PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Erdoğan, rejimi sertleştirmek için Amerikan yönetiminden icazet aldı. Ahmet Altan’ın dediği gibi, hukuka dönme şansları yok. Bunun için burunlarının doğrultusunda gitmeye devam edecekler. Otoriterleşmek dışında başka ne yapabilirler? Bu durum bisiklet üzerinde olmak gibi; durduğun anda düşersin. Bu nedenle sürekli ilerlemeleri gerekiyor – yani demokratik ve hukuk ile alakalı ne varsa bunu iktidarlarını devam ettirmek için tükettiler.
Bu yakıt bitti ve rejim artık tam otoriterlik noktasına geldi.
Ancak bir NATO üyesi olarak elbette bir Rusya veya Belarus kadar hareket marjları yok. Dahası bu rejimi en azından mevcut yerleşik uluslararası düzen içinde yürütmeleri gerekiyor. Türkiye enerji ve hammadde olarak da, pazar olarak da Batı’yla entegre durumda. Dış alımlarının ve dış satımlarının yüzde 80’ninden fazlasını AB ve diğer Batılı aktörlerle gerçekleştiren Ankara için Rusya tipi, Batı’yla köprüleri atmış bir otoriter model düşünülemez. Bu nedenle mevcut ilişkiler içerisinde Batı’dan kopmadan Erdoğan rejiminin tam otoriterleşmesi gerekiyor. Bunu sağlamak için ABD’nin oluruna gereksinim duyuyorlardı.
ABD açısından zaten uzunca süreden beri Türkiye politikaları Erdoğan rejimi gerçeğini kanıksamış, kabul etmiş ve buna uyum sağlamıştı. Türkiye’yi esasen tek adam figürü üzerinden istedikleri kıvamda tutmak daha kolay oldu. Artık işi doğrudan bitirebilecekleri, pragmatik, kendi çıkarlarını önceleyen ve bodrumunda birçok iskelet bulunan zayıf bir Erdoğan var.
ABD yönetimi Erdoğan’ın zafiyetlerinin farkında! Dahası Erdoğan’ın ve yakın çevresinin bulaştığı akçalı işleri de biliyorlar. Üstüne üstlük dışarıda Erdoğan rejimi tarafından yenilen nanelerin de farkındalar. Tüm kanıtlara sahipler. Ellerinde rejimin içerisinden direkt bilgi akışı sağlayan figürler var. Erdoğan’ın siyasal geleceğinin tümüyle rejimin finansal dengelerini korumaktan geçtiğini biliyorlar.
Erdoğan Washington’a böyle bir elle geldi. Trump poker masasına böyle zayıf eli olan, ‘poker yüzü’ bile yapmaksızın beklentisini baştan açık etmiş zayıf bir diktatörle oturduğunun gayet farkındaydı. Erdoğan’ın ve heyetinin Oval Ofis’te aşağılanmalara karşın gülümsemek dışında başka hiçbir şansları yoktu. Onlara zeki olduklarını söylerken Trump aslında “aptal olduklarını” söylüyordu.
Erdoğan’ın “seçim çalma işini çok iyi bildiğini” söylerken karşısında Zelensky gibi dik durabilecek bir adam olmadığının da bilincindeydi. Bu düğmelere isteyerek bastı – asla pot kırmadı. Hesaplanmış hamlelerdi, FOX kanalında kendisinin Ukrayna ve Gazze meselelerini çözemeyen bir lider olduğunu söyleyen Erdoğan’a haddini bildirdi. Bunu, temsil ettiği halkı da aşağılayarak yapmaktan imtina etmedi. Üstelik kimse bu söyledikleri doğru değil de diyemez.
Bu aşağılayıcı tutuma karşın ABD Türkiye pazarına sıfır kotayla girecek, kendi koydukları astronomik kotalarda ise indirim yapmayacak. Türkiye 50 milyar dolarlık alım yaptı, 20 yıllık gaz anlaşması yaparak ABD’ye ciddi pazar sundu, daha ucuz olan Rus ve Azeri gazını pazar dışı etti. F-16 almaya devam edebilirse yine en büyük uçak alımlarından birini daha yapacak ki o bu hesaplara daha dâhil değil.
Havuzun maaşlı merkepleri, “Hani Karadeniz’de doğalgaz bulmuştuk!” eleştirileri karşısında başlarını öteki tarafa çevirdiler. Böylece şu gerçek de ortaya çıkmış oldu: “Ya doğalgaz bulunmamıştı, yani seçim öncesi halka yalan söylemişlerdi ya da kendi buldukları rezervleri işlemek yerine ülkeyi ABD gazına peşkeş çekmişlerdi. Elbette bunlardan birincisidir olan. Ancak düştükleri acizliğe bakar mısınız lütfen?
Diğer bir enteresan durum da Gazze konusunda yaşandı. Trump’a gelen sorulardan birinde, “Erdoğan ile Gazze konusunda aynı çizgide misiniz?” dendi. Trump, “Erdoğan’ın çizgisi ne bilmiyorum!” yanıtını verdi. Bunun karşısında Erdoğan kuyruğunu bacaklarının arasında tutmaya devam ederek istifini bozmadı. Heyetinde anadil gibi İngilizce bilen “zeki çocuklardan” hiçbiri de gık demedi. Çünkü deseler Trump’ın onları madara edeceğini biliyorlardı.
Zira Türkiye, Gazze savaşı sonrası İsrail’e askeri tedarik sağlayan ilk beş ülke arasında. Erdoğan’ın tabanına yönelik olarak kullandığı İsrail karşıtı ve Gazze’nin siyasi manada etinden-sütünden yararlanmaya yönelik ilkesiz politika Trump tarafından gayet iyi biliniyor. Ellerinde rakamlar var. Erdoğan Oval Ofis’te tek bir kelime edemedi Gazze için, düşünebiliyor musunuz?
AB heyeti bile Trump’un karşısına geçip Gazze meselesini konuştu ama iç politikada sabah-öğlen-akşam Gazze’den beslenen Erdoğan rejiminin yaşanan dram hakkında söyleyecek en ufak bir sözü dahi yoktu.
ABD Dışişleri Bakanı, “Kapımızda beş dakikalık görüşe ve fotoğraf çektirmek için yalvarıyorlar.” dedi ve bunu Türk tarafına susuz yutturdular. ABD büyükelçisi, “Biz sadece meşruiyet verdik!” dedi. Açıkçası diplomatik bir skandal yaşanması gerekirken “zeki çocuklar” sırıtmakla yetindi. Erdoğan ise Oval Ofis rüyasını gerçekleştirmenin hazzıyla sustu.
Zaten konuşulanları anlayacak kognitif sağlığı da artık tartışmalı olan yaşlı otokrat, anlama yetisi olsa bile ülke çıkarlarını önceleyecek “fıtrata” sahip olmadığından, anlasaydı da susardı. Sağlıksız olan sadece kognitif kapasitesine ilişkin durumu değil; esas mesele etik-moral bakımdan hiçbir şekilde göreve uygun olmayan bir lider olması. Bunun ABD tarafı için ne kadar değerli bir pazarlık marjı oluşturduğunun farkında mısınız? Tevekkeli değil, ne istedilerse aldılar ve karşılığında sadece biraz “meşruiyet” havası verdiler.
Oval Ofis’teki oryantal sirk gösterisinin akabinde 50 milyar dolarlık nakit, doğalgaz pazarı, stratejik üstünlüğün artması, Erdoğan’ı kendilerine daha da fazla bağlamış olmak gibi avantajlar elde ettiler. Sandalye tutarak ve kapıda “small talk” vererek doğulu dostlarının (!) içeride kullanmaları için malzeme vermeyi de ihmal etmediler. Ne de olsa müşteri memnuniyeti esastır ve restoranda ne kadar yüksek hesap geçirilirse porsiyonlar o kadar ufalır ve sunum o kadar abartılır.
Son olarak, Halkbank adı zikredildi ve “Havuçları alın ama sopa hala burada!” da dendi. Kognitif kapasitesi sınırlı olanlar da, “zeki çocuklar da” bu net mesajı gayet iyi almış oldular.
Trump, Erdoğan’a, “Ülkende istediğini yap ama unutma, benim adamımsın!” dedi. İçerideki Avrasyacılar için bu durum iyi haber değil. Yeni pazarlıklar olacak. Avrasyacıların Rusya-Çin sevdalarının ne kadar gerçek olduğunu göreceğiz! Benim kanaatim, Türkiye insanının “ilkesel mücadele” verdiği konusu bir “algı-izlenim” olayıdır. İyi uyum sağlar, değişen şartların gereğini yaparlar. Şartları değiştiremiyorsan onlara uyum sağla düsturunu uygularlar.
Trump, Erdoğan’a “Başta kal ama meşruiyetinin nereden geldiğini unutma!” dedi. Zira artık meşruiyetin kaynağı Türkiye seçmeni olmayacak. “Endişelenmeyin çocuklar, sıkıntı yok!” mesajı, kaybedilenlerin yanında devede kulaktır.
Türkiye’nin otoriterleşmesinin durdurulması için artık hiçbir fren mekanizması yok. Otoriter rejimlerin işlevlerini yerine getirdikleri sürece mesele olmadığı yeni bir döneme girildi. Trump bu dönemin pazarlamacısı – ama Batı buna zaten çoktandır fit. Zaten Avrupalı olmayan Türkiye için AB yolu tümüyle kapandı. İçeride demokratik çözüm diye umut pompalayan tatlı su yorumcuları ise iyi bir ders aldı.
Kör topal da olsa çok partili sistemi Türkiye’ye ABD tarafından kurulan dünya düzeni getirmişti. Şimdi Türkiye ABD mandasında tam otoriterliğe geçiyor. “Kumaş, dikilecek elbisenin kalitesini belirler.”
Suç terzide değil.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***