Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Helin Ümit: Devlet karar vermek zorunda


HABER MERKEZİ – Kürdistan Özgürlük Hareketi üyesi Hêlîn Ümit, Abdullah Öcalan’a yaklaşımın sürecin nasıl gelişeceğinin tek kriteri olduğunu, komisyonun oyalamaktan vazgeçmesi gerektiği ve devletin bu süreçte karar vermek zorunda olduğunu belirtti. 

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan Kürdistan Özgürlük Hareketi üyesi Hêlîn Ümit gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Hêlîn Ümit, Meclis’teki komisyonun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile tartışmak ve onu dinlemek zorunda olduğunu ifade ederek, “Kürt varlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olacak mı, olmayacak mı? Eskisi gibi asimilasyonist ve soykırımcı politikada mı ısrar edecekler? Yoksa Kürt varlığı kabul edilecek mi? Komisyonun bu soruya cevap vermesi lazım” dedi. 

 

Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın insiyatifi ile geliştiğini belirten Kürdistan Özgürlük Hareketi üyesi Hêlîn Ümit, “Bu süreci Önder Apo dışında hiç kimse geliştiremezdi. Bu sürecin gerçek mimarı Önder Apo’dur. Ne hiçbir güç PKK’ye örgütsel varlığını sonlandırtabilirdi, ne silah bıraktırabilirdi, ne silahlı mücadele stratejisine son verdirebilirdi, ne herhangi bir yerdeki gücünü çektirebilirdi” dedi. 

 

Devletin sürece doğru yaklaşması gerektiğini dile getiren Ümit, “7 Şubat çağrısından günümüze kadar 9 aylık bir süre geçti. Bu süreç zarfında Önder Apo’nun öncülüğünde, onun perspektifleriyle, onun yönlendirmesiyle Kürt Özgürlük Hareketi, genelde Kürt tarafı üzerine düşen tüm adımları attı. PKK’nin örgütsel varlığını feshetti, işte silahlı mücadele stratejisine son verdi. Bu her ikisi çok büyük adımdır, tekrar tekrar söylüyorum. Yani bazıları sanıyor ki bu böyle bir şey, yani kağıt üzerinde böyle atılan bir oyun gibi. Bu öyle değil ki. Ortadoğu’yu 50 yıldır savuran, yakan bir hareketten bahsediyoruz. Sallayan, değiştiren, dönüştüren bir devrimci dinamikten bahsediyoruz. Yani bunun böyle bir karar almış olması çok büyük bir olaydır. Bunun böyle sıradanlaştırılmaması lazım” diye konuştu.   

 

‘BİR OYALAMA KOMİSYONUNA DÖNDÜ’

 

Ümit, “Bu komisyon mevcut haliyle tam bir oyalama komisyonuna döndü. Oyalama, zamana yayma. Niye böyle söylüyorum? Çünkü komisyon evet bir dinleme komisyonuydu. Başından itibaren kendi görevlerini de tanımladı aslında. Dedi ki, biz tarafları dinleyeceğiz, araştıracağız, inceleyeceğiz. Bu sorunun çözümü için meclise bir yasa taslağı oluşturacağız, sunacağız vs. Çeşitli kesimleri dinlediler. Fakat en temel muhatabı dinlemediler. Önder Apo’yu dinlemediler. 12. PKK Kongresi Önder Apo’yu baş müzakereci olarak belirledi. Baş temsilci olarak belirledi. Baş aktör olarak belirledi. Önder Apo yürütürse, Önder Apo olursa aldığı kararları da uygulayacağını ve bu süreci geliştireceğini söyledi, açıktan ilan etti. Ve bunu da pratikte gösterdi. Fakat dikkat edilirse, komisyon yaklaşık iki aydır, iki aydır diyorum, öncesinde de vardı gündemde ama, İmralı’ya gidecek mi, gitmeyecek mi? Gitmeli mi, gitmemeli mi? Bugünlerde karar çıkacağı söyleniyor, işte son dinlemelerini yapacağı söyleniyor komisyonun. Yani neden olmaz? Yani bunun çok iyi anlaşılması lazım” dedi.

 

‘ÖNDER APO BİR HALK ÖNDERLİĞİDİR’

 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 60 milyon Kürdü temsil ettiğini belirten Ümit şöyle konuştu: “Bakın, insanlar politik zekâlarıyla bakan olabilirler, siyasetçi olabilirler, politikacı olabilirler, cumhurbaşkanı bile olabilirler. Her şey olabilirler yani. Fakat önder olmak başka bir şeydir. Herkes önder olamaz. Yani Önder Apo bir halk önderliğidir. Kimse lafla bu şeyi bulandırmamalı, karıştırmamalı, çarpıtmamalı. Ben uyarıyorum. Önder Apo herhangi bir siyasetçi değil, herhangi bir kişilik değil. Yani genelleme yaparak söylüyorum, bence daha fazladır. 60 milyon Kürt’ün temsilcisidir Önder Apo. Dediğim gibi dünyadaki tüm Kürtleri hesaplarsak bence daha fazladır. Ama 60 milyon Kürt’ün sözcülüğünü yapıyor, varlık ve özgürlük savaşımını yürütmüş bir önderlik olarak, kabul edilmiş bir önderlik olarak, uğruna binlerce insanın gözünü kırpmadan canını verdiği, binlerce fedainin sırada beklediği, yüzlercesinin uluslararası komploda bedenini ateşe verdiği bir önderlik. Bir tane örnek gösterin, bir tane yoktur.

 

Yani bu önderlik gerçekliğine herkes saygılı olmayı bilmeli, doğru yaklaşmayı bilmeli, nasıl ele alacağını bilmeli. Yok bütün Kürtleri temsil etmemiş, bazıları öyle söylüyor. Diyorlar ki, PKK, işte Önder Apo, nereden çıkarıyorsunuz? Bütün Kürtleri temsil etmiyor. Evet, var bazı böyle Kürt kökenli olduğunu söyleyen, onun üzerinden de bazı şeyler yapmaya çalışan. Ama 50 yıldır Türk Devleti tüm kurumlarıyla, bu sözde tırnak içinde söylüyorum, Kürtlerle ilişki halinde, yani Kürt Özgürlük Hareketi’ni bitirmek istedi. Onları büyüttüler mesela, koruculuğu geliştirdiler, Bakur’da korucu orduları oluştu. Siyasi alanda, yani parlamentoya Kürt vekiller diye soktular mesela. Sırf Özgürlük Hareketi büyümesin diye Federe Kürdistan’a onay verdiler, bir küçük Kürt devletçiliği oluşturdular. Ne oldu? Yani bu Kürtlerin yaptığı ne oldu? Bu Kürtler temsilci haline dönüşebildiler mi? Bunlar hikâye, kimse bunlarla da kendini aldatmasın.

 

Kürt Demokratik Uluslaşmasının tek bir önderliği var, o da Önder Apo’dur, o da muhatap alınmak durumundadır. Niye bunu söylüyorum? Şimdi komisyonun önünde bu duruyor. Süreci soruyorsunuz ya, süreç hangi aşamada? Sürecin nasıl gelişeceğinin tek kriteri var: Önder Apo’ya nasıl yaklaşılacağı. Çünkü Önder Apo hepimizi temsil ediyor. Önder Apo Kürt halkının tamamını temsil ediyor, onun Önderliği oluyor” dedi.

 

‘DEVLET KARAR VERMEK ZORUNDA’

 

Komisyonun rolüne dikkat çeken Ümit, “Mevcut komisyonun önünde bir iki görev var. Bunlardan bir tanesi şu: Önder Apo’yu dinleyecek ama Önder Apo ile tartışmak zorunda. Niye tartışmak zorunda? Şimdi güncel olarak 21. yüzyılın bu vaktinde, bu zamanında Kürt varlığı artık inkâr edilemez düzeyde açığa çıktıysa, bölgesel bir aktör olduysa, artık asimilasyon ve soykırım politikalarıyla Kürtlere yaklaşım gerçekleştirilemezse, Türk Devleti ne yapacak bu Kürtlerle? Karar vermek zorunda.

 

Yani Kürt varlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olacak mı, olmayacak mı? Eskisi gibi asimilasyonist ve soykırımcı politikada mı ısrar edecekler? Yoksa Kürt varlığı kabul edilecek mi? Komisyonun bu soruya cevap vermesi lazım. Kürt var mı, yok mu? Varsa hakları var mı? Hakları varsa bu hakları verilecek mi? Bu kadar basit sorular. Bu anlamda sürecin geldiği önemli bir nokta budur. Ve bu artık dananın kuyruğunun koptuğu nokta diyorlar ya artık bu noktaya gelmiş. Ne kadar içinde iyi niyetli insanlar olsa da çalışma yürütmüşlerse de eğer bu misyonunu yapamazsa, yani Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti içerisinde nasıl yer alacağına ilişkin bir perspektif açığa çıkaramazsa, bir oyalama komisyonu olmanın ötesinde isimlendirilemez, değerlendirilemez. Eğer bu komisyon bundan kurtulmak istiyorsa, kesinlikle buna cevap vermek zorundadır” diye konuştu.

 

BAHÇELİ’NİN YAKLAŞIMLARININ ANLAMLI

 

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin konuşmalarına hatırlatan Ümit, “Devlet Bahçeli’nin geçen hafta konuşmaları vardı. Güzel de konuştu, iyi konuştu. Kurucu önderlik olarak yine önderliğimizi ifade etti. Biz buna da anlam veriyoruz. Burada ikili bir anlam yüklediğini de düşünüyorum ben. Belki de fazla anlam yüklüyorum ama öyle anlamaya çalışıyorum Bahçeli’nin yaklaşımını. Yani hem evet, PKK’nin kurucu önderliği ama hem de yeni Türkiye’ye giderken, yeni Türkiye’nin inşasında da böyle öyle bir mesajı alıyoruz. Bunlar anlamlı, güzel söylüyor. Fakat az söylüyor. Yine de yetersiz söylüyor.

 

‘ÖNDER APO SÖZÜNÜN İNSANIDIR’

 

Şimdi evet, Devlet Bahçeli’nin de söylediği gibi, Önder Apo, yani şimdiye kadar söylediklerinin hepsini yerine getirdi, sözünü tuttu. Yani biz biliyoruz zaten önderliğimizi. Yani mesela Önder Apo’yu böyle bir önderlik haline getiren temel özelliklerinden bir tanesi, unutmaması. Herkes unutur, önderlik unutmaz. Yani mesela Önder Apo’ya milyonlar niye bu kadar bağlıdır? Militanlar niye bu kadar bağlıdır? Yoldaşları niye bu kadar bağlıdır? Çünkü Önder Apo sözünün insanıdır. Verdiği sözü asla unutmaz, unutturmaz ve mutlaka da yerine getirir. Biz bunu biliriz mesela. Böyle bir inançla bağlıyız. Mesela herkes şaşkınlık içerisinde, nasıl Önder Apo işte bu kadar yıl değil mi esaret altındaydı ama tek sözüyle partisine dediklerini kabul ettirdi, arkadaşlarına dediğini yaptırdı, hiçbir bölünme olmadı, hiçbir farklılık olmadı. Niye olmadı? Bu, Önder Apo’nun bu özelliğiyle ilgilidir. Önder Apo unutmaz, unutturmaz, kandırmaz, aldatmaz, aldanmaz. Biz bunları biliyoruz. Devlet Bahçeli de bunu tanıyor artık. Hatta böyle önderlik geçmişte hep örnek verirdi. Derdi ki kendisi için, Suriye yönetimi bana “bay ilke” diyor. Önderlikte ilke bu düzeydedir. Peki Bahçeli’de söz nerede? Mesela ben şu anda sorduğum soru bu. Önder Apo dediklerini yerine getirdi. Peki Bahçeli dediklerini yerine getirebildi mi? Bahçeli Ekim ayı konuşmasında ne demişti? Demişti, partiyi feshetsin, gelsin mecliste, DEM Parti grubunda siyaset yapsın. Hani nerede? Önderliğimizin üzerine hâlen kilit vuruluyor. Umut hakkı ülkesinden yararlansın. Hani nerede? Yani evet biz sözümüzü tutuyoruz. Önderlik şahsında söylüyorum. Çünkü bizler hepimiz önderliğe katılmışız. Önderlik gerçekliğine katılmışız. Önder Apo gerçekliği sözünü tutuyor. 

 

Bir tane milliyetçi yazmış. Gürkan Çakır. Güzel bir röportaj yapmışlar Yeni Yaşam’da. Ben değerlendirmelerini de şey buldum, anlamlı buldum. Diyor milliyetçilikte il gider töre kalır. Yani töre sözdür aslında. Söz önemlidir yani” dedi. 

 

‘ÖNDER APO’NUN KURACAĞI YENİ SİYASİ HAREKETE KATILMAK İSTİYORUZ’

 

Gelinen noktada Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün gerçekleşmesi gerektiğini dile getiren Ümit, “Önder Apo’nun siyasi ve hukuki haklarının tanınmasını ve siyaset yapar hale gelmesini istiyoruz. PKK feshedildi. Biz Önder Apo’nun oluşturacağı yeni siyasi harekete katılmak istiyoruz ben ve tüm yoldaşlarım. Biz PKK’ye katıldık ama biz aslında önderliğe katıldık. Önderlik ne yaparsa biz de onunla çalışmak istiyoruz. O yüzden Önder Apo’nun fiziki koşullarının düzenlenmesi lazım. Fiziki özgürlüğünün sağlanması lazım. Üzerine aslında artık o esaret koşullarının aşılması lazım. Umut hakkının gerçekleşmesi lazım. Bu çerçevede yasal ve hukuki zeminin oluşturulması gerekir. İkinci önemli gördüğüm husus da buydu” diye konuştu.

 

‘AKP VE ERDOĞAN SÜRECİ GERİYE ÇEKİYOR

 

AKP hükümetinin sürece yaklaşımını eleştiren Hêlîn Ümit söyle konuştu: “Bu, Erdoğan mesela o yüzden tam renk vermiyor. Fakat onlardan daha fazla bence süreci geriye çeken AKP cenahıdır. Başta da Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Yani olmasın demiyor, karşıtım demiyor. Mümkün olduğunca bundan faydalanıyoruz. Fırsat kolluyor, gelişmeleri izliyor. Fakat pratikte de olmaması için her şeyi yaptırıyor. Çünkü onlara bağlı o medya çevresi 24 saat olmaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Şimdi mesela AKP içerisinde sözde “tabanımız karşıdır” tartışması yürütülüyormuş. E, karşıysa sen çalışmadığın içindir. Sen süreci anlatmadığın içindir. Sen ikna olmadığın içindir. Baş ne düşünürse gövde öyle hareket eder. Baştaki eğer o kadar iradesizse, o kadar kendi düşüncelerini de etkili hale getiremiyorsa, o zaman zaten lider değildir. Zaten o zaman bir kurumsal gücü yoktur. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. İstedikleri her konuda, her kararı kendi parti yapılarına ve tabanlarına kabul ettirebilen bir AKP gerçekliği var. Eğer olmuyorsa, ikna olunmuyorsa, yapılmıyorsa bu istenmediği içindir.”

 

Azerbaycan’dan Türkiye doğru kalkan uçağın düşmesinin şaibeli olduğunu dile getiren Ümit sürece karşı provakasyon uyarısında bulundu. 

 

‘ŞARA YENİ BİR İŞBİRLİKÇİ LİDER GİBİ GÖZÜKÜYOR’

 

ABD başkanı Donald Trump ile Süriye Geçici Hükümeti Cumhurbaşkanı Ahmet El-Şara görüşmesine dikkat çeken Ümit, “Trump ile Şara arasındaki görüşmeyi  anlamaya çalışıyoruz. Fakat yansıyanlar da ilginçti. Şara’yi resmi bir törenle almadılar. Arka kapıdan aldılar, arka kapıdan gönderdiler. Böyle ilginç görüntüler yansıdı. Bence çirkin görüntülerdi. Amerika ve İngiltere politikası olarak Ortadoğu’da işbirlikçi önderlikler oluşturma ve onlara dayalı olarak bölgede kendi politikalarını yürütme çizgileri var. Bugünün politikası değil. Yüzyıllardır aslında kapitalist modernitenin inşa sürecinden beri bölgeye böyle bir şey dayatılıyor. O günden bugüne de aslında Ortadoğu, Ortadoğu halkları, Arap halkları, Türkiye halkları, Kürdistan halkları, Kürt halkı, Fars halkı hep böyle bir kıskaç altındadır. Yani ben Şara’yı Beyaz Saray’daki görüntüleriyle ele aldığımda benim aklıma yeni bir işbirlikçi lider şekillendiriliyor ve bunu böyle bir şeyle sunuyorlar düşüncesi geldi.

 

Bundan önce Gazze barış görüşmelerinde de aslında ben benzer bir duyguyu hissettim. Orada da Trump bir şovmen havasıyla yer almıştı ve nasıl herkese böyle laf atmıştı, şaka yapmıştı, bilmem ne yapmıştı.Aslında asıl patron benim diyen, bu coğrafyanın sahibi benim, patronu benim diyen bir edayla bir mesaj vermişti. Şimdi de bunun devamı oluyor bu. Şara ABD yönetimiyle uzlaştı, uzlaşmak için gitti zaten oraya. Hangi konularda uzlaştı? Bir, DAEŞ karşıtı koalisyonda yer alma sözü verdi. Yani bu şu anlama geliyor, daha önce içinde yer aldığı hareketleri yok etme faaliyetinin içerisinde olacak.”

 

Türkiye’nin Dişişleri Bakanı Hakan Fidan şahsında Süriye’deki sürecin geriye çekildiğini belirten Ümit, “Yani Hakan Fidan’ın tutumu, fıkrada geçtiği gibi Kürt anasını görmesin tutumudur. Yani ne olursa olsun Kürt’ün dediği olmasın. İsteği olmasın. Böyle bir tutum içerisindedir. Bu tutumuyla da hem Suriye’deki entegrasyon ve Suriye’nin birliğini zorlayan bir konumdadır” dedi. 

 

‘KADINA YÖNELİK ŞİDDET DAHA DA AĞIRLAŞIYOR’

 

 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününün önemine dikkat çeken Ümit şöyle konuştu: “Dikkat edilirse her yıl da kapsamlı etkinliklerle Kürdistan’da, Türkiye’de, bulunduğumuz her coğrafyada, Kürtler, Kürt kadını nerede örgütlüyse, hangi coğrafya üzerinde ise yan yana gelip mücadele edebiliyorsa aslında, nasıl ki 8 Mart’ı karşılayıp kutluyorsa, değerlendiriyorsa, bir araya geliyorsa, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nü de böyle karşılıyoruz. Fakat tabii bir farkındalık, bilinçlenme bunlar önemli. Fakat daha fazlası gerekli.

 

Kadına yönelik politikalar, kadına yönelik yaklaşım her geçen gün çok daha ağır bir hal alıyor. Aslında gezegenimiz üzerindeki en temel problem, en temel sorun nedir diye sorarsanız aslında kadınların sorunu, kadın sorunu, kadının özgürlük sorunu, kadının varlık sorunu. Bundan daha ağır bir sorun yok. Ve biraz daha aslında yakından bakıp incelersek, değerlendirirsek, tartışırsak göreceğiz ki bütün sorunların merkezinde de kadınların köleleştirilmesi, kadına yönelik şiddet ve zulüm var. Yani işte bir saattir tartışıyoruz, Türkiye’deki gelişmeleri tartışıyoruz, Ortadoğu’daki gelişmeleri tartışıyoruz. Belki söylenecek çok şey de var. Ama bu sorunların hepsinin kaynağında kadınların içine itildiği durum vardır. Kadının köleleştirilmesi durumu vardır yani. Kadına yönelik şiddet vardır.

 

O anlamıyla birebir bir kadın sorunundan bahsediyoruz. Kadınlar öncelikli olarak bu gerçeklikle yüz yüze kalıyorlar. Ama kadın şahsında tüm toplum aslında böyle bir şiddet sarmalı içerisinde alınarak köleleştiriliyor. Eziliyor, yok ediliyor, iradesi kırılıyor. Bu anlamıyla çok anlamlı ve daha fazla aslında tartışmamız gereken, böyle günleri çoğaltmamız gerekir, ona getirmek istiyorum. Evet, bir sembolik günden bahsediyoruz, 25 Kasım’dan bahsediyoruz. Kadına yönelik şiddete karşı mücadele gününden bahsediyoruz. Ama biz, bizim kadınlar olarak değil bir gün, yani tüm günleri kendimizi savunacağımız, kendi öz savunmamızı öreceğimiz günlere çevirmemiz gerekiyor. Yani bizim böyle bir bakışla yaklaşmamız gerekiyor.

 

‘GÜNDEMİMİZ ÖZ SAVUNMA’

 

Dikkat edin, hemen hemen her saniye dünyanın bir yerinde bir kadın öldürülüyor. Nedensiz yere öldürülüyor, sebepsiz yere öldürülüyor, en yakını tarafından öldürülüyor. Kocası tarafından öldürülüyor, kardeşi tarafından öldürülüyor, sevgilisi tarafından öldürülüyor. Hatta yani böyle bir gerçeklik var. Bunun çok iyi anlaşılması lazım. Bu yüzden de biz öncelikli olarak, PAJK olarak, Kadın Özgürlük Hareketi olarak gündemimize neyi alıyoruz? Öz savunmayı gündemimize alıyoruz. Öz savunma çizgisini oluşturmayan kadınlar ya da öz savunmaya ulaşamayan kadınlar, yani şöyle söyleyebilirim, şiddetin her çeşidiyle her yerde her an karşı karşıya kalabilirler. Yani bu ev içi şiddet olabilir, bu iş yerindeki şiddet olabilir, bu sokakta yürürken şiddet olabilir. Böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

 

KASTİK KATİL BELİRLEMESİ 

 

Geldiğimiz noktada evet, şöyle bir bilinçlenme aşamasına biz ulaştık Önder Apo sayesinde. Biliyorsunuz Önder Apo’nun manifestosu var, bazı yerlerde de bazı bölümleri yayınlandı. 12. PKK Kongresi’nden sonra da politik raporu Serxwebûn dergisinde yayınlandı. Orada önderliğimizin ifade ettiği bir kast sistemi, kastik katil tanımlaması var. Yani kastik katilin açığa çıkma gerçekliğini Önder Apo tanımlıyor. Ben tüm kadınları bu kastik katil üzerine yoğunlaşmaya davet ediyorum bugün vesilesiyle. Gerçekten evet, yani geçmişini bilemeyen gününe anlam veremez. Yani neden böyle olduğunu bilemezsek, neden kadının sürekli katliamla, şiddetle, zulümle, köleleştirme eylemiyle karşı karşıya kaldığının bilincine varamazsak günümüze de anlam veremeyiz. Yani bunu o zaman nasıl karşılarız? Bir kader gibi karşılarız. Sanki doğamızda bu vardır, sanki bu işin fıtratında vardır. Yani olması gereken buymuş gibi yaşarız. Oysa biz şunu çok iyi biliyoruz, toplumsal gerçeklikler inşa edilmiş gerçekliklerdir. Kadına yönelik şiddetin kökeni bu kadar eskidedir. Yani kastik katilin binlerce yıl önce çıkışıyla bağlantılıdır. Bunu çözmeden, anlamadan, bunun gelişim süreçlerini kendi kişiliğimizdeki etkileriyle birlikte çözümlemeden aslında bu şiddet sarmalından çıkmamız çok mümkün değil. Bugün vesilesiyle ben dikkat çekmek istediğim konunun bu olduğunu söylemek istiyorum. Yani önemli gördüğüm husus bu.

 

İkinci önemli gördüğüm husus, tüm bu yaşananların temelinde kadının mülkleştirilmesi olgusu olduğunun bilinmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Kadının ilk mülk olarak açığa çıkartılması, mülkiyetçi düzenin temeline kadının mülkleştirilmesinin koyulması hem sınıflı uygarlığın gelişiminin temelini oluşturmuş hem de sistematik olarak sürekli kadına dayatılan bir kölelik eylemini açığa çıkarmış. Yani sınıflı uygarlık, devlet, günümüzde kapitalist modernite ayakta kalmak istiyorsa sürekli olarak kadını mülkleştirmek durumundadır. Dikkat edin belki geçmişte yani geçmiş sistemlerde ahlakın ve toplumsal yapıların daha güçlü olduğu toplumsal sistemlerde bu kadar değildi. Ama şimdi kadının her şeyi satılık, duygusu satılık, bedeni satılık, mimiği satılık. Hatta öyle bir noktaya gelmiş ki yani şiddeti kadınlar kendi kendilerine uygular hale gelmiş. Bu mülkiyetçi sistem çünkü hep erkeğe göre olmak zorunda, hep egemen erkeğe göre şekillenmek zorunda. Saçını ona göre yapmak zorunda, dudağını ona göre yapmak zorunda. Estetik operasyonlarla neredeyse bütün kadınlar birbirine benzer hale geldi. Kadındaki o farklılık, o orijinallik, o bile kaybolur hale geldi. Bunların hepsinin altında yatan şey mülkiyetçi düzen. Kadının kendisini kesinlikle mülk konusu olmaktan çıkartması gerekir. Kadınların kendisine ait olmayı başarması gerekir. Kadınlar kimseye ait olmadan yaşamanın yolunu bulmak zorundadır. Yani bunun yaşam formunu inşa etmek zorundadır.

 

Bunun da kadınları doğrudan ve doğal olarak aslında komünal olmaya, komünalist harekete katılmaya itmesi gerekir. Bunun farkına varan her kadın, karşı karşıya kaldığı dehşeti bilince çıkartan her kadın mevcut sistemden aslında can havliyle kaçar. Ama öyle bir düzen oluşmuş ki sanki kadın içine doğduğu dünyaya mahkûmdur, ona mecburdur. 

 

Ben 25 Kasım vesilesiyle tüm kadınlara şu çağrıyı yapmak istiyorum. Biz buna mecbur değiliz. Kadınlar tüm yaratıcılıklarıyla, tüm anaç yetenekleriyle, kendi özgürlük sistemlerini, komünal yaşam sistemlerini oluşturmaya, doğurmaya gücü olan varlıklardır. O anlamıyla ben yani mülkiyetçi düzene karşı çıkmaya, kadının kendi üzerindeki mülkiyetçi sistemlerle mücadele etmesine yani bunun esas nokta olduğunu düşünüyorum.

 

Buna adım atan her kadın özgürlüğe biraz daha yaklaşmış olur. Ama bundan çıkmayan ve bu sistem içerisinde kalmak için kendine bahaneler uyduranlar açısından ise zulüm, şiddet yaşamın doğal bir parçası konumuna gelir.

 

Biz Önder Apo sayesinde Kürt kadınları olarak, Kürt kadın hareketi olarak bilinçlendik. Kendimizi tanıdık, sistemi tanıdık, erkeği tanıdık. Giderek bir ideolojiye sahip olduk. Bir kadın kurtuluş ideolojimiz oldu. Jineoloji bilimiyle aydınlandık. Toplumsal bir hareket haline dönüştük. Şimdi giderek daha fazla edindiğimiz birikimle pratikleşmek, politikleşmek, karar gücü haline gelmek, özgürlüğün eylem çizgisini açığa çıkarmak, bu temelde hem kadın özgürlüğünü hem de toplumsal özgürlüğü inşa edecek bir noktaya geldik. Ben tüm kadınları, tüm dünya kadınlarını, tüm bölge kadınlarını hem bu deneyimden gerekli sonuçları çıkarmaya hem de katılmaya çağırıyorum. Bundan daha anlamlı ve değerli bir yaşam kadınlar için yoktur, diyorum.”

 

DİLOVASI’NDAKİ YANGIN

 

Dilovası’ndaki yangına tepki gösteren Ümit, “Dilovası’ndaki yangında 6 kadının ölümü çok trajik bir olay. 6 kadın, üçü de çocuk yaşta. 15 yaşlarında yanlış değilsem. Bu olayın Türkiye’de bir infiale yol açması gerekirdi. Yani büyük bir tepkiyle karşılanması gerekirdi. Fakat o kadar ölüm sıradanlaşmış ki Türkiye’de, hele hele kadın ölümleri. Günlük olarak Türkiye’de bir erkek elinde bir bıçakla bir kadını doğuruyor. O yüzden kastik katil dedim önceki şeyde. Günlük olarak bunun haberleri var. Ya da elinde bir pompalı, günümüzün silahı da aynı şey ya, tüfekle ya da silahla bir kadını katlediyor. Bir kadının cenazesi çöp kutusunda bulunuyor. Yani kadınların değeri bu düzeyde. Yaşam, yaşamdaki değeri bu düzeydedir. Aslında yaşamdaki değerleri yoktur.

 

Bir mülk oldukları kadar değerleri vardır. O da kullanım değeridir. Dikkat ederseniz, o Dilovası’nda da orada çalışıyorlar. Yaşamlarının bir karşılığı, bir değeri olmadığı için de çok bir şey yoktur. Öldüklerine de bir karşılığı yoktur. Büyük bir olasılıkla tazminatla ya da şunla bununla geçiştirilerek kapatılacak konulardır.”

 

’27 KASIM BÜYÜK BİR COŞKUYLA KUTLANMALI’

 

Konuşmasının sonunda 27 Kasım PKK’nin kuruluş yıldönümünü kutlayan Ümit, “Başta Önder Apo’nun, yine halkımızın 27 Kasım’ını kutluyorum, 47. yıl dönümünü. Evet, PKK’nin örgütsel varlığına son vermiş olabiliriz. Fakat PKK bütün değerleriyle ayakta ve aktif olarak da mücadeleyi sürdürüyor. En temel sorulardan bir tanesi şu tabii, yani Kürdistan’da PKK çıkışı olmasaydı ne olurdu? Herkesin dönüp dönüp bu soruyu bir kez daha kendisine sorması gerektiğini düşünüyorum. PKK olmasaydı ne olurdu? Herhalde böyle bir Kürtlük olmazdı.

 

O anlamıyla tüm halkımız dört parça Kürdistan’da, Avrupa’da, bulunduğu her yerde şehitlerimize bağlılığın gereği olarak 27 Kasım’ı büyük bir coşkuyla kutlayabilmeli. Bugün vesilesiyle şunu söyleyebilirim. Evet, PKK için çok şey söylenebilir. Yani PKK ne yaptı denirse, ne yapmadı ki diyebilirim. Sadece bir ulusal kurtuluş mücadelesi vermedi. Yani Kürdistan’da yaşaması gerekenle yaşamaması gerekeni ayrıştırdı. Güzel ile çirkini ayrıştırdı. Yani Kürtleri sadece açığa çıkarmadı, Kürtleri bir de var kıldı. Yeni özellikler kazandırdı. Cesaret verdi, fedakarlık verdi, anlam kazandırdı. Gerçekten Önderliğimiz bir çözümlemesinde şeyi söylüyor ya, PKK bir roman, bir şiir, bir türkü ve güzeldir. Yani gerçekten PKK böyle bir gerçekleşmenin adıdır” diye konuştu.

 

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version