Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Sosyal dışlanmadan makul korkuya: İltica gerçeği

TR724 HABER


MELİKE DEMİR* | YORUM 

“FETÖ’ye karşı mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz.”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın 21 Eylül 2025’te sosyal medya hesabında paylaştığı 81 ilde yürütülen mücadeleyi öven bu mesaj, yalnızca siyasi bir açıklama olarak kabul edilemez. Tablo, Türkiye’de yürütülen/devam eden operasyonların boyutunu gözler önüne sererken, aynı zamanda uluslararası hukuk açısından da ciddi anlamlar taşıyor.

Zira 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre, bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle zulme uğrama ihtimali, ‘haklı sebeplerle korku’nun somut göstergesidir. Bu tür resmi açıklamalar, iltica başvurularında temel alınan ‘makul korku’nun ne kadar gerçekçi ve güncel olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Türkiye’den Avrupa’ya sığınma başvuruları 2016 sonrasında kesintisiz biçimde devam ediyor. Belçika da bu dalganın en fazla hissedildiği ülkelerden biri oldu. 2025 yılı Ağustos ayı itibarıyla 1.875 kişi Türkiye’den Belçika’ya iltica başvurusunda bulundu. Başvuru sayısı önceki yıllara göre azalmış olsa da Türkiye hâlâ Belçika’da en çok başvuru yapılan beşinci ülke konumunda. Başvuruların önemli bir kısmı da Gülen hareketi ile bağlantılı oldukları iddiasıyla yapılıyor.

İçişleri Ali Yerlikaya’nın 21 Eylül 2025’te yaptığı paylaşım…

Yapılan başvuruların büyük bir kısmı Mülteciler ve Vatansızlar Genel Komiserliği (CGRA-CGVS) tarafından kabul edilmesine karşılık cüzi bir kısmı reddedilmektedir. 2025’in ilk altı ayında Yabancılar İtiraz Konseyi (CCE-RVV) tarafından karara bağlanan Gülen hareketi bağlantılı 50 dosya incelendiğinde ortaya çıkan tablo şu şekilde:

Başvuruların %22’sinde başvuruculara doğrudan mülteci statüsü verildi. %32’sinde ret kararı iptal edilerek dosya yeniden incelemeye gönderildi. %46’sında ise CGRA’nın ret kararları onandı. Yani Belçika’da Gülen Hareketi bağlantılı dosyaların yaklaşık yarısı, itiraz aşamasında ya doğrudan mülteci statüsüyle sonuçlandı ya da yeniden değerlendirilmek üzere Mülteciler ve Vatansızlar Genel Komiserliğine (CGRA-CGVS) gönderildi.

“Kişisel profil” en önemli kriter

CCE-RVV’nin kararlarında öne çıkan en önemli nokta, dosyaların kişiselleştirilmiş biçimde ele alınması oldu. Konsey, Türkiye’de Gülen hareketine yönelik baskının “herkese eşit biçimde uygulanan sistematik bir zulüm” olduğunu tam olarak kabul etmiyor. Ancak kişinin profiline, geçmişine, aile bağlarına ve yurtdışındaki faaliyetlerine göre riskin oluştuğunu kabul ediyor.

Örneğin, sadece bir aile üyesinin hapse atılmış olması tek başına mülteci statüsünün kabulü için yeterli görülmüyor. Ama aynı kişi, hareketin evlerinde kalmış, etkinliklerine katılmış ya da yurtdışında bu bağlantılarını sürdürmüşse; bu faktörler birleştiğinde makul bir zulüm korkusunun ortaya çıktığı kabul ediliyor.

Sosyal ve ekonomik dışlanma

Konsey’in en dikkat çekici içtihatlarından biri de sosyal dışlanmayı zulüm kapsamında kabul etmesi oldu. KHK ile işten çıkarılanların iş bulamaması, sosyal güvenlik sisteminde kara listeye alınması, banka hesabı açamaması, kredi kullanamaması, toplumda damgalanması vb sebepler Konsey’e göre, mülteci statüsü tanınmasında dikkate alınması gereken ciddi risk faktörleri olarak değerlendiriliyor.

Bir kararda, yüksek eğitimli bir başvurucunun Türkiye’de iş bulamayıp temizlikçilik ve bakıcılık yapmak zorunda kalması, sosyal dışlanmanın somut göstergesi olarak kabul edilerek zulüm değerlendirmesi yapıldı. Konsey, bu tabloyu Türkiye’ye dönüşte yeniden ağır mağduriyet yaşama ihtimaline işaret eden yeterli bir kanıt saymıştır.

“Kesinlik” değil, “makul korku”

CCE-RVV, iltica hukukunun en temel kavramı olan “temellendirilmiş korku” ilkesini özenle uygulamaktadır. Burada aranan, zulüm ihtimalinin yüzde yüz kesinleşmesi değil; makul gerekçelerle desteklenen bir korkunun bulunmasıdır.

İlk inceleme makamı olan Mülteciler ve Vatansızlar Genel Komiserliği (CGRA-CGVS, kısaca Komiserlik) bazı dosyalarda başvurucunun pasaport alabilmesini, ülkeyi yasal yollarla terk edebilmesini ya da Türkiye’de kalan akrabalarının sorunsuz yaşamasını “risk yok” kategorisinde yorumlarken, Konsey ise bu bakış açısını farklı değerlendirmektedir. Konseye göre, bütün bu unsurlar mevcut olsa bile bu durum yeniden takibata uğrama ihtimalini ortadan kaldırmaz.

Bu noktada, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya 21 Eylül 2025 tarihli sosyal medya paylaşımında yalnızca bir hafta içinde 39 operasyon düzenlendiğini, 97 kişinin gözaltına alındığını ve bu kabine döneminde toplam 11.667 operasyon gerçekleştirildiği ifadesi bile makul korkunun varlığını ortaya koyabilecektir.

Bu veriler, Türkiye’de Gülen hareketiyle ilişkilendirilen kişilere yönelik operasyonların hâlen yoğun bir biçimde sürdüğünü ve dolayısıyla bireysel risk analizlerinin neden kritik olduğunu ortaya koymaktadır.

Aile bağları tek başına yeterli değil

Kararlarda sıkça tartışılan bir diğer unsur da aile bağları. Konsey genellikle tek başına bir akrabanın durumunun yeterli olmadığını belirtmektedir. Ancak aile bağları, başka risk faktörleriyle birleştiğinde kişinin profilini güçlendirmektedir. Örneğin, babası hapse atılmış, kendisi de hareketin evlerinde kalmış ve yurtdışında faaliyetlerini sürdürmüş bir başvurucu, bu bütüncül tablo nedeniyle mülteci statüsü alabilmiştir.

Usul hataları da iptal sebebi

CCE-RVV yalnızca içeriği değil, usulü de denetliyor. Belgelerin dikkate alınmaması, ülke raporlarının yüzeysel kullanılması, yasal sürelerin ihlali… Bu tür durumlar ciddi usul hataları olarak görülmekte ve kararlar iptal edilebilmektedir. Böylece Konsey, sadece bireysel mağduriyetleri değil, aynı zamanda adil yargılanma güvencelerini de korumaya çalışmaktadır.

AB hukukuyla uyumlu yaklaşım

CCE-RVV’nin çizgisi, Avrupa Birliği hukukuyla da uyumludur. Avrupa Adalet Divanı’nın 2019 tarihli kararında vurgulandığı üzere, bir başvurucu başka bir AB ülkesinde statü almış olsa bile, o ülkedeki yaşam koşulları insan onuruyla bağdaşmıyorsa yeniden başvuru hakkı doğar. Nitekim Yunanistan’da statü almış bir başvurucunun psikolojik kırılganlığı ve oturum izninin bitmiş olması dikkate alınarak, Belçika’daki başvurusunun kabul edilemez sayılamayacağına karar verilmesi de önemlidir.

Bütün bu kararlar bize şu önemli mesajları veriyor:

Her dosya bireysel olarak incelenmektedir. Genel ülke raporları önemli ama belirleyici olan kişinin kendine özgü hikâyesi.

Kesinlik değil, makul gerekçe aranmaktadır. Zulüm korkusu olasılık temelli değerlendirilmektedir. Her başvurucu kendisi için ‘makul korkuyu’ izah etmelidir.

Sosyal ve ekonomik dışlanma da zulüm sayılabilir. İşsizlik, damgalanma ve ekonomik ambargolar da zulmün gerekçesi kabul edilmekte ve koruma hakkını doğurabilmektedir.

Usul güvenceleri korunmaktadır. Eksik inceleme veya süre ihlali başvurucu lehine sonuçlanabilmektedir. Usul konusu göz ardı edilmemelidir.

Bugün Belçika’da verilen bu kararlar, aslında uluslararası hukuk için de önemli bir örnek teşkil etmektedir: Zulüm sadece hapishane duvarları arasında yaşanmaz; bazen işsiz bırakılmak, damgalanmak, ekonomik hayattan dışlanmak da aynı derecede ağır bir baskı olabilir.

Ve en önemlisi: Her insanın hikâyesi farklıdır. Bu yüzden her sığınma başvurusu, soğuk istatistiklerin ötesinde, kendi kişisel bağlamında değerlendirilmek zorundadır.

* Hukukçu

 

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version