Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Unutulmak da öldürür insanı!

Unutulmak da öldürür insanı!


AHMET KURUCAN | YORUM

Geçen hafta yaşandı Türkiye’de. “Hayatı karartılmış bir KHK’lı daha intihar etti!” Başlığı gördüğümde içimde bir ürperti oldu. 51 yaşında, iki çocuk babası, matematik öğretmeni Ali Ülker… KHK ile ihraç edilmiş, 5 yıl hapis yatmış, çıkmış; ama bir türlü toparlayamamış. İşsizliğin, borçların, umutsuzluğun arasında sıkışıp kalmış bir baba, bir eş, bir insan…

Ve sonunda dayanamadı. Kendini asarak hayata veda etti. Cenazesi Salihli’de, ikinci vakit namazından sonra toprağa verildi. Geride iki küçük kız çocuğu ve sessiz bir çığlık bıraktı.

İntihar haberleri artık bizi sarsmıyor gibi. Her hafta bir yenisi geliyor. Her biri aynı cümlelerle geçiştiriliyor haberlerde: “Psikolojik sorunları vardı… İşsizdi… Umutsuzluğa kapılmıştı…” 

Oysa her biri bir dünyanın yıkılışı, bir evde kapanan ışık, bir çocukta yarım kalan baba ya da anne sıcaklığı demek.

Doğruluk Payı’nın verilerine göre sadece 2024 yılında 4 bin 460 kişi kendi hayatına son verdi Türkiye’de. Her gün 12 insan… Her iki saatte bir sessiz bir ölüm. Bu rakamlar kuru istatistik değil, her biri bir mektup, bir dua, bir çare arayışı aslında. Ama biz rakamların soğukluğuna sığınıyoruz. Çünkü o rakamların ardında bizi utandıran bir toplumsal vebal var: İlgisizlik, sessizlik, umursamazlık.

Evet, Gazze’de insanlar bombalar altında can veriyor. Bir yılı aşkın hemen hergün o görüntüleri izliyoruz. Yüreğimiz daralıyor. Masum çocuklar, kadınlar, babalar… Birer sayı hâline geliyor orada da. Ama unutmamalıyız, ölümler sadece bombalarla olmuyor. Sessizlikle, dışlanmayla, yok sayılmayla da insan öldürülüyor. 

Gazze’nin yanık kokan enkazında fiziksel ölüm var, Türkiye’de KHK’lıların hayatında ise görünmeyen bir sosyal ölüm yaşanıyor. Biri kanla, diğeri sessizlikle. İkisi de insanın içini kavuruyor. Ve her ikisi de bir umursamazlık sonucu büyüyor.

15 Temmuz’dan bu yana onbinlerce insan işinden, mesleğinden, itibarından oldu. Evlerine, çocuklarına, hatta kendilerine yabancılaştılar. Mahkemelerde, cezaevlerinde, sokakta, pazarda “ihanet” yaftasıyla yaşadılar. Bazıları sustu, bazıları susturuldu. Bazıları ise, artık susacak gücü bulamayınca kendini sessizliğe gömdü.

Bunlar ne dramatize edilmiş kahramanlık hikâyeleri, ne de siyasî ajitasyonlar. Bunlar yaşanmış hayatlar. Acı ve çaresizlikle örülmüş gerçek hikâyeler.

İnsanı yaşatan şey sadece nefes almak değildir; birinin onu anladığını, hâlini sorduğunu, varlığını önemsediğini hissetmektir. Biz yurt dışında yaşayanlar, belki daha güvendeyiz, daha rahatız, daha huzurluyuz. Ama bir yanımız eksik. O insanlar, bir zamanlar yanımızda oturan dostlarımız, çay içtiğimiz arkadaşlarımız, birlikte yürüdüğümüz kardeşlerimizdi. Şimdi onlar orada bir telefon bekliyorlar. Belki sadece bir “Nasılsın?” cümlesine muhtaçlar. O kadar.

Bir ses, bir merhaba, bir dua…

Sılâ-i rahim sadece akrabalık bağı değildir. Gönül bağıdır, vefa bağıdır. Birbirimizi unutmayalım. Çünkü unutulmak, insanın ruhunu öldürür. Her birimiz her gün iki kişiyi aramayı kendimize hedef koysak… Bir selam, bir hatır, bir moral, bir dua… Kim bilir, belki bir Ali Ülker’in daha yaşamasına vesile oluruz.

Bu çağrım bir nostalji değil, bir vicdan borcu. Kendimizi onlar yerine koyalım. Türkiye’de olsaydık özgürlüklerine kavuşan yurt dışındaki arkadaşlarımızdan ne beklerdik? İşte onu yapalım.

Gazze’nin enkazında yankılanan çığlıklarla Salihli’de sessizce toprağa verilen bir öğretmenin nefessizliği aynı insanlık dramının farklı yüzleri. Biri bombanın gölgesinde, biri yargısız infazın sessizliğinde…

Ama her ikisi de bize aynı şeyi söylüyor: İnsan, insanın umududur. Bir ses olun, bir nefes olun, bir insanın hayatına tutunun. Çünkü bazen bir telefon, bir selam, bir dua ölümle yaşam arasındaki fark olabilir.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version