Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Modernleşmenin başarısızlığı (2) 

Modernleşmenin başarısızlığı (2) 


YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN

Modernleşme kuramı gerçekliğin olmayana uygulanmasını formüle etmeye çalışır. Gerçeklik, Batı’nın dünyanın geri kalan tüm kültürlerinden çok daha ileriye sıçrama yapmış olmasıdır. Bu, demiri kim eritti, üzengi kimin buluşu, barutu kim keşfetti, sıfırı kim buldu, cebir kimin tarafından bulundu meselesi değil. İnsanlığın belli bir dönemine kadar bu tür keşifler elbette farklı kültürler/uygarlıklar tarafından yapıldı. Ancak modernite aydınlanmanın ürünü ve aydınlanma insan usunu – rasyonel aklı – merkeze aldı. Bunu yapan Batı oldu. Diğer bir ifadeyle seri ilerlemenin yolunu açtı. Neden sonuç ilişkisi, bilimsel metot, mantık gibi temellerin yanı sıra, rekabetin normalleştirilmesi, üretimin standartlaştırılması, sosyolojinin gelişime açık hale getirilmesi, materyal değişimlerin normlara ve devlet örgütlenişine – ve dolayısıyla kimliklere – etki etmesinin önünün açılması gibi köklü değişimleri beraberinde getirdi. 

Birkaç nevi şahsına münhasır olay ve olgu sayayım: Renaissance (Rönesans), reformasyon, teritoryal devletin ortaya çıkışı, devletlerarası ilişkilerde sekülerleşme, teritoryal devletin teritoryal ulus devlete dönüşümü, bürokratikleşme, yürütme erkinin gücünün sınırlandırılması, politik temsil ve hukuk devleti – hukukun üstünlüğü başta olmak üzere, çok köklü dönüşümler meydana geldi. Pazar ekonomisinin ve sermaye birikiminin mülkiyet hakkı üzerinden garanti altına alınması, burjuva sınıfının örgütlü toplumda başat rol oynamaya başlaması, ademi merkeziyetçililik, anayasacılık, özgür üniversitelerin ortaya çıkışı, Katolik Kilisesi’nin bilgiye ve özgür düşünceye uyguladığı sansürün yok olması gibi etmenler de bahsettiğim Batı tipi toplumun ortaya çıkmasına yardımcı oldu.

Bu ve bunun gibi birçok dönüşümün sonucunda 17-18. yüzyıllardan itibaren Batı dışı kültürlerle Batı arasındaki uçurum müthiş bir hızla açıldı. 

Osmanlı-Türkiye toplumu geri kalmadı, Batı ilerledi! Osmanlılar yalnız değillerdi ayrıca. Rusya, Japonya, Çin, Hindistan gibi başka örnekler de var.

Ama biz Osmanlı’ya bakalım.

Osmanlı’nın 1920’lerin başındaki çöküşü sanıldığı gibi bir kumpas neticesinde olmadı. Osmanlı’nın duraklama ve gerileme denen devirlerinde referans Batı’dır. Dolayısıyla Batı’nın ilerlemesi ve Osmanlı’nın bu ilerlemeye ayak uyduramaması onun geri kalmasına neden olmuştur. Cumhuriyet kurulduğunda hiçbir sanayisi olmayan, borca batmış, üretim yapamayan, tarımı ilken, vatandaşları eğitimsiz ve okuryazar olmayan, nüfusunun yüzde doksa beşi kırsal kesimde yaşayan, altyapısı feci durumda bir yapı devraldı. 

İnsanlar çok ilkel şartlarda yaşıyordu. Ekonomisi başka toprakların fethine ve oralardan gelecek cizye gelirlerine dayalı imparatorluk askeri üstünlüğünü Batı’ya kaptırdıktan sonra kaçınılmaz olarak hızla finansal bir krize girdi. 

Toplumu paralel ve eşit olmayan segmentlerden oluşan Osmanlı’da ortak bir kimlik oluşturma girişimleri başarısızlığa uğradı. 1648 ve 1789 kilometre taşları, teritoryal devlet ve teritoryal ulus devletin ortaya çıkışına neden olunca, çok uluslu Osmanlı çözülme sürecine girdi. Öncelikle bu olayların ortaya çıktığı merkeze (Orta Avrupa’ya) en yakın bölgelen ve halklar bu etkilere maruz kaldı. Dolayısıyla Balkanlar’daki ulusçuluk akımları kaçınılmaz hale geldi. Bu akımları aidiyetsel bazda etkisizleştirecek stratejiler üretemeyen Osmanlı siyasi elitleri hızla gelmekte olan sonu sadece kısmen geciktirebildiler, o kadar. 

Bilim ve teknoloji çağı başlamıştı. Buhar makinesi, matbaa, fabrikalar, altyapının gelişimi, elektrik, zorunlu eğitim, telgraf ve telefon, demiryolu ağı, salgın hastalıkların engellenmesi, aşının ve antibiyotiğin keşfi, askeri teknolojinin tümüyle bilimsel temellerde ve seri üretim olarak yapılması, kadınların işgücüne katılımı gibi birçok faktör Osmanlı’nın takip edemediği gelişimlerin sadece küçük bir kısmıdır. 

Bunların her biri modernitenin parçalarıdır. Osmanlı modernleşemedi. 

Kısmi modernleşme, Osmanlı elitlerinin çöküşe çare olarak kullandığı bir enstrümanın ötesine geçemedi. 

Bugün Türkiye halen Batı’yı yakalayamamıştır. 

Bunda sadece isteksizlik, vizyon eksikliği, çürüme gibi nedenler bir rol oynamıyor. Esas sorun, ilerlemenin hızla devam ettiği Batı’yla her şeye karşın aranın kapanmamasıdır. Çünkü Türkiye halen modernleşmeyi kısmi olarak gerçekleştirilebilecek bir proje zannediyor.

Bunu biraz açayım.

Modernleşme kuramının ana varsayımı Batı dışı toplumların modernleşebilmek için Batı’nın ayak izlerini takip etmesidir. Rusya, Japonya, Güney Kore ve Çin deneyimleri bunu gösteriyor. Liberal ve Marksist modernleşme teorilerinin ortak noktası, tüm dünya tarihini lineer olarak kabul etmektir. Bölgesel farklılıkların bir işlevi yoktur. Eğer gelişmek istiyorlarsa Batı dışı toplumlar Batı modernleşmesini taklit etmek zorundaydılar. Sovyetler Birliği deneyimi tarımsal temelli bir toplumu hızla endüstrileştirirken bunu Komünist ilerleme kuramına göre gerçekleştirdi. Rusya veya Kazakistan Sovyet Cumhuriyetlerinde birbirlerinden farklı programlar uygulanmadı. Aynı şekilde Japonya modernleşirken Batı’dan sadece askeriyeye dair alanları kapsayan bir modernleşme reçetesi almadı. Komple, holistik bir modernleşme programı yürüttü. Güney Kore ve Çin modernleşmeleri de böyledir. 

Modernleşmeyi kavrayabilmek için modern kavramının zıt anlamlısı kavram nedir diye sormak gerekir. Bu kavram gelenektir. Modernleşme tümüyle geleneksel yapıların dönüştürülmesidir. 

Batıda modernleşme geleneksel yapıların (üretim, eğitim, bilim, devlet organizasyonu, normlar, yasalar. vs) yerine modern yapıların getirilmesiyle gerçekleşti. Bu sadece bir seçim değildir, modernleşme tam olarak budur zaten. 

Oysa Türkiye deneyiminde “ne şiş yansın ne de kebap” tarzı bir strateji izlendi. Müslüman mahallesinde salyangoz satmamak baskısı, modernistlerin ellerini kollarını bağladı. Dinin kapsama alanına dokunmadan modernleşmek, modernleşmenin özü olan geleneksel yapıların yerine modern yapıların geçirilmesi – ilerleme – amacını neredeyse kaplumbağa hızına geriletti. “Bu bize ters” yaklaşımı matbaanın Osmanlı’ya gelmesindeki gecikme olayında gayet somut bir örnek sunar bize. 

Hâlbuki Japonya’da, Rusya’da veya Çin’deki modernleşme hareketleri böyle bir direnişle karşılaşmadı, ya da görece çok daha az karşılaştı. 

Günümüzde aynı sorunların devam etmediğini söylemek mümkün müdür? 

Modernleşmemizde ne 2. Mahmut’un Yeniçerileri topa tutması, ne 3. Selim’in mali reform denemesi, ne 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu, ne Atatürk reformları, ne de AB Kopenhag Kriterleri bu bariyeri aşamadı. Çünkü bu bariyer topla, tüfekle, meclis kararı veya yasayla ya da diktatoryal istibdatla veya başka bir uygarlığın hukukunu nakille aşılamıyor. Bu bariyer sosyolojidedir. Normlar, değerler, kimlikler, tarih algısı, uygarlıksal tasavvur, öteki imajı gibi faktörler Türkiye’de (ve diğer İslami toplumlarda) dönüşemiyor, veya dönüşüm istenen hızda olmuyor. 

Dahası, siz dönüşürken diğer taraf da boş durmuyor. 

Bana son 100 yıl içerisinde Türkiye’de çıkan ve insanlığın yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyen tek bir buluş örneği verebilir misiniz? Son 200 yılda? Son 300?

Türkiye toplumu bu büyük başarısızlık yüzünden hala temel insan haklarıyla, kişi başı gelirle, gıda güvenliğiyle, altyapı ve eğitim sorunlarıyla sınanıyor. 

Türkiye’nin yarım kalmış modernleşme projesi, modernleşmeye Batı dışı toplum olarak belki de ilk olarak başlamış bir toplum açısından çok büyük bir başarısızlık öyküsüdür. 

İleriki yazılarda bu konunun başka boyutlarını ele almaya devam edeceğim. 

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version