AMED – Pozitif barışı inşa edecek adımların başında entegrasyon yasalarının yapılması olduğunu belirten Akademisyen Salim Orhan, “umut hakkı”nın uygulanmasının da sürecin pratikte ilerlemesine katkı sağlayacağını ifade etti.
Meclis Komisyonu’ndan 3 üye alınan nitelikli çoğunluk kararıyla 24 Kasım’da İmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüştü. Görüşmenin ardından entegrasyon ve geçiş yasaların hazırlanmasına yönelik beklentiler de artmaya başladı. Önümüzdeki günlerde Meclis’te kurulan komisyonun Meclis’e raporunu sunması beklenirken, yasal düzenlemelere ilişkin tartışmaların da artması öngörülüyor.
Hukukçu akademisyen Salim Orhan, çatışma çözüm ve barış inşanın bir süreç gerektirdiğini belirterek, bu süreçte bir kısım yapısal, kurumsal, yasal ve anayasal değişikliklerin yapılması gerektiğini kaydetti. Yapılacak yasal düzenlemelerle birlikte ilk olarak negatif barış sürecini kalıcılaştırmak, ardından pozitif barışı inşa edecek bir kısım değişikliklere ihtiyaç olduğunu söyleyen Orhan, bu değişikliklerden acil ve ivedilikle yapılması gerekenin entegrasyon yasaları olduğunu söyledi.
DÜNYA ÖRNEKLERİ
Entegrasyon yasalarının dünya örneklerinde çerçeve şeklinde ortaya çıkabildiğini belirten Orhan, “Çatışma çözüm süreçleriyle ilgili dünya örneklerinde her bir çatışmanın ve çözümün biricik olduğunu ifade ediyoruz. Ama aynı zamanda birbirine ortaklaştığı ve benzeştiği yerler söz konusu. Dolayısıyla entegrasyon yasalarıyla ilgili bir kısım örneklerde şunları net görebiliyoruz; direk çerçeve antlaşmalar sağlanıyor ve bu çerçeve antlaşmalar beraberinde anayasal düzenlemelerle yürürlüğe girebiliyor. Ancak bütün bunlar aşamalı ve katmanlı bir şekilde yapılıyor. Bir kısım örneklere baktığımızda doğrudan anayasadan başlayıp düzenlemeler yapıyor. Bir kısmı daha alttan düzenlemeler yapıp, sonrasında anayasaya doğru gidildiğini görebiliyoruz” ifadelerini kullandı.
Çatışma, çözüm ve barış süreçlerinde dünya örneklerine işaret eden Orhan, “Mesela Suriye’de bahsettiğimiz süreç, Türkiye’den çok daha farklı bir şekilde işlemesi gerekiyor ve işliyor da. Suriye’de silahsızlandırmadan ziyade o silahlarla birlikte devlete entegre olmasından bahsediliyor. Ama Türkiye örneğine baktığımızda silahtan arındırılıp entegrasyondan bahsediyoruz. Güney Afrika örneğine baktığımızda ANC’nin (Afrika Ulusal Kongresi) bir kısım militanları daha sonra güvenlik sektörüne dahil oluyor. Nepal’de çatışmalı süreçteki örgüt üyelerinin bir kısmı gelip güvenlik güçlerine dahil oluyor. Çoğunluğun güvenlik güçlerine dahil olmadan ziyade, sivil ve siyasal hayata dahil olmalarının yollarının açılması sağlanıyor. Veya birçoğuyla ilgili meslek edinme kursları açılıyor. Hatta Kolombiya ve başka örneklerinde sivil hayata entegre olabilmeleri için özel kredilerin sağlandığını da görebiliyoruz” diye konuştu.
“Diğer barış süreçlerinin sonda yaptığını, Türkiye’deki barış sürecinin başta yaptığı doğru” diyen Orhan, bunun dünya için belki de kendine özgü bir model sunacağını belirtti. Orhan, “Yarın öbür gün başka yerlerde belki Türkiye modelinden -başarılı olursa tabii, umarız başarılı olur- ilham alarak yeni çözüm modelleri de ortaya çıkabilir. Ama bu dünya örneklerinden hiç benzeşmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bütün dünya örneklerinde bir noktadan sonra yasal düzenlemeye gelmeden sürecin ilerlemesi mümkün değil. Yasal düzenleme güven tesis eder. Atılacak adımların gerekliliği olarak yasal düzenleme gerekiyor. Yasal düzenleme yapılmadan adımın atılması mümkün olmayabiliyor” şeklinde konuştu.
KATMANLI DÜZENLEMELER
Türkiye’nin özgün koşullarına bakıldığında kısa, orta ve uzun vadede yapılması gereken yasal değişikliklere dikkat çeken Orhan, bunlardan en acili olan entegrasyon yasasının çerçevesinin; silahsızlandırma, terhis etme, topluma ve siyasete dahil etme olduğunu kaydetti. Orhan, örgüt üyeleri, siyasi nedenlerle diasporada, cezaevlerinde olanlar, haklarında dava açılanlar için entegrasyon yasasının çıkarılması gerektiğini kaydetti. Orhan, bununla ilgili örgüt üyelerinin silahsızlandırılması, terhis edilmesi, topluma kazandırılması ve sonrasında siyaset yolunun açılması şeklinde katmanlı düzenlemelerin de öngörülebileceğini dile getirdi. Bununla ilişkili olarak İnfaz Yasası, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) veya Ceza Kanunu gibi bir kısım yasalarda da değişiklikler yapılması gerektiğini sözlerine ekleyen Orhan, bunun dışında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarının yerine getirilmesi şeklinde adımların atılabileceğini söyledi.
Bu yasaların sürecin doğal gerekliliği olduğunun altını çizen Orhan, “İnsanlara, ‘Silahlarınızı bırakın gelin’ diyorsunuz. Nasıl bırakıp gelecek? Kime bırakacak, nasıl bırakacak? Bu süreç de zaman alıyor. Onu bilmemiz gerekiyor. Elbette bir an önce, ivedilikle yapılması lazım. Ama bu süreçlerin bir sabır da gerektirdiğinin hepimiz farkındayız” dedi.
‘UMUT HAKKI’
Devlet Bahçeli’nin 2024 Ekim’inde kimi şartlar öne sürerek “umut hakkı”na dair yaptığı açıklamayı hatırlatan Orhan, entegrasyon yasalarının bir ek düzenlemesinin de “umut hakkı” ile ilgili olabileceğini kaydetti. “Umut hakkı”nın sürecin hem pratikte ilerlemesini sağlayacağını hem de iki taraf arasındaki güven ilişkisini tesis edeceğini sözlerine ekleyen Orhan, “Çünkü bir taraf ‘umut hakkı’nın sağlanacağını vaadi üzerinde bu süreci başlattı ve onun gereklikleri ile ilgili diğer taraf gereken her şeyi yaptı” diye belirtti.
‘MUĞLAK VE MÜPHEM’ DİL
Türkiye’de çok yönlü kutuplaşmış bir toplum olduğunu dile getiren Orhan, kutuplaşmış toplumlardaki yasal düzenlemelerde ilk atılması gereken adımların uzlaşmanın rahat sağlandığı alanlarda atılması gerektiğini vurguladı. Diğer yandan anayasa yapım süreç ve tekniğiyle ilgili “muğlak ve müphem” bir dilin kullanılması gerektiğinin belirten Orhan, “Muğlak ve müphem bir dil herkesin kendisini bu sürecin içerisinde bulabilmesini mümkün kılıyor. Mesela İspanya halklarından, İspanyol milletinden bahsediliyor. Aynı şekilde Türkiye’de de buna benzer herkesi dahil edecek bir dilin, ifadenin kullanılması mümkündür” diye belirtti.
KURTULMUŞ’UN SÖYLEMİ
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un kullandığı “Kürtlerin onuru, Türklerin gururu” söylemine işaret eden Orhan, şöyle devam etti: “Ben bunun çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Eğer bu kavramlar bilinçli kullanılmışsa, onur ve gurur kavramları birbirine denk kavramlar değil. Onur kavramı hak kavramını temsil eder. Yani Kürtlerin haklarını verilmesi gerektiği ile ilgili bütün hakları. Ama gurur kavramı ise daha kültüreldir, tarihseldir, bağlamsaldır. Yüzyıllık süreçte Türklere bir gurur enjekte edilmiş. Yani üstün olduğuna yönelik birçok şey söylenmiş. Dolayısıyla Kürtlerin haklarını verirken, Kürtlere yönelik bir kısım hakları teminat altına alırken; bunu Türklerin gururunu incitmeden yapmak… Onur ve gurur kavramlarını bilinçli mi kullanmış bilmiyorum ama –muhtemelen bilinçli kullanmış- çok doğru bir kavramsallaştırma olduğunu düşünüyorum.”
SÜRECİN TOPLUMSALLAŞMASI
Çözüm süreçlerinin hepsinde “siyasal elitlerin uzlaşısının” gerektiğini dile getiren Orhan, öncelikli sorumluluğun siyasetçilere düştüğünü belirtti. Orhan, “Eğer başarılı olmak isteniyorsa, bu süreci göğüsleyecek, risk alacak siyaset yapıcılar da gerekiyor. Elbette siyasetçiler bunu toplumsallaştırabilirler. Toplumsallaşması, toplumda kabul meselesi topluma sunulma biçimiyle ilgilidir. Siyasetçilere, sivil topluma, akademisyenlere, gazetecilere birçok kişiye elbette görev düşüyor. Yer yer elbette dil farklılaşabilir. Bu da normal. Ama süreci baltalayacak düzeydeki bir dil değişikliğine gidilmemesi lazım. Süreci bozacak, baltalayacak, yıkacak, birbirini rencide edecek dilden olabildiğince arındırılmış bir siyaset diline gerek var” diye ekledi.
MA / Rukiye Payiz Adıgüzel
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

