Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Dogmaların efendisi: Celal Şengör

Dogmaların efendisi: Celal Şengör


BÜLENT KORUCU | PORTRE/YORUM

Bakmayın etiketinde ‘dogma savar bilim insanı’ yazdığına; Profesör Celal Şengör’ün de çok sayıda dogması ve hatta onu dogmalaştıran, sorgulamayan, yarı tanrı haline getiren inananları var. O sayede normal bir beşer yaptığında kıyameti koparacak söz ve eylemlerinin hesabını vermek şöyle dursun, övgü bile alıyor. Her şeyden şüphe edip, kendi şüphelerinin değişmez gerçek olduğuna hükmetmek de bir dogma değil mi?

Şengör’ün hikayesi tam böyle..

Nüfusta yazan adıyla Ali Mehmet Celal Şengör’ün sansasyonel duruş ve çağın Don Kişot’u pozunun bir tercih ve hatta pazarlama stratejisi olduğunu düşünüyorum. İnananları, doğaçlama davrandığını ve doğası gereği sansasyonel konuştuğunu söylese de öyle olmadığına dair bir çok örnek sayabilirim. Mesela ‘bu kadar fakirlik içinde iktidarın lüksten feragat etmemesi’ hakkındaki görüşü sorulduğunda ‘hangi lüksü bırakmadıklarını bilmediğim için yorum yapamam’ deyip minder dışına kaçmıştı.

Aslında daha güzel bir örnek Şahin Alpay’ın hatıratında var. Alpay’ın ‘Bir hikayem var’ isimli kitabında yer alan müzakere beni fazlasıyla şaşırttı.

“Celâl Şengör yeryüzü kabuğunun bilinen en yaşlı kesimini tetkik için geçen ağustosta gittiği Grölland‘da yaklaşık bir hafta boyunca yiyeceksiz ve yakacaksız kalır. Fırtına ikmal yollarını tıkamıştır. Sevgili eşi ve oğlunu bir daha göremeyeceği endişesine kapılır. Bu ruhsal ortamda dinin ‘açıklayıcı’ ve ‘düzenleyici’ işlevleri yanı sıra bir de ‘psikolojik’ işlevi olduğunu keşfeder: “Dinsel inanç, insanoğlunun yalnızlık duygusuna karşı bir dayanaktır” diye düşünür.”

Bunları anlattıktan sonra Alpay’a ‘dinle bilimin bağdaşabilmesinin yollarını’ sorar. (Şahin Hoca’nın cevabını kitapta okuyabilirsiniz).

Alpay gibi güvenilir bir tanık olmasa inanmakta zorlanabilirsiniz, çünkü YÖK üyeliğine aday gösterildiğinde söyledikleriyle örtüşmüyor. Başörtülü kızların üniversitelere alınmasına şiddetle karşı çıkarken şunları yazmıştı: “Dinin dogmalarını reddeden bilimi öğrenmek için geldiğini iddia ederken, o dogmalara bağlı olma sembolünden inatla vazgeçmeyenlerin bilimsel dürüstlük ve samimiyetine nasıl inanacağız? Akla, açık bir ihanet olan bu davranışın temsilcilerini, aklın ve bilimin geliştiricisi olan üniversitelerimize nasıl alacağız? Böyle kişilere, öğrettiğimiz bilimi öğrendiklerine itimad ederek nasıl not veya diploma vereceğiz? günün birinde öğrendiklerini, aklı ve bilimi ve dolayısıyla insan uygarlığını boğmak için kullanmayacaklarına nasıl güvenebileceğiz?”

YÖK üyeliğine adaylığı, fırsata çevirip medyatik sansasyonun dibine vurmuştu. Eleştiriler üzerine Ahmet Hakan’a yazdığı mektupta ise “Aslında hiç de başörtülü öğrenci düşmanı olmadığını, derslere girmelerinde sorun çıkarmadığını” anlatmıştı.

Kimsenin söyleyemediğini kelimelere dökerek gündeme gelmek, Narsizmin bir yansıması olabilir. Öylesine ileri gittiği durumlar oldu ki ‘Diyarbakır Cezaevinde insanlara dışkı yedirilmesini’ bile normalleştirmeye çalıştı ve işkence olmadığını iddia etti. “Ne var bunda? Ben de kendi dışkımı yedim!” dedi.

Dışkı konusunu, “Kenan Evren’in yaptığı her şeyi istisnasız onaylıyorum.” cümlesini tamamlamak için açmıştı. Neyse ki tepki üzerine ondan da geri adım atıp özür diledi.

Evren’e karşı duyduğu hisler şahsından ziyade giydiği üniformadan kaynaklanıyor. Vatan bildikleri toprakları kaybedip, göçe zorlandıkları ve bu süreçte çok ağır travmalar yaşadıkları için Balkan Göçmenleri askercidir. 24 Mart 1955’te İstanbul’da, Rumeli göçmeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Şengör’de bu duygu zirvededir.

Öyle ki komutanlarla telefonla görüşürken ayakta ve esas duruştadır. Bir defasında, okul müsameresi için mareşal üniforması ile evde dolaşan küçük oğlundan çorapları istemeye mahçup oluyor, isteyemiyor. (üniformanın İlker Başbuğun emriyle askeri dikimevinde bir gecede hazırlandığını da eklemeliyim.)

Ondaki asker sevgisinin müsait ortamda bir ‘Nazi’ doğuracağına inananların sayısı azımsanmayacak miktardadır. Halka ve belli kesimden insanlara yaklaşımı ancak tiksinti olarak tanımlanabilir. Onları adam etmek için ‘bilimden yararlanmayı’ seçenek olarak pekala sunabilirdi. Tıpkı Hitler’in bilim adamları gibi. Ona göre başörtülü kızlar zinhar üniversiteye yaklaştırılmamalı; ya başı açık dindarlar ve erkekler… İmkan bulsa işte orada bilimi devreye sokabilirdi.

Jeoloji alanında dünya çapında bir bilim insanının gündelik her mevzuya dalıp kendini yıpratmasını anlamak zor. Fakat sizin de, bir kız öğrencinize yaptığınız tacizi alkışlayıp, normalleştirecek taraftarlarınız olsa, yoldan çıkabilirdiniz. Dünyanın her yerinde ‘taciz’ olarak yargılanacak davranışını, İTÜ yönetimi de ‘mahsursuz’ görüp ceza vermedi.

Tarih, felsefe, din ve siyaset gibi kendi uzmanlık alanı dışındaki her konuda kesin, dogmatik ve yargılayıcı ifadeler kullanması, entelektüel kibiri aşan bir durum. Narsistlerin, bazen kırılgan özsaygılarından dolayı onanma arzusu içinde olduğu ve bunun da korkaklık olarak algılanabildiği biliniyor. Ama Şengör bildiğin korkak.

Şahin Alpay bu yüzüyle tanışmasını şaşkınlıkla şöyle anlatıyor: “İlginçtir, aramızda ilginç tartışmalar yaptığımız, ailece görüştüğümüz Celal Şengör, 15 Temmuz darbe girişimini izleyen günlerde tutuklanıp Silivri’ye tıkılmamdan sonra (tıpkı başka bir profesör arkadaşım Şükrü Hanioğlu gibi) benimle ilişkiyi tamamen kesti.”

Şengör’ün bilgiye, bilime tapınılması gerektiğini savunduğu gibi bir yanılgı da var; oysa o bilgi sahiplerinin ilahlaştırılması gerektiğini anlatıyor her haliyle. “Hangi bilgi sahipleri?” diye sormayın artık.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version