Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Su kıtlığı, Ortadoğu’da ‘rejimleri’ sarsıyor

Ahmet Kemal Genç


AHMET KEMAL GENÇ | HABER ANALİZ 

Ortadoğu artık petrolün değil, suyun yüzyılına giriyor. Bir zamanlar zenginliğin, gücün ve savaşın kaynağı olan petrol, bugün yerini çok daha basit ama yaşamsal bir şeye bıraktı; bir damla suya.

Çölün ortasında yükselen barajlar, kuruyan nehirler ve çatlayan topraklar artık sadece ekolojik felaketin değil, devlet krizlerinin habercisi. Petrol haritalarını şirketler çizmişti; su haritalarını artık kuraklık, yoksulluk ve yönetimsizlik çiziyor.

Ve bu yeni haritanın merkezinde iki ülke duruyor: İran ve Türkiye

İran: Devletin susuzluğu  ve çaresizliği

İran Cumhurbaşkanı Pezeshkian birkaç hafta önce şu uyarıyı yaptı: “Eğer yağışlar gelmezse su kesintilerine gideceğiz. Bu da işe yaramazsa, Tahran’ın bazı bölgelerini tahliye etmek zorunda kalabiliriz.”

Bir başkentin su yüzünden boşaltılma ihtimali artık sadece bir çevre meselesi değil; rejimin sürdürülebilirliği ile doğrudan ilişkili. Son 30 yılda İran’da yağış oranı yüzde 20 ila 50 arasında azaldı. Ama sorun yalnızca doğa koşullarında değil; devletin yanlış politikalarında.

İran hâlâ 1980’lerin “kendi kendine yeterlilik” ideolojisiyle, su yutan ürünleri çöl ortasında üretmeye çalışıyor; pirinç, şeker kamışı, pamuk.
Bu tercihler hem yer altı sularını tüketiyor hem de barajların dengesini bozuyor.

Yer altı suları çekilince toprak yılda 25 ila 30 santimetre çöküyor; bazı şehirler adeta içe gömülüyor. Barajlarda su kalmadığında hidroelektrik santralleri duruyor, pompalar çalışmayınca hastaneler ve fabrikalar kapanıyor.

Yani İran’da mesele artık vatandaşın susuzluğu değil; devletin susuzluğu.

Bu kriz, aynı zamanda bir güvenlik sorununa dönüşüyor. Helmand Nehri’nin akışı konusunda Taliban’la yaşanan gerilim, suyun nasıl bir jeopolitik silaha dönüştüğünü gösteriyor.
Taliban “Bu su bizimdir” diyerek İran’a su akışını defalarca kesti.
Ortadoğu artık boru hatlarının değil, nehir yataklarının savaşını yaşıyor.

Türkiye’nin derinleşen su krizi

Türkiye’de durum, dışarıdan bakıldığında sakin görünse de, su krizinin eğrisi İran ve Ortadoğu’nun geri kalanıyla aynı yönde ilerliyor. Kişi başına düşen yıllık 1.350 metreküp su, Birleşmiş Milletler’in tanımına göre artık “su stresi” eşiğinde. Bin metreküpün altı “su fakirliği” olarak sınıflandırılıyor. Türkiye bu sınıra hızla yaklaşıyor.

Türkiye’de suyun yüzde 75’i hâlâ geleneksel sulama yöntemleriyle tarımda tüketiliyor. Buna hızla büyüyen sanayi, artan kent nüfusu ve iklim değişikliği de eklenince, tarım, sanayi ve şehirler aynı kaynağa yöneliyor: Sınırlı su rezervlerine…

Fakat Türkiye’de su meselesi yalnızca iç politika ve ekolojiyle sınırlı değil. Ülkenin önünde giderek daha kritik bir sınav duruyor: Su diplomasisi.

Türkiye, Fırat ve Dicle havzalarına hükmeden bir “su gücü.” Bu iki nehir Suriye ve Irak’a hayat veriyor; Türkiye’nin baraj politikaları bu nedenle bölgesel denklemin merkezine yerleşmiş durumda.

Ne var ki bu avantaj, ancak sorumlu ve şeffaf bir diplomasiyle sürdürülebilir olabilir. Irak ve Suriye, özellikle kuraklık dönemlerinde Türkiye’den daha fazla su talep ederken, konu giderek yeni bir jeopolitik hassasiyet hâline geliyor.

Ortadoğu’da suyun değeri artık petrolün değerini geçmiş durumda. Bu nedenle Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan suyun miktarı değil; su yönetimi, suyun paylaşımı ve bu kaynak etrafında kurulacak bölgesel istikrar.

Su yalnızca yaşamın değil, devletlerin dayanıklılığının da testi hâline gelirken, Türkiye’nin stratejik geleceği artık barajların duvarlarında, yeraltı sularının derinliklerinde ve komşularla yapılacak su pazarlıklarında yazılıyor.

Ortadoğu’nun yeni korkusu: Susuzluk

Ortadoğu devletleri yüzyıllardır korkular üzerine kuruldu: bölünme korkusu, isyan korkusu, dış müdahale korkusu… Şimdi bu listeye bir yenisi eklendi: susuzluk korkusu.

Bu korku, demokrasiyi boğan, orduları kutsallaştıran, toplumları susturan bir mekanizma hâline geliyor. Oysa korkunun devleti yönetmesine izin vermek, onu içeriden çürütür. Pakistan bugün bu çürümenin en somut örneği; İran onu izliyor. Türkiye ise aynı döngüye yaklaşırken, hâlâ bir çıkış şansına sahip.

Eğer su yönetimi, katılımcı ve sürdürülebilir politikalarla yeniden tanımlanmazsa, Ortadoğu’nun geleceğini belirleyecek savaş toprak için değil, toprak altındaki su için verilecek.

Ortadoğu’da artık su, sadece yaşamın değil, egemenliğin ölçüsü. Petrol savaşları, 20. yüzyılın tarihini yazdı. 21. yüzyılın haritalarını ise su çizecek. Ve belki de geleceğin en sert cümlesi şu olacak: “Ortadoğu’da bir damla su, bir devlet kadar değerli.”

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version