bu isimlerin kimlikleri çeşitli nedenlerle gizli tutulsa da, baş harfleriyle SB, AE, YE, MA, SL, PE, EE gibi kodlarla anılıyorlar. Bu kişiler, 15 Temmuz gecesi sivil kıyafetlerle, ellerinde bu füzelerle sokaklarda görüldü.
Salih Zeki Çolak, 14 Temmuz’da İzmir’deyken, Hulusi Akar tarafından aniden Ankara’ya çağrılıyor. Bu ani karar değişikliği, Akar’ın gece saat 03.00’e kadar Hakan Fidan’la yaptığı özel görüşmenin sabahına denk geliyor. Tesadüf mü? Yoksa planlı bir hamle mi? Çolak’a, Kara Havacılık Okulu’na gitmesi ve gerekirse tutuklama yapması emri veriliyor. Ancak oradaki uçuşa hazır helikopterleri görmesine rağmen hiçbir müdahalede bulunmuyor. Savcıyı uzak tutuyor, tutuklama talimatı vermiyor. Oysa bu okul, geçmişte onun komutası altındaydı; tüm yapıyı iyi biliyordu. Yani bir olağandışılık varsa erkenden müdahale edecek deneyime, yetkiye ve analiz gücüne sahipken bunu yapmıyor ve olaylara yol veriyor.
Saat 21.20’de Kara Havacılık’tan ayrıldığını söylüyor ancak kamera kayıtlarına göre daha erken çıkıyor. Dahası, makam aracını Anadolu Bulvarı kıyısındaki bir toprak yola çekiyor, şoför ve emir subayını dışarı çıkararak gizemli bir telefon görüşmesi yapıyor. Emir subayının ifadesine göre yarım saat orada bekleniyor. Peki neden? Çolak, bekleme süresini 4–5 dakika olarak açıklarken, bu çelişki onun helikopterlerin kumpasa uygun olarak kalkışını ya da derdest edilmek için ÖKK timinin Genelkurmay’a girişini beklediği yorumlarına neden oluyor. Bunca zaman geçti kimse Salih Zeki Çolak’a bunları sormadı?
SADAT’I SORGULADINIZ MI?
- 15 Temmuz kumpas projesi planlanırken Türk Silahlı Kuvvetlerini silahlı çatışmanın tarafı haline getirmek ve meşru müdafaayı bir askeri darbe gibi göstermek ilk hedefti. Bu proje için asker, polis ve istihbarat mensubu, rejime göre güvenilir kabul edilen kişilerle bir uzlaşma sağlanmıştı. Ama bu kişilerin sayısı bu kumpas projesi için yeterli değildi. Ayrıca kendi vatandaşını ve masum askerini infaz edebilecek ölçüde gözü kararmış kirli kişilere ihtiyaç vardı. Bu çerçevede mafya, radikal dinci örgütler, paramiliter infaz timleri kullanılmalıydı.
- Bu yapıların koordinasyonu ve kanlı projeye hazırlığında öne çıkan kilit yapının adı SADAT’tı. Ümit Özdağ, “Adnan Tanrıverdi, 15 Temmuz öncesi birliklerin ele geçirilmesiyle ilgili siviller tarafından çalışmalar yapıldığını, darbe girişimi gecesi birliklerin önüne kamyonların çekilmesini kendilerinin düzenlediğini anlattı” dedi.
O TERÖR SALDIRILARI HAZIRLIK İÇİN MİYDİ?
- 15 Temmuz 2016’ya yaklaşırken, Ankara ili dahil meydana gelen askeri tesislere ve askeri araçlara yönelik terör olayları ve Suriye’deki savaşın etkisi devam etti. Haziran 2015-Aralık 2016 arası düzenlenen terör saldırılarında 500’e yakın kişi hayatını kaybetti. Bu terör saldırılarının yoğun biçimde askeri tesislere ve asker kişilere yönelmesi, MİT tarafından askeri kurumlara terör saldırıları olacağına dair sürekli istihbarat yazılarının gelmesi, hatta birkaç gün önce Genelkurmay kışlasına IŞİD terör örgütünün saldırabileceği istihbaratının resmi olarak bildirilmesi, 15 Temmuz günü terör saldırısı/tatbikat gibi gerekçelerle askerin tuzağa düşürülmesi birlikte düşünüldüğünde, 15 Temmuz Kumpas Projesinde terör örgütlerini dahi kullanabilecek kanlı bir istihbarat planının yapıldığı açık.
ABİDİN ÜNAL AKIN ÖZTÜRK’E NASIL TUZAK KURDU?
- Akın Öztürk, Erdoğan rejimi tarafından hedef seçilmiş, henüz evde otururken MİT’çi Sadık Üstün tarafından ‘sözde darbenin 1 numarası’ ilan edilmişti. Aynı kumpas projesi ve aynı kurgu etrafında hizalanan Hulusi Akar ve Abidin Ünal’ın da bu hedefe uygun hareket ettiği anlaşılıyor. Akıncı Üssüne iner inmez Hulusi Akar’ın, “Akın Paşa nerede, bana Akın Paşa’yı bulun!” demesi bunun örneği.
Akın Öztürk ifadesinde kendisini Abidin Ünal’ın aradığını, “Ankara’da uçak uçuruyorlar, ne oluyor oralarda? Senin emirlerin hilafına darbe mi yapıyorlar. Akıncı’ya git, orayı kontrol altına al. Orada senin sözünü dinleyecek çocuklar var!” dedi. Harekat gücü ve emretme yetkisi olmayan Akın Öztürk’ün aranma sebebi neydi?
Abidin Ünal, Akın Öztürk’le (solda) birlikte görülüyor. Akın Öztürk, 15 Temmuz gecesi dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Abidin Ünal’ın görevlendirmesiyle Akıncı’ya gitmişti.
“Senin sözünü dinleyecek çocuklar var!” derken, toz duman bir ortamda Abidin Ünal, Akıncı’dakilerin kim/kimler olduğunu nasıl bilebiliyordu? Operasyonel hiçbir gerekçesi olmayan bu emri veren Abidin Ünal’ın Akın Öztürk’ü tuzağa düşürme dışında bir niyeti olamaz! Tuzak varsa da ortada bir kumpas projesi vardır!
SAVCI COŞKUN ‘SENARYOYU’ NEREDEN BİLİYORDU?
- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu Savcısı Serdar Coşkun’un imzası bulunan belge 16 Temmuz 2016’da düzenlenmiş. Belgenin düzenlenme saati ise 01:00. Gece 01:00’de imzalanan belge, saatler sonra olacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) bombalanması, Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) saldırı, CNNTürk binasının ele geçirilmesi gibi olaylar yer alıyor.
Özetle o gece henüz gerçekleşmemiş hadiseler saatler öncesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tutanağına geçmiş ve soruşturma da bu tutanak üzerine başlatılmış. Tutanak, 15 Temmuz’la ilgili hemen tüm yargılamalarda temel belgelerden birisi. Ancak kimse savcıya “Sen olmayan olayları nasıl biliyorsun?” diye sormadı?
MİT’İN İÇİNE Mİ DOĞMUŞTU?
- 4 Temmuz 2016 tarihli MİT istihbarat belgesinde yazılanları okuduğumuzda; 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz’da ne olduysa hepsi olacaklar listesi gibi sıralanmış. MİT’ten gelen IŞİD saldırısı istihbaratı çerçevesinde, bunu yadırgamayan askeri birlikler terör saldırısı ve kolluk kuvvetlerine destek maksadıyla hareket ettiler ve niyetleri sorgulanmadan darbeci(!) diye onlarca müebbet aldılar.
EMASYA VE BRÜKSEL ŞARTI’NI APAR TOPAR NEDEN ÇIKARDILAR?
- Türkiye, 15 Temmuz 2016’dan dört gün önce, 11 Temmuz 2016’da, Strazburg’da Avrupa Konseyi’nin “Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi”nin ek protokollerini imzalayarak taraf oldu. Bu protokollerden biri, bir devlet başkanına veya ailesine yönelik suikast girişimlerini siyasi suç kapsamı dışında bırakarak, bu tür suçların faillerinin siyasi sığınma taleplerinin reddedilmesini öngörmekteydi. Bu düzenleme, sözde darbe girişimine katılanların başka ülkelere sığınma taleplerinin reddedilmesine ve iade edilmelerine zemin hazırlamaktaydı.
Darbe olacağı, cumhurbaşkanının ailesine veya şahsına suikast(!) girişiminde bulunulacağı nasıl öngörüldü ki 37 yıldır bekleyen bir anlaşma 15 Temmuz’dan 4 gün önce devreye alındı. Erdoğan’ın demokratikleşme hamlesi olarak kaldırdığı EMASYA ne oldu da 15 Temmuz’dan bir gün önce alelacele yürürlüğe girdi? Bülent Arınç bu iki düzenlemeyi hiç merak etti mi acaba?
DARBENİN 1 NUMARASINI ERKEN İLAN ETMEK?
- Mahkeme evraklarına göre MİT görevlisi Sadık Üstün’ün, darbe girişimi başlamadan önce, saat 22:50 ve 23:17’de Elazığ’daki 8. Kolordu Komutanı’nı arayarak Akın Öztürk’ü darbenin lideri olarak işaret etmiş. Zaten BM tarafından Akın Öztürk’ün suçsuzluğuna dair verilen kararda bunu teyit ediyor. Düşünün; darbenin 1 numarası ilan edilen kişi hiçbir şeyden habersiz pijamalarıyla kızının evinde oturuyor, torununu seviyor.
Akın Öztürk sözde darbenin kendisi üzerine yıkılmasının önceden planlandığını, MİT ve Anadolu Ajansı tarafından kendisinin suçlanmaya başlandığını söylemişti. Çünkü Akın Öztürk henüz daha kızının evinde otururken MİT’çi Sadık Üstün’ün medyayı da kullanarak Akın Öztürk’ü sözde darbenin 1 numarası ilan etmesi açıkça bir tuzağı gösteriyor. Tuzağa düşürülecek asker, sokak eylemleri, sözde 1 numara kim olsun gibi birçok plan MİT tarafından çok önceden yapılmış görünüyor.
HAZİRAN’DA ERDOĞAN’A SUNUM
- 2 Eylül 2016 tarihinde Ankara Emniyeti Terörle Mücadelesi Şubesi’nce ifadesi alınan Astsubay Hüseyin Gürler’in verdiği bilgiler 15 Temmuz’un planlanan bir kurgu olduğu tezini güçlendirdi. Astsubay ifadesinde; “… Edindiğim tüm bilgi ve belgeleri 2 yıl önce kendisi ile tanıştığım, Ankara GATA’da görev yapmakta olan Tabip Binbaşı Eray Serdar Yurdakul isimli şahıs ile de paylaştım. Bu şahıs beni AK Parti İstanbul Milletvekili Emekli Tümgeneral Şirin Ünal ile görüştürdü. Bu bilgi ve belgeleri kendisine de ilettik. Darbe yapılacağına dair bilgiyi aldıktan sonra da özellikle Sayın Cumhurbaşkanımıza ulaşmanın yollarını aradık. Eray Bey’in girişimleri vasıtası ile Ahmet Albayrak ile İstanbul’da yaptığımız görüşme neticesinde gerek Eray beyin gerek benim hazırladığım tüm bilgi ve belgeler sayın Cumhurbaşkanımıza 11 Haziran 2016 tarihinde İstanbul Topkapı Sarayı’nda Eray Bey tarafından arz edilmiştir.”
Mahkeme dosyalarına ve savcılık soruşturmasına giren bu resmi tutanak 15 Temmuz’un proje olduğunu teyit eden önemli bir belge olarak kayıtlara girdi. Kimse bu bilginin peşine düşmedi!
ENİŞTEDEN ÖĞRENDİ AMA 4 UÇAK HAZIRDI!
- 15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nasıl ve hangi uçaklarla hareket ettiği, hazırlık sürecine dair bazı çelişkileri gündeme getiriyor. Erdoğan, 2017 yılında A Haber yayınında yaptığı açıklamada, 15 Temmuz gecesi yanıltma amacıyla 4 farklı uçağın hazırlandığını söyledi. Darbeyi eniştesinin araması ile öğrendiğini söylüyor ama darbe başladığında 4 farklı şehirde 4 farklı uçak hazırda bekliyordu! Önceden haberiniz olmadan bunu nasıl yapacaktınız?
MİT AKINCI VE TÜRKSAT’I TESADÜFEN Mİ ZİYARET ETTİ?
- Akıncı Üssü davası kayıtlarına göre MİT, 15 Temmuz’dan önce 40 kişilik bir ekiple Akıncı Üssü’nü ziyaret etti. Üs tarihinde ilk kez olan bu olay hala gizemini koruyor. Aynı şey Gölbaşı Türksat yerleşkesinde yaşandı. Hala bu iki kritik ziyaretin 15 Temmuz öncesi yapılmasını kimse izah edemiyor. Belki Bülent Arınç izah edebilir!
AKSAZ’DA GİZEMLİ TOPLANTI
- 5 Temmuz’dan yaklaşık bir ay önce, Haziran 2016’nın ilk haftasında Muğla’daki Aksaz Askerî Tatil Kampı’nda dikkat çeken bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantı, resmi programlarda yer almadı ve hiçbir resmî kayda geçirilmedi. Toplantıya, dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak, Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi ve Tuğamiral Cihat Yaycı katıldı.
MARMARİS’TE ORTALIĞI KANA BULAYAN TİMİN İZİ İTİNAYLA SİLİNDİ!
Resmi kayıtlarda yer alan Özel Kuvvetler timinden önce, saat 01.00 civarında siyah kıyafetli ve silahlı bir grubun helikopterle bölgeye indiği tespit edildi. Bu gizemli ekibin, Jandarma Havacılık Komutanı İsmail Balıbek’in emriyle ve MİT mensubu Sadık Üstün’ün koordinasyonunda hareket ettiği, ayrıca JÖAK Komutanı Albay Mustafa Başoğlu’nun da operasyona bizzat katıldığı ortaya çıktı. Bu bilginin peşine düşen herkes tutuklandı veya sorgulandı.
Bu TİM 15 Temmuz’un en önemli ayağı olan Cumhurbaşkanına suikast yargılaması için mi oradaydı? Gökhan Şahin Sönmezateş timinin geç kalması bu tuzağı boşa düşürdüğü için mi bu TİM devreye sokuldu? Hala muamma. Ama 15 Temmuz projesi kapsamında bir MİT ve Jandarma operasyonu olduğu yönünde de güçlü bilgiler var.
ÖZEL HAREKATI ÖNCEDEN KİM HAZIRLADI?
- 15 Temmuz’a yönelik İçişleri Bakanlığı’nın resmi verileri oldukça dikkat çekici. Bakanlığın TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’na gönderdiği belgeye göre, 15 Temmuz gecesi saat 22.40 ile 24.00 arasında Ankara’ya 9336 polis sevk edildi. Ancak bu sayının, belirtilen sürede Türkiye’nin farklı illerinden özellikle Doğu ve Güneydoğu’dan Ankara’ya ulaşmasının imkânsız. Havacı uzmanlarca yapılan hesaplamalara göre bu transfer, en az 10 saat sürüyor. Polislerin 15 Temmuz’dan bir gün önce, 14 Temmuz gecesi Ankara’ya getirildiği ve olaylara müdahale için hazır bekletildiği gösterir.
Darbe bildirisi, A Haber’de saat 23.23de okunuyor…
DARBE BİLDİRİSİNİ ÖNCE ERDOĞAN AİLESİNİN KANALI OKUDU AMA
- 15 Temmuz ile ilgili bildirinin devlet kanalı TRT’den önce iktidarın bir numaralı televizyonu A Haber’de okundu. TRT’de saat 00:07’de ‘Yurtta Sulh Konseyi bildirisi’ diye okunan metin, A Haber’de saat 23:23’te ‘TSK bildirisi’ anonsuyla okundu. Fakat kimse Erdoğan ailesinin kanalında okunan bu bildiriyi sorgulamadı. Sahi o bildiriyi A Haber’e kim nasıl vermişti?
SIKIYÖNETİM DİREKTİFİYLE FİŞLEMELER NASIL ÖRTÜŞEBİLİR?
DARBECİLERDEN ÖNCE SOKAĞA İNEN AKP’LİLER
- Resmi söyleme göre Erdoğan halkı 00:24’te çağırmıştı. Ancak Astsubay Hüseyin Gürler’in verdiği emniyet ifadesi dikkat çekici bir zaman çelişkisini ortaya koyduğu gibi 15 Temmuz Kumpas Projesine dair önemli bir delil oldu. Gürler, İstanbul Boğaz Köprüsü’nün kapatıldığını televizyondan öğrendikten sonra, İdari Astsubay Akın Güngör’ün kendisini arayıp sıkıyönetim ilan edildiğini söylediğini, ardından AK Parti Milletvekili Şirin Ünal’ı aradığını belirtti. Ünal’ın kendisine, “Başkomutanımızın emri var, meydanlara iniyoruz.” dediğini aktaran Gürler, bu görüşmenin saat 21.00–21.30 civarında gerçekleştiğini savundu. AKP’lilerin önceden hazırlandığını gösteren çok sayıda benzer ifade dava dosyalarında var.
AKAR’DAN SÖNMEZATEŞ GENERALE DARBE TALİMATI
- Hulusi Akar’ın özel kalem müdürü Kurmay Albay Ramazan Gözel, mahkeme beyanında 15 Temmuz’dan 1 hafta öncesine dair tüm görüşmelere ve Akar’ın programına yer vermişti. Buna göre; Hulusi Akar 12 Temmuz Salı ve 13 Temmuz Çarşamba günü Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş ile baş başa 2 görüşme yaptı. Genelkurmay Başkanı ve Orgeneral rütbesinde biriyle Tuğgeneral rütbesinde birinin baş başa özel görüşme yapması çok sık görülen bir olay değildi. Görüşme Genelkurmay Karargahı’nda rutin program dışında olmuş ve Gökhan Şahin Sönmezateş programa sonradan eklenmişti. Sönmezateş emri bizzat Akar’dan aldığını açıklamıştı.
BEYAZ YELEKLİLER NEYİN İŞARETİYDİ?
- 15 Temmuz gecesi dikkat çeken unsurlardan biri, asker, polis, MİT mensubu ya da sivillerden oluştuğu iddia edilen bir grubun beyaz çelik yelek giymiş olmasıydı. Bu beyaz yeleklilerin bazılarının keskin nişancılar için hedefteki isimleri işaretledikleri veya hedef olmamak için beyaz yelek giydikleri, halkı hedef alarak askerle halk arasında kanlı bir çatışma zemini oluşturdukları iddiaları ciddi tartışmalara yol açtı. Üstelik bu beyaz yelekli şahıslar sadece Ankara’da değil, farklı şehirlerde, farklı saatlerde, farklı görev unvanlarında karşımıza çıkmıştı. Bu kadar farklı kurumdan ve farklı meslekten insanların aynı renkte yelek giymesi, tesadüf değil; koordineli bir senaryo izlenimi verdi.
HARBİYELİLERE KURULAN TUZAK
- 15 Temmuz öncesinde, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın Yalova’daki Hava Harp Okulu kampını ziyaret ederek yaptığı konuşma hala soruşturulmadı. Ünal, 15 Temmuz günü öğle saatlerinde Harbiyelilerle yaptığı görüşmede, “Biz yapan değil yaptıran olacağız” ve “Komutanlara mutlak itaatin önemi” gibi ifadeler kullandı. Ayrıca, öğleden sonra planlanan askeri eğitim ve spor faaliyetlerinin iptal edilmesini isteyerek, “Akşam zaten yorulacaklar, bu çocukları yormayın” dedi. Bu talimat üzerine öğrenciler, öğleden sonrayı istirahatle geçirdi. Aynı akşam, Harbiyeliler otobüslerle İstanbul’a götürüldü ve Boğaziçi Köprüsü’nde halkla karşı karşıya geldi. Bazı öğrenciler, silahsız olmalarına rağmen linç edilerek hayatını kaybetti. Olayın ardından, Harbiyeliler “darbe girişimine katılmak” suçlamasıyla yargılandı. Ünal’ın bu ziyaretinin ve talimatlarının, darbe girişimiyle bağlantısı olup olmadığı konusunda kamuoyunda çeşitli soru işaretleri oluştu. Ancak, Ünal hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadı.
ÖKK MEZUNİYET TÖRENİ: AKAR VE FİDAN BAŞBAŞA GÖRÜŞÜYOR
- Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda düzenlenecek olan ihtisas kursu diploma töreninin, teamüllere uygun şekilde 15 Temmuz Cuma günü yapılması planlanmıştı. Ancak törene sayılı günler kala önce Perşembe gününe çekildiği, ardından 18 Temmuz Pazartesi’ye ertelendiği duyuruldu. Son kararla birlikte törenin Perşembe günü yapılmasına karar verildi. Tören saat 15.00’te başladı. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı yakından tanıyanların aktardığına göre, normalde Özel Kuvvetler Komutanı değiştiğinde devir-teslim törenine Genelkurmay İkinci Başkanı katılırken, bu kez kurs mezuniyet törenine bizzat Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar iştirak etti. Törende devletin bekası söz konusuysa gerekirse hukuk dışına çıkılabilir anlamını çağrıştıran bir konuşma yaptı. “Yedikleri içtikleri ayrı gitmediğinden” mi yoksa bu kursa verdiği destekten ötürü mü bilinmez ama törene dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan da katıldı. Tören saat 18.00’de sona erdi ve ardından bir kokteyl verildi.
Kokteylden sonra konuklar Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan ayrılırken, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan, “Bizi yalnız bırakın” diyerek bahçeye geçti. Bahçedeki bu baş başa görüşme tam 00.30’a kadar sürdü. Protokole aykırı bir biçimde Hulusi Akar kokteyli terk etmeden dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler toplantıyı terk etti. Sonrasında dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı da baş başa yürüyerek yarım saatlik bir toplantı yaptılar. Bu konuda soruların çoğalmasıyla birlikte, muhataplar görüşmenin YAŞ çalışmaları kapsamında olduğu söylemine sığındılar. YAŞ çalışmaları için günler çuvala mı girmişti, kamu kurumlarının ofisleri ne güne duruyordu? Elbette kamuoyu bu açıklamadan tatmin olmadı.
15 Temmuz gecesi yaşanmasaydı, muhtemelen kimsenin dikkatini bile çekmeyecek bu buluşma oldukça sıra dışıydı. Bu görüşme sonrasında Hulusi Akar’ın oldukça gergin ve keyifsiz olduğu emir subayı tarafından gündeme getirildi. Yine bu görüşme sonrasında 15 Temmuz sabahından itibaren Hulusi Akar’ın programlarını iptal ettiği ve rutin dışına çıkan emirler verdiği görüldü.
DİYANET’İN SELALARI
- 15 Temmuz günü, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ofisinde dikkat çekici iki isim vardı: Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Suriyeli muhalif lider Muaz El Hatip. O gün MİT’e yapılan saldırı saat 22:38’de başladı. Ancak Görmez’in ifadesine göre, bu saatten sadece 7 dakika sonra, 22:45’te Diyanet’te kriz masası kurulmuştu. Bu sürede Görmez’in sığınağa indiği, zırhlı araca geçtiği, seyir halindeyken telefon görüşmeleri yaptığı ve birim amirlerini aradığı iddia ediliyor. Tüm bunların sadece 7 dakikada gerçekleşmiş olması, ciddi bir zamanlama çelişkisini ortaya koyuyor.
ŞEHİTLERDEN ÇIKAN GİZEMLİ MERMİLER
15 Temmuz’da şehit olan sivillerden TSK envanterinde olmayan mermiler çıkmıştı. Aradan geçen bunca zamanda kimse bu soruya cevap veremedi. Bu sivilleri asker vurmamışsa kim vurdu? Neden faili meçhul bırakıldı?
YARGITAY’A GÖRE YURTTA SULH KONSEYİ YOK!
- Yargıtay’ın onayladığı Genelkurmay çatı davası kararı ile birlikte, kamuoyuna “darbe planlayıcıları” olarak sunulan 20 kişilik bir liste netleşti. Bu liste, 15 Temmuz darbe girişiminin beyni olduğu iddia edilen kişileri içeriyor. Fakat gerekçeli kararda bu 20 kişinin bir Yurtta Sulh Konseyi üyesi olduğu bile yazmıyor. Bu 20 kişiye örgüt yöneticisi vasfı verilmiş. Ayrıca “Yurtta Sulh Konseyi’nin kimlerden oluştuğuna dair somut bir belge bulunamamıştır.” ifadesi de konseyin var olmadığına dair önemli bir kabul anlamına geliyor. Bu 20 kişilik listede yer alan kişilerin bazıları:
Olaydan günler önce tatilde, bazıları hiçbir görüşme yapmamış. HTS (telefon sinyal) verileri, sanıkların birbiriyle temas kurmadığını gösteriyor. Darbeye hazırlanmak için gereken iletişim, koordinasyon toplantıları yok.
Bu durumda nasıl bir “planlayıcı yapı”dan söz edebiliriz? Bu Kurul, bu delilsizlikle var olamaz. Ortaya konulan 20 kişilik liste yamalı bohçaya dönmüş. Deliller somut değil, tanıklar çelişkili, mantık silsilesi tutarsız. Üstelik bu insanlar darbe gecesi kritik görevlerde bile değiller.
Bazıları tatilde, bazılarına görev bile verilmemiş. Soruşturmadan faile değil, fişlemeden günah keçisine gidilen bir yargılama varsa, önceden kumpas planı ve sonra uygulamasından bahsediyor oluruz.
TBMM ARAŞTIRMA RAPORU NEDEN BUHAR OLDU?
- Mizansen de olsa bir TBMM araştırma komisyonu kurulmuştu. Daha çok ‘araştırmama’ amaçlı çalışan komisyon ne Erdoğan, ne MİT Müsteşarı Hakan Fidan, ne Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ne de kuvvet komutanlarını dinledi. Lüzumlu hiçbir soruyu sormadı. Şüpheleri büyütecek tüm konular göz ardı edildi. Kim tarafından yazıldığı bile saklanan rapor kameraların önünde TBMM başkanına verildi. Ancak sonra bu haliyle bile darbeyi tartışmalı hale getirdiği görüldüğü için rapor ‘buhar’ oldu. Hala kayıp. Eski bir TBMM Başkanı olarak Bülent Arınç’ın söyleyecek bir şeyleri vardır herhalde?
ABD’YE YOLLANAN 15 TEMMUZ DELİLİ SAHTE ÇIKTI
- Erdoğan rejiminin resmi iddiasına göre Hulusi Akar’ı rehin alan darbeciler “Sizi kanaat önderimizle görüştürebiliriz!” demişti. Akar’ın ilk ifadesinde böyle bir şey yok. Daha sonra Akar’ın ifadesine itinayla ‘bu bölüm ekleniyor’ ve altına “Aslı gibidir!” damgası basılıyor. Ancak evrağın sahte olduğu ortaya çıktı. Dahası Akar’ın ifadesine giren cümleyi o akşam orada olan hiç kimse duymamıştı. ABD’liler “Bize gazete haberi yollamayın, somut delil yollayın!” dedi.
ADİL ÖKSÜZ VE ERDOĞAN’IN SIR KÜPÜ KOL KOLA
- Resmi 15 Temmuz söylemine göre darbeyle Cemaat ilişkisinin en büyük delili Adil Öksüz ve beraberindeki sivillerin Akıncı Üssü’nde çıktığı iddiası. Ancak bu konu görünenden çok daha karışık. Bütün hikayeyi şu videoda kapsamlı anlattım; https://www.youtube.com/watch?v=o-WD0rgRrgc&t=78s
Bu haliyle Adil Öksüz öncelikle AKP’nin izah etmesi gereken bir konu.
AKAR ABD’LİLERE ‘DARBE YAPARIM’ DEMİŞ
- Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın darbe için ABD’lilerle fikir teatisinde bulunduğu, en azından ABD’lilerin kulağına ‘darbe yaparım’ mesajı kaçırdığı başdanışmanı Orhan Yıkılkan tarafından mahkemede anlatıldı. https://www.youtube.com/watch?v=LDqZAh0M-tk&t=17s
Fakat kimse resmi yazışmalara giren bu olayı araştırmadı. Belki Bülent Arınç, AKP’lilerin düğünlerinde sık sık karşılaştığı Akar’a sorar da kamuoyuna açıklar.
BİNALİ YILDIRIM’A FIRÇA; KARIŞTIRMA BİNALİ
Son Başbakan Binali Yıldırım, 15 Temmuz akşamı yaşanan tuhaflıklar, özellikle de kendine bağlı olan Hakan Fidan’ın kendisinin telefonlarına bile çıkmamasına çok bozulmuştu. Bunu da ekranlarda ifade etti. Hakan Fidan’a bunu sorduğunda, “Bunu bana değil, Erdoğan’a sorun!” cevabını aldı. Binali Yıldırım bunun üzerine Erdoğan’a gidip “Benim neden haberim yok, bana neden kimse bilgi vermedi?” diye Fidan’ı şikayet edince, “Bir daha 15 Temmuz’a dair soru sorduğunu duymayacağım. Bu işleri karıştırma Binali, işine bak!” diyor.
Bülent Arınç aynı partide yıllarca mesai yaptığı Binali Yıldırım’a bunu sormayı hiç düşünmez mi acaba? Hazır sormuşken bir de Binali Yıldırım’ın Anadolu Ajansı’nı ziyaretinde söylediği, “En sevmediğim proje 15 Temmuz’du!” sözüyle ne demek istediğini de sorsa.
Aslında bu listeye ekleyebileceğim bir sürü detay soru var. Meraklısına @AdemYavuzArslanTV Youtube kanalını önerip sadede geleyim.
Hepsinin ortak özelliği 15 Temmuz’un bir darbe değil bir kumpas olduğunu, bizzat Hakan Fidan, Hulusi Akar ve Erdoğan tarafından kurgulandığını, Ergenekoncuların desteğiyle icra edildiğini teyit ediyor. Maalesef mahkemeler bugüne kadar Hulusi Akar, Hakan Fidan ve kuvvet komutanlarını sorgulayamadı.
Hasılı, Arınç 15 Temmuz’a kefil oluyor ama bir kısmını burada özetlediğim sorular ve şüpheleri ne yapacağız? Bunca şüpheye rağmen Arınç nasıl kefil olabiliyor? Keşke Arınç bir röportaj kabul etse de 15 Temmuz’u enine boyuna konuşabilsek. İşkenceleri, adam kaçırmaları, ‘karınla oruç bozarım’ tehdidiyle alınan ifadeleri de tartışabilsek.
Ne dersiniz, Arınç böyle bir teklifi kabul eder mi sizce?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

