Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Peköz: Gazze meselesi Erdoğan için kapandı


ANKARA – Trump ve Erdoğan görüşmesini değerlendiren Siyaset Bilimci Mustafa Peköz, “Trump’ın Gazze politikası çok açık ve nettir. İsrail’i koşulsuz destekliyor. Gazze meselesi artık Erdoğan ve Ankara için kapandı” dedi.  

 

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Beyaz Saray’a davet edilmesi, Ankara-Washington ilişkilerinde yeni bir arayış olarak yorumlandı. Erdoğan’ın uzun süredir ikili ilişkilerde ikinci planda kaldığı bir dönemin ardından gerçekleşen görüşmenin Ankara-Washington ilişkilerinden nasıl bir etki yaratacağı çok tartışıldı, tartışılmaya devam ediyor. Trump’ın göreve geldiği günden bu yana birçok dünya lideriyle defalarca görüşmesine rağmen Erdoğan’la yüz yüze temas kurmaması, Türkiye’nin öncelik sıralamasındaki yerinin sorgulanmasına yol açmıştı. Ancak bu son gelişme, Erdoğan açısından sadece sembolik değil, aynı zamanda stratejik bir fırsat penceresi olarak değerlendiriliyor. Görüşme ve görüşmenin olası yansımalarına ilişkin Siyaset Bilimci Dr. Mustafa Peköz, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 

 

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6 yıldır Washington’a, Beyaz Saray’a davet edilmedi. Bu yeni görüşme ise çok tartışıldı. Bu görüşmenin psikolojik etkisi ne olabilir?

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 6 yıl boyunca Beyaz Saray’da karşılanmadı. Biden, Erdoğan ile görüşmelerini daha çok NATO gibi uluslararası toplantılarda yaptı. Trump ikinci kez seçildikten sonra Avrupa ülkelerinin liderlerinin önemli bir kesimiyle Beyaz Saray’da görüştü. Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Amer Emirlikleri’ni ziyaret etti. Netanyahu ile tam 4 kez görüştü. Alaska’da Putin ile buluştu. Hatta Zelensky ile dahi iki kez görüştü. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yüz yüze görüşmemişti. Dışişleri diplomasisi, Erdoğan ile Trump’ı bir araya getirmek için çok uğraş verdi, ama başaramadı. Bu kez Erdoğan Birleşmiş Milletler Yıllık toplantısına katılmak için New York’a gitmesi nedeniyle Trump kendisini Beyaz Saray’a davet etti. Bunu iki şekilde yorumlayabiliriz. Öncelikli olarak Trump’ın ikinci döneminde, kurumsal yapıyı esas alarak hareket ediyor. İkincisi Beyaz Saray’ın önceliklerinden Ankara’nın yer almayışıdır. Bu nedenle Ankara, kendisinin Washington’da dışlanmış hissettiği duygusuna kapılması nedeniyle Trump ile Erdoğan ile görüşmesi bir bakıma politik/psikolojik eşiğin aşılması olarak görüldü.

 

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ismini de vererek, “Dünyadaki liderler Başkan Trump ile 5 dakika görüşmek için adeta yalvarıyorlar” dedi. Türkiye’den bu açıklamaya bir cevap verilmedi. Nasıl okumak gerekiyor bu durumu?

 

ABD Dışişleri Bakanı bu açıklamayı yaparken, bütün diplomatik nezaket kurallarına aykırı olduğunu, görüşmecilerin küçümsenmesi anlamına geldiğini bilerek yaptı. Amaç şu görüşmenin içeriğini, gündemini biz belirleriz. Biz isteriz ve bizim dediklerim gerçekleştir. Yani arka plan diplomaside bizim dediklerimiz geçerli olur. Kabul etmiyorsanız görüşmeyin. Ankara’ya da verilen mesaj tam da budur. Yeni dönemde Trump başka bir strateji izliyor. Herkes gibi siz de buna tabi olacaksınız.

 

Trump,  Erdoğan’a kastederek “Hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” ifadeleri kamuoyu önünde açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan da bir tepki gelmedi. Bu durum nasıl açıklanabilir? 

 

 Trump, kendisinin seçimi kazandığını; ama hileli bir şekilde elinde alındığını belirtiyor ve “Haksız bir şekilde sürgünde olduğum dönemde (Biden’in kazandığı seçimi kastederek) hileli seçim sonucunda” kaybettiğini söyledi. Bunu konuşurken parmağıyla Erdoğan’ı göstererek “Hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” demesi, hiç şüphesiz ki sıradan bir cümle olmadığı, aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Türkiye’deki seçimlerde uygulanan anti-demokratik uygulamalarını bildiğine dair bir mesaj veriyor.  

 

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve ABD’nin Suriye Temsilcisi Tom Barrack, “Erdoğan’a meşruiyet verelim” dedi. Bu açıklama çok tartışıldı. Bununla nasıl bir mesaj verilmek istendi?

 

Trump ve yönetimi bu zayıf halkaları hatırlatarak, aslında politik-psikolojik bir baskı uyguladı denebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşme sırasında bu iki noktada tek bir kelime etmemiş olması, iddiaları kabullendiği sonucu çıktı. 

 

Tom Barrack tam şöyle dedi: “Başkan Trump bana, ‘Bu durumdan bıktım. Artık ilişkilerde cesur bir adım atalım ve Erdoğan’a ihtiyacı olanı verelim’ dedi. Ben de ‘Ne istiyor?’ diye sordum. Trump, ‘Meşruiyet’ dedi. Bu çok akıllıca bir cevaptı. Mesele sınırlar, S-400 füzeleri ya da F-16 savaş uçakları değil. Esas mesele Erdoğan’ın dünyada meşru bir lider olarak tanınmak istemesi. 71 yaşında, Türkiye bir demokrasi ama yönetim tarzı biraz otoriter. Trump da bunu fark edip, ‘Ona çözüm olarak meşruiyet vermeliyim’ dedi.” Söylenmek istenen şu: Cumhurbaşkanı’nın hem içte hem de bölgesel ve uluslararası ilişkilerde meşruiyet sorunu var. Biz, Erdoğan’ı destekleyerek çözeriz. Seçimlere hile karıştırma ve otoriterleşme konusunda meşruiyet sorunu var. Antidemokratik uygulamalar sistemsel bir yapıya kavuştuğu için otoriter bir lider görüntüsü çiziyor. Aynı şekilde uluslararası ilişkilerde Ankara’nın görüntüsü pek olumlu değil. Trump ve yönetimi bu zayıf halkaları hatırlatarak, aslında politik-psikolojik bir baskı uyguladı denebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşme sırasında bu iki noktada tek bir kelime etmemiş olması, iddiaları kabullendiği sonucu çıktı. 

 

Trump’ın Ankara’ya bakışının politik olmaktan çok ticari nitelikte olduğu görüşü de hakim. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

 

ABD’nin Ankara’ya bakışının doğrudan ticari demek yanlış olur. ABD’nin bölgesel stratejisinde Ankara’nın esastan dışlandığını söyleyemeyiz. Ancak Trump’ın ikinci döneminde belirlediği stratejinin en önemli halkalarından birisi ABD’nin küresel ticaretteki payını arttırmaktır. Rakip olarak Çin’i görüyor. Çünkü Çin’in ekonomik olarak gelişme seyrinin ve küresel dünya ticaretinde artan etkisi özellikle Washington için önemli bir krizi oluşturuyor. Küresel sistemin en güçlü ekonomisine sahip olan ABD’nin 2024 yılı verilerine göre, ABD’nin dış borcu 34 trilyon dolar civarındadır. ABD’nin en çok borcunun olduğu ülke 1.1 trilyon dolar ile Japonya ve 759 milyar dolar ile Çin’dir. 2025 yılı verilerine göre dünyanın 75 ülkesi ise Çin’e borçludur. Çin’in küresel çaptaki borcu ise yaklaşık 385 milyar dolardır. Çin’in küresel çaptaki ekonomik büyümesi, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde ABD’ye çok daha güçlü bir rakip olacağı biliniyor. Trump, ABD’nin artan dış borcunu azaltmak, ekonomik büyümesini süreklileştirmek, küresel rekabetteki hakimiyetini güçlendirmek için uluslararası alanda ekonomik sorunları ön plana çıkartıyor. Başta Çin olmak üzere dünyadaki ülkelerin ezici bir çoğunluğuna yüksek vergiler koydu. ABD kökenli şirketlerin yatırımlarını yeniden ABD’ye kaydırması için ciddi baskılar yapmaya başladı. Başta Körfez ülkeleri olmak üzere “zengin” ülkelerle trilyon dolarları kapsayan anlaşmalar yaptı. Ankara ile böyle bir ilişki tarzı geliştirdiğini görüyoruz.

 

Yani ABD’nin Ankara ile politik ilişkiler kurarken ticari çıkarlarını ön plana çıkarttığını söyleyebiliriz. Bunları hangi alt başlıklarda sıralayabiliriz? 

 

Görüşmede Trump çok mutluydu. Çünkü ticari olarak Ankara’dan istediğini önemli ölçüde almıştı. Örneğin: ABD’nin Ankara’dan ne istediğini bilen Erdoğan Washington’a gittiği gün, ABD’den ithal edilen ürünlerin vergisini sıfırlatarak Trump’a bir mesaj verdi. Yani Trump’a açık bir mesaj verdi.  Basına yansıyan bilgilere göre Erdoğan ile Trump arasında yapılan anlaşmada Türk Hava Yolları’nın 150’si kesin, 75’i opsiyonlu çok sayıda Boeing uçağı alacağı açıklandı. Bu anlaşmanın kesinleştiği belirtildi. Bunların tahmini maliyeti ise 70 milyar dolar olduğu belirtildi. Enerji Bakanı Alpaslan Bayraktar, “Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki köklü ve çok boyutlu ortaklığı nükleer enerji alanında daha da derinleştirecek yeni bir süreci başlattık” mesajını verdi. Ankara’nın ABD’den yaklaşık 45 milyar dolarlık doğal gaz alacağı açıklandı. Aynı şekilde nükleer enerji anlaşmasının maliyet değeri açıklanmamakla birlikte bunun 20 milyar doların üzerinde olacağı iddia ediliyor.

 

Peki, Ankara bu görüşmede ne gibi bir fayda elde etti. F-16 ve F-35’ler meselesi çözüldü mü?

 

Ankara’nın askeri alanda bir kısım zorluklar yaşıyor. Başta İsrail olmak üzere, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır gibi ülkeler hava askeri gücünü sürekli yeniliyor. Son iki yılın verilerine bakıldığında İsrail’in askeri teknolojide belirgin bir üstünlük sağladığı görülüyor.

 

Ankara’nın askeri alanda bir kısım zorluklar yaşıyor. Başta İsrail olmak üzere, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Mısır gibi ülkeler hava askeri gücünü sürekli yeniliyor. Son iki yılın verilerine bakıldığında İsrail’in askeri teknolojide belirgin bir üstünlük sağladığı görülüyor. Yunanistan’ın hava gücünü büyük oranda yenilemesi ve birkaç adım öne çıkması Ankara’yı yeni arayışlara yönelttiği görülüyor. Ankara’nın hava savunma gücü nerdeyse yüzde 100 bir şekilde ABD’nin F-16’larından oluşuyor. Bu uçaklarının tamamının modernize edilmesi gerekiyor. Milli Savunma Bakanlığının bu yönlü çabaları henüz somut bir sonuca ulaşmış değil. Erdoğan-Trump görüşmesinin en önemli noktalarından birini oluşturdu. Yani F-16’ların modernizasyonu için ödenmesi gereken miktarı açıklayan Savunma Bakanı Güler, “Yeni savaş uçaklarının silah ve ekipmanlarıyla birlikte maliyetinin yaklaşık 7 milyar dolara çıkacağını” açıkladı. Aynı şekilde Ankara, Rusya’dan S-400 savunma sistemini aldığı için 1,4 milyar dolar ödenen F-35 projesinden çıkartıldı. Bütün bunlara paralel olarak ABD ile yapılması planlanan askeri anlaşmaların değeri yaklaşık 23 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Anlaşıldığı kadarıyla bu konularda somut bir ilerleme sağlanamamış.

 

 Peki, bu kadar çabaya ve tavize rağmen neden bir sonuç elde edilmedi?

 

ABD’nin geleceğini belirleyen bütün stratejik kararlarda Kongre ve Senatonun mutlak bir etkisi var. Öyle ki ülkenin stratejik çıkarları söz konusu olduğunda, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler aynı mantık içerisinde hareket ederler. Dikkat edilirse Trump, birinci döneminde, Ağustos 2017’de Türkiye’ye fiilen bir ambargo özelliğini taşıyan CAATSA kararlarını imzalamıştı. Bundan Kongre’nin ve Senato’nun özel bir etkisi olmuştu.  CAATSA, ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası’dır. CAATSA Kararları gereği hem F-16’ların modernizasyonu engellendi hem de F-35’lerin projesinden çıkartıldı. Yani bu yasaya göre, Ankara, Washington’un hasmıdır ve F-35 sorunu çözülmediği sürece hasımlık devam edecek. Trump “Ben özellikle F-16’ların modernizasyonunu sağlamaya çalışacağım” dedi. Çünkü Kongre kararı olmadan CAATSA kararları değiştirilmez. Yani dünya lideri olan Trump, ABD Kongresini ve Senatosunu aşamaz.

 

Trump, F-16 ve F-35’ler meselesini çözmek ve Kongreyi ikna etmek için “Erdoğan bizim için bir şey yaparsa mümkün olabilir” yönünde bir şeyler söyledi. Trump bununla ne demek istedi? 

 

F-35 savaş uçakları için Türkiye ile bir anlaşmanın olup olmayacağı sorusuna cevap veren Trump, konuşma içerisinde “İstesem kolayca yapabilirim. Evet, [anlaşma] yapabiliriz. Duruma bağlı. [Erdoğan] bizim için bir şey yaparsa.” Yani Trump, Erdoğan’a diyor ki: “Ben Kongrede bu kararı aldırtırım, ama bizim için bir şey yapmalısın. Öncelikli olarak bunun hem politik hem de diplomatik olarak çok aşağılayıcı bir durum olduğu kamuoyunda konuşuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ve diplomatik sürece yürüten Dışişleri Bakanlığı’ndan hiçbir tepki gelmemesi şaşırtıcı oldu.

 

Somut olarak nasıl bir şart olabilir?

 

Benim edindiğim izlenim bir şart değil, birçok şart olabilir: Suriye’de İsrail’in egemenliğinin kabul edilmesi, Kuzeydoğu Suriye’deki durumu kabullenmesi.

 

Benim edindiğim izlenim bir şart değil, birçok şart olabilir. Birincisi; Ukrayna üzerinden NATO ile Rusya arasında olası bir savaş gündeme geldiğinde Ankara’nın Ukrayna’ya askeri güç göndermesi. İkincisi, Ankara’nın Rusya’dan doğal gaz ve petrol alımını durdurması ve bunu açık bir dille gündeme getirdi. Ankara da, 10 bin kilometre uzaklıktaki ABD’den 20 yıl boyunca oldukça pahalı ve maliyetli olan doğal gaz alma anlaşması imzaladı. Dahası imzalamak zorunda kaldı. Üçüncüsü Irak/Bağdat yönetiminin görüşmenin yapıldığı gün, Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’nin ABD Şirketiyle yaptığı 100 milyar dolarlık enerji anlaşmasına onay vermesi bu süreçle doğrudan ilişkilidir. Böylelikle IKYB üzerinden Adana-Ceyhan boru hattının çok daha yoğun kullanımı sağlanarak, ABD’li şirketlerin Türkiye’nin petrol ihtiyacını karşılamaya yönelik bir hamlesi olarak değerlendirdi. Dördüncüsü Suriye’de İsrail’in egemenliğinin kabul edilmesi. Beşincisi, Kuzeydoğu Suriye’deki durumu kabullenmesi. Altıncısı ise İran’a karşı olası yeni ve çok daha kapsamlı bir saldırının olması durumunda Ankara’nın aktif desteğinin sağlanması. Buna benzer birçok şartın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Erdoğan ile Putin arasındaki ilişkiler ve Moskova’nın Ankara’nın 25 milyar dolara varan borçlarını sürekli ertelemesi, yakın gelecekte Rusya’nın çok yönlü bir ticari merkez haline geleceğini bilen Erdoğan’ın Trump’ın Rusya şartına göre hareket etmesinin son derece zor olacağı çok açıktır. Erdoğan’ın Trump ile Putin arasında bir tercih yapması pek mümkün değil. Her iki tarafı da idare etmeye devam edecektir. Bunun özellikle Trump ve ABD’deki olumsuz yansıması olacaktır.

 

Trump’ın Gazze politikası ve İsrail’e koşulsuz desteği açıkça ortaya konulurken, Erdoğan’ın kamuoyundaki söylemleri ile Trump ile yaptığı ikili görüşmelerde Gazze meselesini gündeme getirmemesi arasında da bir çelişki görüldü. Bu ikili durum ne anlama geliyor?

 

Trump’ın Gazze politikası çok açık ve nettir. İsrail’i koşulsuz, amasız ve fakatsız destekliyor. Hamas’ın elindeki ölü ve canlı rehinelerin bırakılmaması saldırıların gerekçesi olarak açıklansa da esas strateji Akdeniz havzasının bütünüyle kontrol etmektir. Gazze Akdeniz şeridi hem turizm merkezi olacak nitelikte hem de Gazze/Filistin kıta sahanlığında oldukça verimli ve geniş doğal gaz rezervlerinin olduğu belirtiliyor. Bu nedenle İsrail, Gazze’yi ilhak ederek stratejik konumunu güçlendirmek istediği çok açık ve nettir. Böylelikle artan küresel baskılar sonucunda sadece polis gücüne dayanan bir Filistin’in devletinin kurulmasının stratejik önemi olmayacaktır. ABD bu konuda İsrail politikasını açıktan desteklediği ve onay verdiği de biliniyor. Birleşmiş Milletler zirvesinde Trump ve Erdoğan’ın ve çok sayıda Müslüman ülkenin lider ve bakanlık düzeyinde katıldığı bir toplantı yapıldı. Trump,  toplantıda çok açık bir şekilde, “Gazze süreci kapandı. Ancak İsrail’in de Batı Şeria’nın işgal edilmesine izin vermem” dedi. Bunun Müslüman ülke liderleri tarafından fiilen kabul edildiği iddia ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’de katıldığı bir TV Programında hem İsrail’in Gazze işgalini ve soykırımını eleştirdi hem de Hamas’ın bir terörist grup olmadığın tersine bir halk hareketi olduğunu gösterdi. Ancak Trump ile yaptığı görüşmede tek bir kez Gazze meselesini gündeme getirmedi. Cumhurbaşkanı ikili görüşmede ne “İsrail katil devlettir” ne “Netenyahu katildir” ne de “Gazze’de soykırım var” dedi. Adeta Gazze meselesi artık Erdoğan ve Ankara için kapandı.  

 

Trump’ın Bahçeli’nin Türkiye-Rusya-Çin hamlesine karşı Erdoğan’a tam ayar verdiği iddiasını ne diyorsunuz?

 

Cumhurbaşkanı ABD yolculuğuna çıkmadan birkaç gün önce MHP lideri Bahçeli; “İsrail-ABD ittifakına karşı Türkiye-Rusya-Çin ittifakını” önerdi. Bir bakıma yeniden Avrasya merkezli dış politikaya dönülmesi olarak algılandı. İlginç olanı ise Bahçeli’nin bu önerisi New York’ta Erdoğan’a sorulduğunda, basını takip edemediğini, bilgisi olmadığını, hayırlı olmasını diledi. Ancak Washington’un bu konuda çok açıktan ve hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde Ankara’ya bir ayar verdiğini söyleyebiliriz. Bahçeli de bir adım geri çekildi. 

 

Önemli gündem maddelerinden birinin de Suriye ve özellikle Kuzey Doğu ve Suriye olduğu belirtildi… 

 

 

Dünya liderleri Şara’ya çok net merkezi ve üniter bir Suriye olamayacağını söylediler. Kürtlerin, Dürzilerin, Alevilerin, Hristiyanların politik, kültürel ve toplumsal haklarının garanti altına alındığı bir anayasanın hazırlanması zorunluluktur. 

 

Kamuoyuna yapılan açıklamada bu konu pek gündeme gelmedi. Ancak Tom Barrack’ın toplantıda bulunması Suriye ve özellikle Kuzeydoğu Suriye meselesinin konuşulduğu anlaşılıyor. Filistin lideri Abbas’ın Birleşmiş Milletler Toplantısı’na katılmasına vize vermeyen Trump yönetimi, HTŞ lideri Şara’ya izin vermesi tam da Suriye’nin geleceğinin belirlenmesiyle ilgilidir. Dünya liderleri Şara’ya çok net merkezi ve üniter bir Suriye olamayacağını söylediler. Kürtlerin, Dürzilerin, Alevilerin, Hristiyanların politik, kültürel ve toplumsal haklarının garanti altına alındığı bir anayasanın hazırlanması zorunluluktur. Aksi taktirde Şam’da uzun süre kalamazsın. Şara da bütün bunları gördü ve kabul etti. Trump, 2018’de olduğu gibi “Git, SDG’nin bulunduğu yerlere girebilirsin” demez. Ayrıca ABD’nin Kuzeydoğu Suriye politikasından doğrudan Pentagon sorumludur. Bu nedenle ikili görüşmede sanıldığı gibi Şam-Qamışlı meselesi; Ankara’nın lehine bir gelişmenin konulduğu veya karar alındığı biçimindeki değerlendirmeler sadece niyet ve arzuyu ifade eden gerçekle ilgisi olmayan bir durum. 

 

Trump’ın Suriye’nin İsrail’e teslim edilmesi konusunda Ankara’yı uyardığı iddiasına ne dersiniz? 

 

Trump, çok net olarak İsrail’in Suriye politikasını koşulsuz destekliyor. Süveyda bölgesinin fiilen İsrail’in denetiminde olduğunu biliyor ve bunu destekliyor. İsrail’in Suriye’nin hava sahasını kendi hava sahası gibi kullanacağını zaten kabul etti ve destekliyor. ABD’nin bunun dışında bir adım atmayacağını ve Ankara’yı da Şam’a fazla müdahale etmemesi için uyardığını söylemek yanlış olmaz. İsrail bölgesel çıkarları için kuzeydoğu Suriye’nin özerk bir bölge olmasını aktif olarak destekliyor.

 

 Trump-Erdoğan görüşmesinde Gazze sorunu için hiçbir açıklama yapılmadı. Bu konu görüşülmedi mi? Yoksa kamuoyuna yansıtılmadı mı?

 

Tabi ki görüşüldü. Trump çok net olarak şunu söyledi. Gazze meselesinde İsrail’i koşulsuz destekliyorum. Arap ülkeleriyle görüştüm bir çözüm planı hazırladım. Hepsi kabul etti. Netanyahu ile bunu istişare edip uluslararası kamuoyuna sunacağım. 29 Eylül 2025 günü Trump, Netanyahu’yu 4’üncü kez Washington’da Beyaz Saray’da kabul etti ve Gazze Planı üzerinde anlaştıklarını kamuoyuna açıkladılar. Özeti şu: Hamas koşulsuz rehineleri ölü veya diri teslim edecek. Silahları bırakacak. Gazze’de çekilecek. Askeri ve politik olarak artık Hamas olmayacak. Burada doğrudan Trump’ın kendisine bağlı bir yönetim oluşturulacak. Adına bir yönetici atayacak. Bu Yöneticinin İngiltere’den veya Katar’dan birinin olacağı da konuşuluyor. Ayrıca Arap ve ABD merkezli askerlerin konuşlandığı bir “Barış Gücü” oluşturulacak. İsrail de aşamalı olarak çekilecek ve belki de Gazze turizm merkezi olacak ve yeni bir Gazze inşa edilecek, parasını da Körfez ülkeleri ödeyecek. Aşamalı olarak burası Mahmud Abbas Yönetimine verilecek. Ankara’ya burada özel bir rol verilmeyecek. Bu çok net olarak ifade edildi. Burada şunu belirtmeden geçemeyeceğim:  Öcalan’ın “Görüşme Notlarında” Gazze örneğini vererek ne gibi politik, toplumsal ve ekonomik sorunlar doğurduğu ve doğurabileceğine dair uyarılar daha iyi anlaşıyor. 

 

Erdoğan’ın Kuzey ve Doğu Suriye için Trump’tan taviz kopardığı iddiası da gündemde dolaştırıldı.  Siz bu iddiayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

 

Ankara, Suriye’yi Tel Aviv’e bırakmak zorunda kalacak ve SDG ile doğrudan diplomatik ilişkilere geçme sürecini başlatacaktır. Bu nedenle Ankara’nın askeri operasyon yapacağı ve Trump’tan onay çıktığı iddiaları gerçekçi değil. 

 

Dediğim gibi, niyetinizi ve arzunuzu gerçeğin yerine koymak isterseniz bu mümkün. Ama gerçeğe baktığınızda, böyle bir durumun olmadığını net bir şekilde belirtebiliriz. Hatta CENTCOM Komutanlığı’nın, Kuzeydoğu Suriye’de hava savunma sistemlerini kullanma yetkisini doğrudan SDG’ye verdiğine dair kamuoyuna yansıyan bilgi ve iddiaların da göz ardı edilmemesi gerekir. Ankara, Suriye’yi Tel Aviv’e bırakmak zorunda kalacak ve SDG ile doğrudan diplomatik ilişkilere geçme sürecini başlatacaktır. Bu nedenle, özellikle Türkiye kamuoyunda Ankara’nın Kuzeydoğu Suriye’ye askeri operasyon yapacağı, Trump’tan ya da Washington’dan onay çıktığı gibi iddiaların gerçekçi olmadığını söyleyebiliriz.

 

MA / Selman Güzelyüz 

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version