PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
MHP lideri ve mevcut rejimin fiili koalisyonunun görünen ortağı Devlet Bahçeli, biliyorsunuz Kürtlerle yürütülmekte olan şeffaflıktan uzak İkinci Çözüm Süreci’nin (İÇS) başlamasını sağlayan çıkışı yapan kişi. Tüm siyasi varlığını reaksiyonerlik (mevcut duruma karşı pozisyon alma) üzerinden kurgulamış bir siyasi hareket olan MHP genetik olarak sol-ilerici düşünce akımlarına ve siyasi hareketlere karşı olageldi.
1980’lerin başından bu yana da politik duruşunu tümüyle Kürt siyasetine karşı oluşturdu. Yine MHP Birinci Çözüm Sürecine külliyen karşı oldu, bu sürecin Türkiye’nin bölünmesiyle sonuçlanacağı teşhisi üzerine siyaset yaptı. Hatta o kadar ki, Avrupa Birliği (AB) sürecine de tümüyle karşı bir konum alarak, Kopenhag Kriterleri’nin uygulanmasında ön koşul olan azınlık hakları ve Kürtlere statü gibi ölçütlerin kabul edilemez olduğunu ileri sürdü.
Cumhur İttifakı’nın kuruluş sürecinde rol oynayan önemli belirleyicilerden biri Erdoğan’a ve AKP’sine Kürtlerle yürütülen çözüm sürecini sonlandırtmaktı. AB sürecini bitirtmek de diğer bir belirleyiciydi ki onun da temel nedenlerinin başında dolaylı olarak Kürtlere süreçle beraber anayasal bir statü verilmesine engel olmak geliyordu.
Derken 17 Aralık 2013 sonrasında bugünkü rejimin temelleri atıldı. Suça batmış Erdoğan iktidarı kurtarıldı, Ergenekoncu-Avrasyacı kanatla beraber MHP de fiili koalisyon hükümetinin derin devlet görünmez kanadı olarak hükümete monte edildi.
İleriki dönemlerde HDP’nin kritik yüzde 10 ülke barajını aşmasıyla beraber Kürt siyasetinin değeri arttı. Tabi olarak ana muhalefet olan CHP, Kürt siyasi hareketi ile seçim işbirliği yapmaya başladı. Bu işbirliği MHP yönetimi tarafından sürekli olarak teröre destek olmakla, PKK’nın güdümüne girmekle eleştirildi. Bahçeli’nin yanı sıra Erdoğan da defalarca dönemin CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu akıl almaz bir şekilde suçladılar. CHP’yi ‘hain’ ilan ettiler.
Oysa CHP, Birinci Çözüm Süreci’nde oldukça devletlû bir pozisyon almıştı. Hatta aynı o dönemki MHP gibi AB sürecine de destek vermemişti. Dahası yine MHP’nin o dönemki pozisyonuna benzer şekilde Çözüm Süreci’nin ülkenin bölünmesine götürecek şekilde Pandora’nın kapılarını açtığını öne sürüyordu.
Bugün CHP’nin Kürt sorununa bakışını değiştirmesinde rol oynayan ve politika değişikliğine rasyonel argümanlar üretebileceğimiz birçok neden sayabiliriz. CHP özellikle başkanlık sistemine geçildikten sonra tek başına yüzde 50 artılık bir oy oranına ulaşması mümkün olmadığından tüm muhalif partilerle geniş tabanlı bir seçim ittifakı politikasına yönelmek zorundaydı. Kürt siyasi hareketi yüzde 13 civarı banttaki oy potansiyeli ile çok kritik bir rol oynuyordu. Dahası, yerel seçimlerde de CHP ve HDP arasında ittifak yapmak zorunluydu. Birçok metropolde CHP belediye başkanlıklarını bu yolla elde etti.
MHP başta, Cumhur İttifakı CHP’nin Kürt siyasi hareketi ile yaptığı bu ittifakları yukarıda da değindiğim üzere hep ‘CHPKK’ olarak karaladı, CHP’nin “yerli ve milli” Cumhur İttifakı’nın aksine, ülke bütünlüğünü önemsemediğini propaganda etti.
17 Aralık 2013 sonrası çözüm süreci nasıl aniden bittiyse, bugün de İkinci Çözüm Süreci yine aniden başladı. Daha dün Selahattin Demirtaş’ın ve 10 vekili, onların yanı sıra yüzlerce seçilmiş Kürt yerel yöneticiyi fabrikasyon gerekçelerle hapse tıkarak nötralize edenler, bugün sanki hiçbir şey olmamış gibi Kürt sorununa siyasi çözüm havarisi kesildiler. Bunu siyasettir, bunlar olur türü beylik açıklamalarla geçiştirmek ne kadar mümkündür?
Hâlihazırda Selahattin Demirtaş ve 10 Kürt vekil ve seçim kazanmış yüzlerce Kürt yerel siyasetçi içeridedir. Milli irade hırsızlığı ile yerlerine kayyum atanan belediye başkanları da keza zindanlarda süründürülmekte. Bunları yapan yargı değil, bunu gayet iyi biliyoruz. Bunların faili hukuku siyasetin köpeği haline getirmiş olan Cumhur İttifakı – nam-ı diğer rejim – ve en başta da Erdoğan’ın bariz suç ortağı ve erketesi olan Bahçeli’dir.
Şimdi MHP, 180 derece farklı bir tutum içerisinde. O halde sorulması gereken temel soru, “MHP’deki bu pozisyon değişikliğinin nedeni nedir?” sorusudur.
Daha net sorayım: Sürecin yavaşlığından şikayetle, Bahçeli’ye, “Gerekirse İmralı’ya üç arkadaşımla ben giderim!” dedirten nedir? Bunun motivasyon nereden kaynaklanıyor?
Daha önce Öcalan için “Bebek katili” ve “bölücü başı” diyen MHP hangi gerekçelerle bu tornistanı yaptı?
Aynı şekilde, Bahçeli mesela hapiste olan CHP’liler için hiç de demokrasi havarisi bir rol oynamıyor.
Bahçeli’nin – ve Erdoğan’ın – bildiği bir şey mi var?
Daha açık soralım: Kamuoyu ile paylaşmadıkları bir ulusal güvenlik sorunu mu var? Yoksa bir takım çıkarlar mı söz konusu?
Siyaset alma-verme dengeleri üzerinden konsensüs kurulan mekanizmalara dayanır. Kürt siyasi hareketi için müzakerelere konu olan çıkarlar az çok bellidir. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki özel hapishaneden çıkartılması ve tam özgür veya ev hapsinde bir ara çözümle Türkiye siyasetinde etkin olacağı bir konuma getirilmesi başta olmak üzere, DEM Parti’nin birçok beklentisi var. Bu beklenti ve bunun yanında anayasal statü ve Kürtlerin yerel düzeyde öz idareleri gibi birçok başka konu da DEM Parti’nin beklentileri arasında.
Peki, bunun karşılığında Bahçeli – ve Erdoğan – neler bekliyor? Erdoğan süreçte Bahçeli gibi ön planda olmamayı seçmiş görünüyor. Bahçeli ise proaktif ve süreci başlatan, tıkandığı yerde devreye giren bir aktör görünümünde.
Yeniden ifade etmek isterim ki bu ben de dâhil tüm siyasi gözlemciler için bir anomalidir. Bu rol önemli ve küçümsenmemeli. Ama ‘üzümü ye, bağını sorma’ yaklaşımı bir siyaset bilimciyi veya jurnalistik etiğe ve kaygılara sahip araştırmacı bir gazeteciyi kesinlikle tatmin etmez. Dahası, eleştirel düşünceye meyleden bir siyaset takipçisi sade vatandaş da bu soruları sorar, sormalıdır.
2 sene, 5 sene ya da 10 sene öncesine göre ne/neler değişti de Bahçeli ve MHP tutum değiştirdiler? Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın bu pozisyon değişikliğinden kaynaklı beklentileri nelerdir?
Bu beklentileri kamuoyuyla paylaşmadılar. Peki, müzakerelerde Kürt partnerlere karşı telaffuz ettiler mi? Örneğin Abdullah Öcalan’a “Şunu yaparız ama karşılığında siz de bunu, bunu, bunu bize garanti edersiniz veya kabul edersiniz.” türü bir pazarlık oldu mu?
Bu konuda kamuoyunu bilgilendirilmesi gerekirdi. Ne yazık ki bu bilgilendirme yapılmış değil.
Ya pazarlıklarda henüz bu aşamaya geçilmedi, yani daha prematüre düzeyde ilerleyen ön görüşmeler söz konusudur ya da – benim endişem – pazarlıklar çok gizli yürütülüyor. Eğer ikincisiyse, bunun da bir nedeni olmalı. Bu, acaba pazarlık edilen şeylerin her iki taraf için de etik sorunları beraberinde getirecek olması mıdır?
Daha açık ifade etmek gerekirse, Bahçeli ve Erdoğan kendi siyasi – veya şahsi – menfaatlerine yarayacak bir takım tavizleri mi kopartmaya çalışıyorlar?
Örneğin Erdoğan için iktidarını yitirmemek her şeyin en başında gelen menfaati olduğuna göre, acaba anayasal değişiklik paketi oluşturulacaksa, bu pakete Erdoğan’ı bir dönem daha iktidarda tutmak için gerekecek bir düzenleme mi eklemlenmek isteniyor?
Bu saatten sonra Kürt siyasi hareketi meseleye daha önce Kürtlerin Kopuşu konulu makalemde ele aldığım üzere ve bugüne kadarki deneyimlerine paralel şekilde, gayet de haklı olarak önce Kürtler olarak yaklaşıyor. Kanımca, hele bir biz haklı beklentilerimizin karşılandığını görelim türü bir taktik izleniyor.
Bu konuyu incelemeye ve takibe devam edeceğim.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

