Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Dücane Cündioğlu neyi savunuyor?

Süheyla Gültekin


SÜHEYLA GÜLTEKİN | YORUM

CHP’ye kayyım meselesi, Gazze, Suriye, Ukrayna derken gündem yoğun malum. Bu hafta başka bir yazı yazmayı planlamıştım ama Twitter’da karşıma çıkan bir Dücane Cündioğlu tweeti üzerine konu değiştirme isteği hasıl oldu. Bu yazıyı yazma sebebim; Cündioğlu’nu dikkate değer bir şahsiyet olarak görmemden değil, sayıları hiç de az olmayan, dünyanın en yüzeysel görüşlerini umuma açıp fikir üretiyormuş gibi davranan vasat ya da vasat altı sözümona aydın tayfanın klasik ve üç dakikalık bir düşünme eylemiyle çürütülebilecek yorumlarını tek bir tweet’te bir araya getirmeyi başarmış olması hepsine topluca cevap vermeyi kolaylaştırmış olduğundan….

Tweet’teki konular, herkesten duymaya alışkın olduğumuz klasik meseleler. Kabaca özetlersek; cemaatin üst kademesinin cemaatin varlığından maddi kazanç sağlayan bir diktatörlük yapısı olduğu, cemaatçilerin zamanla istihbaratçılara dönüştüğü, paralel devlet tanımlamasının haklı olduğu, toplumun cemaatin başına gelenlere “oh olsun” demesinin altında makul sebepler olduğu gibi iddialar var. Ben tweet’te yer alan soru ve iddiaları maddeler halinde ele alacağım.

İlk iddiayla başlayalım. Cemaatin üst kademesi cemaatten maddi çıkar sağlayan bir diktatörlük yapısı mı?

Hizmet Hareketi, çoluk çocuğunun rızkının bir kısmını her ay; iyi, güzel, İslam ahlakını layıkıyla taşıyan nesiller yetişmesi niyetiyle yardım olarak vermeyi bir yaşam tarzı olarak benimsemiş, yardım yapmaktan hicap duymak şöyle dursun haz alan insanların oluşturduğu bir hareket. Bu, biraz, zaten bu yaşam tarzına hazır olan insanların kendilerini yakın buldukları için cemaate dahil olmasıyla, biraz da dini sohbetlerde öğrendikleri yaşam tarzını benimseyip kendi karakter ve yaşam stillerini hareketin felsefesine yaklaştırmalarıyla gerçekleşen bir durum.

Bu kadar paranın döndüğü bir yerde, cemaat tarihinde tek bir kez bile şu okul için para topladılar ama açılmadı, şuradaki öğrencilere burs toplanmıştı ama ulaşmamış, diye bir şey duyulmadı. (İstanbul’da 7 yıldızlı otel yapıyorum, Maldivler’de İslami ada yapıyorum vaadleriyle on binlerce insandan yüzbinlerce dolar para toplayıp cebine indiren din tüccarı dolandırıcıların yalnızca birkaç yıl cezaevinde kaldıklarını hatırlayalım)

Bugün hain edilmiş, her yere kameralar yerleştirilip evleri uzun namlulu silahlarla basılarak polisiye dizi çeker gibi operasyon yapılan o imamların, abların, abilerin evlerini hepimiz gördük. Hiçbirinin evi 17 Aralık’ta gördüğümüz hırsızların şatafatlı evlerine benzemiyordu. Pensilvanya Kampı’ndakilerin hayatlarına gelince; yaptırdığı her kamu projesinden komisyon alan haydutlar ordusu tarafından yönetilen, muhalefeti de iktidarından hallice olan bir ülkede, olan biten hiçbir şeye iki çift laf etmeye yüreği yetmeyen insanların; içinde hiçbir lüks barındırmayan, yurttan hallice bir ortamda yaşayan, ne bir jet ski’de keyif çatarken, ne bir 7 yıldızlı muhafazakar otelin reklamını yaparken, ne şatafatlı düğünlerle çocuklarının evliliklerini kutlarken, ne de korumalar eşliğinde son model arabalarıyla seyahat ederken görmediğimiz insanlara, isimlerinin baş harflerini yazıp para içinde sefa sürüyorlar imasıyla ergence mesajlar göndermeleri, en basit tabirle “komik” oluyor.

Sıradaki soru şöyle: “Türkiye’de halkımız neden “Oh olsun, hak etmişlerdi!” diye tepki verdi? (Tarhana yediği için aşağıladığı insanları mesele cemaat düşmanlığı olunca “halkımız” diye sahiplenmesini göz yaşartıcı bulduğumdan olduğu gibi alıntılamak istedim. Cümledeki tuhaflık bana ait değil)

Öncelikle çoğunluğun tepkilerini, suçluluğa delil saymanın ne kadar temel bir düşünme hatası olduğunu düşünce adamı olduğu iddiasında olan birine anlatmak zorunda kalmaktan hicap duyduğumu belirtmek isterim. Ama madem kendisini buna yakıştırıyor, Dücane Bey’e soralım o halde: Bu mantıkla, “halkımız” 17 Aralık polisleri yerine Sedat peker’i seviyor diye binbir türlü suça bulaşmış, milyonların önünde şerefi üzerine yeminler edip sonra hiçbir şey olmamış gibi sözünden dönmüş, kaynağı belli olmayan sonsuz geliriyle zengin Arap ülkelerinde keyif çatan, yine kaynağı belli olmayan parasından yaptığı -malvarlığına orantılayınca üç kuruş sayılabilecek- “yardım”larla kahramanlık hikayesi yazıp iyilik meleği kesilen bir mafya bozuntusunu da namuslu ya da masum saymamız gerekir mi mesela?

Cahiliye devrinde kız çocuklarının diri diri gömülmesini savunan halka karşı da kız çocuklarını mı suçlayacağız? Dünya düzdür, diyen halkların görüşlerini de dikkate alacak mıyız? Tarih manipüle edilip zalimin yanında duran toplumların örnekleriyle dolu. Sosyoloji literatürü, kitlelerin hangi yöntemlerle kolayca yönlendirilebildiğini anlatan kitaplarla dolu. Dücane Bey bunları gerçekten mi bilmiyor yoksa salağa mı yatıyor?

Sonraki meseleye geçelim. Cemaat yöneticileri nasıl oldu da istihbaratçılara evrildiler?

Bunun cevabı basit, çok uzatmayacağım. Bir gün cemaat yöneticileri rahat yataklarından kalktılar ve ortada hiçbir sebep yokken birdenbire namaz kıldıklarını gizlemeye, oruç tuttuklarını çaktırmamaya, içki içmediklerini göstermemeye karar verdiler. Filistin bayrağıyla risksiz sokaklarda cengaverlik taslayıp nargile kafelerde İslamcılık oynamak, cumadan cumaya namaza gidip sakal uzatarak başörtülü bacılarının haklarını orada burada slogan atarak savunmak, nefislerine zor geldi. Bunun arka planında on yıllar süren bir devlet baskısı deneyimi aramanın da oldukça yersiz olduğunu zaten söylememize gerek yok.

Devamındaki iddia şöyle; Menzilciler, İsmail Ağa cemaati “böyle” yapsa onlara da aynı tepki verilirdi.

Buna aksi bir iddiamız zaten yok. Devlet, kendine çalışan, kitlesini kendi taleplerine göre yönlendiren cemaatlere müsade eder; fakir fukaranın çocuklarını okutup elit çocuklarıyla eşitlemeyi, güçlünün tekerine çomak sokmayı göze alanlara da bu kaderi yaşatır. Fakat bu neyi ispatlamış oluyor tam olarak, onu anlamak zor. Babasının, dedesinin, büyük dedesinin imkanlarıyla değil, tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere gelmiş, kendini geliştirmiş bu insanlar, Hakk’ın rızasından kolay vazgeçebilen insanlar olsalar, bayıldığınız Ergenekoncular gibi, sözümona din adamları gibi hırsızın kucağına oturup altın varaklı evlerde ya da Bodrum’da bir villada keyif çatmayı bilmiyorlar mıydı? Ali Yeşilyurt’lar, Sedat Peker’ler onca şey anlattı. Zalimle çatışmayı göze alabilen çıktı mı KHK’lı polislerden, savcılardan, hakimlerden başka?

Hırsızı ifşa edip müebbeti göze almak yerine pastaya ortak olup ucuz vatanseverlik şovlarıyla kahramanlık taslamayı akıl edemediler mi? Dersanelerden, eğitim kurumlarından, dini sohbetlerden, fakir fukaranın çocuklarını okutmaktan muratları ne bu insanların? Devlet hışmına uğramadığı için meşru bulunan İsmail Ağa Cemaati’nin hocalarından Cüppeli Ahmet, internet ortamında herkesin görebileceği uygunsuz videoları sebebiyle istihbaratın oyuncağı olmuş bir adam. Devletle arası bu yüzden iyi olsa gerek. Kendisi ayrıca sohbetlerinde yukarıda hatırlattığım Caprice Otel’in ‘caizdir, uygundur’ diye reklamını yapıp dolandırıcılığın parçası olmuş bir “hoca”.

Örnek almamız gereken adamlar bunlar mı? Dindar olduklarını sanıp kendilerine teveccüh eden insanları istihbarat talepleriyle yönlendiren, sünnete/Kuran’a göre değil iktidarın direktiflerine göre kitlesini şekillendiren, yeri geldiğinde komisyon karşılığı otel reklamı yapan sahtekarlar gibi olmadığımız için mi suçluyuz?

Akabinde, “Paralel Devlet Yapılanması söyleminin içi boş muydu?” diye soruyor.

Bu söylemin ancak; cemaat tabanının, kendi yöneticilerinin hukuksuz direktiflerini, devlet yönetiminin  yasal direktiflerine tercih eden insanlar oldukları ispatlanmış olsaydı bir anlamı olurdu. Herhangi bir cemaate bağlı insanların, kamuda görev yapıyor olmaları, bunların toplaşıp paralel bir organizasyon kurdukları anlamına gelmez. Hareketin liderinin, dönemin Genel Kurmay Başkanın’dan geldiği iddia edilen mektuba verdiği cevabı da -delilli olmasa da iddia bazında- biliyoruz artık.

15 Temmuz’dan sonra, içlerinde çok yüksek rütbelilerin de bulunduğu onbinlerce asker, cemaatçi oldukları iddiasıyla görevden alındı. Yani devlet beyanlarına göre silahlı kuvvetlerde üst düzeyler de dahil olmak üzere binlerce cemaat mensubu tespit edildi. Bu verilerle şunu kavramak çok zor olmasa gerek. Hareket, hukuksuz işlerle kitlesini yönlendirme düsturu olan bir hareket olsa ya da hareket mensupları hukuktan ve Allah rızasından kolay ferâgat edebilen insanlar olsalar; 15 Temmuz, tiyatro değil gerçek bir darbe olurdu. Bugün hain ilan edilenler kahraman, kahraman gösterilenler hain olurdu. Sizler de böyle ucuz iddialarla hırsız bir rejimle işbirliğine girmek yerine, “Barışın elçileri”, “Hizmet Hareketinin Sessiz Devrimi” falan diye yazılar yazıyor olurdunuz. Bunları suratınıza çarpmıyoruz diye kendinizi bilge insanlar sanıyorsunuz.

Sonrasında “Cemaatin 90’lı yıllarda il yöneticilerine Vali denirdi, tanıdığım vardı ordan biliyorum.” yazmış Cündioğlu.

Buradan cemaati paralel devlet meselesine bağlamayı amaçlıyor sanırım. Ama tweet’in altına “vali denmiyordu, hadim deniyordu” diye herkes yazmış zaten. Koca tweet’te teyit edilecek, haklı bulunacak tek bir cümle bulunduramamak büyük meziyet gerçekten.

Emniyet’ten sorumlu Kara Kuvvetleri’nden, Hava Kuvvetleri’nden sorumlu mahrem imamlar varmış! Bu nasıl manevi hareketmiş, aslında gizli örgüt yapılanmasıymış!

Bu konuları dikensiz gül bahçesinde, mis kokular içinde yaşarken birilerinin fantezileri sonucu, ortada hiçbir sebep yokken ortaya çıkan olaylar gibi değerlendiren insanların düşünme eylemini layıkıyla yapabildikleri iddiasından vazgeçmeleri gerekir. Burada sorulması gereken soru, “Bu insanlar neden liyakatle göreve alınmamışlar da böyle şeylere başvurmak zorunda kalmışlar?” olmalıdır.

Ortadaki seçeneklerin iyi ve kötü olmadığı, ancak kötü ve daha kötü olabildiği bir ortamda, hesap sorulması gerekenler, kötülükle mücadele etmeye çalışanlar değil, koskoca bir toplumu kötülerden kötü beğenmeye mahkum bırakanlardır. Bu seçenekleri bu insanlara sunanların büyük çoğunluğu da, “Çok haksızlıklar yapıldı!” diye ağladığınız ve sonrasında içlerinden bazılarının kendi kitlelerini, seçimleri de vatanlarını da; Bentley marka arabaya, Ankara’da bir villaya, birkaç milyon dolarlara sattıklarına açıkça şahit olduğumuz, darbecilik suçlarının silinmesi karşılığı Akp’nin kucağına oturup, ülke uçuruma yuvarlanırken köşede keyiflerine bakan Ergenekoncu sevdiceklerinizdi.

Eğer gerçekten ahlaklı olduğunuz iddiasındaysanız, aklınıza geldikçe -ya da bir projenin ürünü olarak- boğazına bıçak dayalı insanlara hesap sormak yerine; sistemi bu hale getirenlerin bizzat kendilerine, koskoca bir halkı tüm yolsuzluklarına rağmen Akp’ye oy vermeye mahkum edenlere sorabilirsiniz. İnsanlara yaşam hakkı tanımazsanız, hayatta kalmak için buldukları yöntemleri akil adam rolünde sorgulama hakkınız doğal olarak kalmaz.

Cemaatin lideri vefat ettiği için şimdi kampı Ali Baba’nın çiftliği gibi yönetiyorlarmış!

Tweet’in bu kısmıyla ilgili dikkat çekici şey, normalde ateş püskürmesine rağmen burada hareketin liderini suçlamaması, yalnızca geride kalanları öne atma çabası. Çünkü son dönemde cemaat kitlesini bölmeye uğraşan operasyonel hesapların söylemlerine çok benziyor bu söylem. “Lider kötüydü” deyince, cemaat kitlesi, lidere olan sevgileri nedeniyle akabinde söylenenleri de dikkate almıyorlar ama “Lider iyiydi de kalanlar kötü!” algısı üzerinden gidince insanların dikkate alma olasılığı artıyor. Bu durum, Cündioğlu’nun bu meseleye alelade değil, planlı bir projenin destekçisi olarak dahil oluyor olabileceği izlenimi oluşturuyor. İspatı yok ama bundan sonraki paylaşımları bu husus dikkate alınarak gözlemlenebilir.

Son olarak her cemaat layık olduğu gibi yönetilirmiş. Ve tanrı her türlü pisliği yalnızca aklını kullanmayanlara verirmiş, yorumuna cevap yazıp yazıyı tamamlayacağım.

“Nasılsanız öyle yönetilirsiniz…” hadisinden yola çıkarak ilk cümle göreceli olarak haklı bulunabilir ancak ikinci kısmı söyleyen birinin; peygamberlerin, sahabelerin, din alimlerinin hayatlarından, imtihan denilen şeyden, bu dünyaya gönderiliş amacımızdan hiç haberinin olmaması gerekir. Allah’ın sevgili kaç kulu, ayağına diken batmadan göç etmiş bu dünyadan? Kuran-ı Kerim’de aklını kullanmayanların dünyada cezalandırılacağına, aklını kullananların da mutlu olacağına dair hiçbir beyan olmadığı gibi tarihi figürlerin hayatlarına bakarak da bunun böyle olmadığını net bir şekilde teyit edebiliyoruz.

İslamî inanışa göre “üstünlük ancak takvadadır” ve Allah’ın takva sahiplerinin bile dünyada tüm dertlerden uzak kalacaklarına dair hiçbir vaadi yoktur. Allah’ın dünyayı bir imtihan yeri olarak yarattığı hepimizin malumu, bu imtihanları takva sahibi olarak tamamlayanlara da cennette sonsuz bir mutluluk vadettiği de keza hepimizce biliniyor. Cündioğlu’nun böyle temelsiz, kafadan uydurma çok fazla beyanı var. Sonsuz bir kibir ve özgüvenle söyleyince pek bir şeyden haberi olmayan ergen tayfa, söylediklerini dikkate alıp gerçek sanıyor. O da bu tayfanın verdiği gazla her seferinde vites yükseltiyor. Dini meselelere az buçuk vakıf insanlar olarak, bu kof kendini beğenmişliği izlemek bizlere eğlenceli geliyor olabilir ama kendisini dikkate alan çoluk çocuğa gerçekten yazık oluyor.

Konumuza dönersek, zaten anlattığı hemen her şey, -yorumlama ve düşünme hatalarını geçtim, bilgi bazında bile- kolayca bertaraf edilebilecek birine uzun uzun cevap yazmaya gerek var mıydı, diye haklı olarak eleştirebilirsiniz. Ama başta da ifade ettiğim gibi bu yazının amacı, Dücane Bey’in şahsına cevap vermek değil, avamın diline pelesenk olmuş düşünme hatalarına toplu halde cevap vermekti.

Hamile kadınların kolları kelepçeli doğum yaptırıldığı, alzheimer hastası yaşlıların / 4. evre kanser hastası insanların hapishane köşelerine apaçık ve kasti olarak ölüme terk edildiği, insanların hücrelerinde plastik sandalyelerde ölü bulunduğu, annesi babası tutuklu küçücük çocukların amansız hastalıklara yakalanıp öldüğü, toplum baskısına dayanamayan gençlerin intiharlara sürüklendiği, apaçık soykırım (ya da zümrekıyım) suçunun işlendiği bir ülkede, bunca kötülüğün hiçbiri hakkında tek kelime etmeyenlerin; kimi zaman halk, kimi zaman gazeteci, kimi zaman “filozof”, kimi zaman milliyetçi, kimi zaman muhalif siyasetçi rolünde; bu insanlardan hesap sormaya, “Siz de şunu yapmıştınız” demeye zaten hakları yok ama illa “Bu aşamada bile yakanıza yapışacak kadar arsızız!” diyorlarsa da cevaplar yukarıda.

Bir şu insanlara, bir de cemaat insanlarına bakıyorum. Malzeme aynı. Cemaat mayasıyla yoğrulunca meydana gelen de ortada, Kemalizm mayasıyla yoğrulunca meydana gelen de ortada, Akp mayasıyla yoğrulunca meydana gelen de ortada. 40 sene okuyup kendine uygun kimliği hala bulamamış, yeni çevresine yaranmaya çalışırken türlü düşünme hatalarında debelenip kendini küçük duruma düşürmekten rahatsızlık duymayan, kendi çelişkilerinin bile farkına varamayan insanlardan öğrenecek pek bir şeyimiz olacağını sanmıyorum.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version