AHMET KEMAL GENÇ | YORUM
Mısır’daki Barış zirvesinden sonra Ortadoğu’da yeni bir düzenin başlayacağının sinyali verilmişti. ABD’nin Suriye ve Lübnan özel temsilcisi Tom Barrack’ın “A Personal Perspective-Syria and Lebanon Are the Next Pieces for Levant Peace” “Levant Barışının Bir Sonraki Adımı” başlıklı değerlendirmesi, Washington’un bölgeye bakışında yeni bir döneme girildiğini açıkça ortaya koyuyor. Metin her ne kadar “kişisel analiz” olarak sunulsa da, aslında Beyaz Saray’ın Ortadoğu’ya dönük uzun vadeli vizyonunun işaret metni niteliğinde.
Levant, Doğu Akdeniz kıyısında yer alan; tarihsel olarak Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin, İsrail ve Türkiye’nin güneyini de kapsayan bölgeye verilen addır.
Anlaşılan Ortadoğu bir kez daha belli maslahatlar gereği inşa ediliyor; bu kez savaş uçaklarının yanı sıra, diplomatik metinler ve ekonomik mutabakatlar süreci belirliyor. Bu maslahatların en önemlileri İsrail’in ve enerji yollarının güvenliği olsa gerek.
Washington, 20 yıl süren askeri müdahalelerin ve örgütleri desteklemenin ardından, Ortadoğu’ya yeni bir stratejik dil ile dönüyor. Bu dilin merkezinde, bölgede meşru aktör olarak sadece devletler kabul ediliyor. Bu nedenle PKK ve Hizbullah, Hamas dahil bütün örgütlerin silahsızlandırılmasını ve askerî değil ekonomik araçlar, ideolojik değil pragmatik dengeler yer alıyor.
İlk yazılarımızda da vurguladığımız gibi, bu stratejinin üç temel amacı vardır:
İsrail güvenliğinin bölgeselleştirilmesi: İsrail’in güvenliği artık yalnızca kendi askeri kapasitesine bağlı bırakılmıyor; komşu Arap devletleri hatta Türkiye bu güvenliğin ortakları haline getirilmesi.
Jeoekonomik alternatif koridor: Çin’in Kuşak‑Yol Projesiyle şekillenen Avrasya ticaret hatlarına karşı Batı merkezli bir Levant koridoru inşa etmek—bölgeyi enerji ve ticaret yoluyla yeniden örgütlemesi.
İran nüfuzunun sınırlandırılması: İran’ın vekil milis ağları ve devlet‑dışı şebekelerinin bölgesel etkisini azaltarak, uzun vadede İsrail’in ve bölgesel istikrarın, güvenliğini sağlanması.
Dolayısıyla “Levant Barışı” adı verilen konsept, bir barış çağrısından çok, yeni bir jeoekonomik düzen projesi. Bu düzenin aktörleri devletler, araçları enerji ve ticaret koridorları, yöntemi ise diplomatik bağımlılıktır.
İran’ın kuşatılması, savaşsız sınırlama doktrini
Amerika’nın yeni Ortadoğu vizyonunun en net hedeflerinden biri, İran’ın “direniş ekseni” olarak adlandırılan ağını çökertmek ve İran’ı kuşatmak. Bunun için ABD önce doğrudan Tahran’ı değil, çevresindeki halkaları hedef alıyor: Lübnan’da Hizbullah’ı, Suriye’de İran milislerini, Irak’ta Haşdi Şabi’yi ve Yemen’de Husileri.
Bu strateji, “yeni nesil containment” (kuşatma) politikası olarak tarif ediliyor: Askerî müdahale sınırlı, fakat ekonomik, diplomatik ve lojistik sınırlama adım adım derinleştiriliyor.
Beyaz Saray’a göre İran artık “rejimsel tehdit” değil, “bölgesel engel” konumunda.
Bu yüzden Washington, İran’ın tamamen yıkılmasını değil, bölgesel etkisinin törpülenmesini istiyor.
Barrack’ın yazısında sıkça geçen “sabotaj ağı” kavramı, bu yeni stratejinin ideolojik temelini oluşturuyor: İran, artık sadece nükleer bir tehdit değil, bölgesel istikrarın yavaşlatıcısı olarak tanımlanıyor. Bu nedenle ABD’nin önümüzdeki dönemdeki politikası, Suriye ve Lübnan’ı yeniden bağımsız devlet yaparak İran’ı yalnızlaştırmak üzerine kurulu.
Suriye ve Lübnan deneysel devletler
Washington’un planında Suriye, Lübnan ve Filistin yalnızca kriz bölgeleri değil, “deneysel devlet modelleri”. “Deneysel devlet modeli” ifadesi, bir ülkenin klasik egemenlik yapısının zayıfladığı, dış güçlerin gözetiminde veya yönlendirmesinde yeni bir yönetim biçiminin, siyasi düzenin ya da toplumsal mühendislik projesinin denendiği alan anlamına geliyor.
ABD, bu ülkelerin yeniden yapılanmasını jeopolitik bir denge unsuru olarak görüyor.
Suriye’nin “İran hattından koparılması”, Lübnan’da ise “Hizbullah’ın silahsızlandırılması” Gazze’nin Hamastan arındırılması sürecinin hızlandırılması bekleniyor.
Bu, aslında 20 yıl önce Irak’ta denenmiş bir modelin “ekonomik versiyonu.”
Askeri işgal yerine, uluslararası kalkınma projeleri ve özel sektör yatırımları üzerinden yeni bir “bağımlılık zinciri” kuruluyor.
Altyapı, enerji, eğitim ve sağlık alanında Amerikan fonları aracılığıyla yeniden şekillenen bu ülkeler, Washington’un Levant’ta kurmak istediği yeni düzenin çekirdek halkaları. Ama bu düzen yalnızca Suriye veya Lübnan’ı değil, doğrudan Türkiye’yi de içine alabilir.
Türkiye’nin hamleleri, eksen değişimi mi, denge arayışı mı?
Türkiye, bu yeni Amerikan vizyonunun hem parçası hem de sınırında duran bir ülke.
Ankara son bir yıldır hem Suriye hem Lübnan hattında dikkat çekici bir diplomatik ve askerî yeniden konumlanma içinde.
Suriye’de rejimle sıcak temasların artması, kuzeydeki askeri varlığın “ekonomik işbirliği” formuna dönüştürülmesi, Türkiye’nin yalnızca güvenlik değil, yeniden inşa denkleminde de yer almak istediğini gösteriyor.
Lübnan’da ise Ankara, Birleşmiş Milletler barış gücündeki varlığını stratejik olarak sürdürüyor. Bu, yalnızca sembolik bir askeri varlık değil; Türkiye’nin Doğu Akdeniz güvenlik kuşağında kalıcı bir mevzi arayışı.
Gazze’ye asker gönderme söylemi ve Mısır’daki barış görüşmelerinde öncü rol üstlenme çabası, Erdoğan’ın Trump yönetiminin Ortadoğu’daki “yardımcı aktörü” rolüne talip olduğunu açıkça gösteriyor.
Böylece Ankara, İran’ın zayıfladığı, Arap dünyasının yeniden şekillendiği bir dönemde jeopolitik denge merkezi olma iddiasını güçlendirmek istiyor.
Ancak Türkiye açısından bu süreç aynı zamanda ciddi bir denge siyaseti gerektiriyor: Washington’un bölgeye güçlü dönüşü, Moskova’nın sahadaki varlığını devam ettirme hamleleri ve Tahran’ın derin ağları arasında nüanslı bir diplomasi yürütmesi gerekiyor.
Ankara’nın şu anda izlediği çizgi de tam bu: Amerikan vizyonuyla çatışmadan, Rusya ile ipleri koparmadan, İran’ı karşısına almadan “üç dengeyi aynı anda taşıma” stratejisi.
Türkiye bu dönemde üç temel eksende kritik bir sınavla karşı karşıya:
İç barış ve refah: Öncelikle kendi iç barışını ve istikrarını sağlayabilirse, bu durum sadece ülke için değil, Ortadoğu’da da kalıcı barış ve refahın tesisi açısından bir temel oluşturabilir. İç istikrar olmadan bölgesel faydadan bahsetmesi mümkün değildir.
Büyük güçler arasında denge: Türkiye, büyük güçlerin rekabet ettiği bir coğrafyada yeni bir denge kurmak zorunda. Bu süreçte yanlış bir adım hem diplomatik hem ekonomik açıdan yıkıma yol açabilir.
İran boşluğunu doldurma fırsatı: İran’ın etkisinin gerilediği bölgede Türkiye, stratejik boşluğu doldurma ve nüfuzunu artırma fırsatına sahiptir. Ancak bunu yaparken hem bölgesel aktörleri hem de uluslararası aktörlerin hassasiyetlerini gözetmesi gerekir.
Türkiye’nin Dünya’nın şekillendiği masada güçlü ve güvenilir bir aktör olarak yer alması bu dengeleri kurabilmesine bağlıdır. Aksi takdirde kendiside Levant projesinin bir parçası olabilir.
Amerika’nın yeni Levant vizyonu, Ortadoğu’daki yeni dönemin manifestosu gibi.
Eğer başarılı olursa artık tanklar değil, altyapı projeleri; generaller değil, enerji şirketleri CEO’ları konuşacak. Ama bu, barışın geldiği anlamına gelmiyor. Aksine, çatışmanın biçim değiştirdiği bir döneme giriyoruz.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

