Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Nurgül Çelebi: Toplumsal barışın sağlanabilmesi için din iktidar aracı olmaktan çıkarılmalı


HABER MERKEZİ – Yazar ve akademisyen Nurgül Çelebi, “din-iktidar-toplum” ilişkisinin tarihsel ve güncel boyutlarına dair değerlendirmelerde bulunarak, “Toplumsal barışın sağlanabilmesi için dinin devlet eliyle dayatılan bir kimlik ya da iktidar aracı olmaktan çıkarılması gerekiyor” dedi.

 

Farklı inanç ve kimlikleri içinde barındıran Ortadoğu coğrafyası tarih boyunca savaş, anlaşmazlık ve çatışmaların merkezi haline getirildi. Özellikle ulus devlet ile birlikte dinler hem bir baskı hem de ayrışma alanına çevrildi. Bu inanç sistemlerinde de kadınlar toplumdan soyutlanarak yok sayıldı. 

 

Yazar ve akademisyen Nurgül Çelebi, din-iktidar-toplum ve kadın ilişkisine dair ajansımızın sorularını yanıtladı. Nurgül Çelebi, dinlerin siyasal alanda araçsallaştırılması yalnızca İslam toplumlarının değil dünya tarihindeki tüm inanç sistemlerinin ortak sorunu olduğunu ifade etti. 

 

Dinler tarihinin başlangıcında ortaya çıkan Tanrı ve Tanrıça çatışması neyi ifade eder ve bu çatışmanın temel kaynağı nedir?

 

Bu çatışma aslında sadece dinlerin değil, toplumların dönüşümünün bir yansımasıdır. Avcı-toplayıcı dönemlerde kadın toplumsal üretimin merkezindeydi; güçlü, dayanıklı ve erkeklerle eşit bir konumdaydı. Fakat yerleşik hayata geçişle birlikte üretim ve mülkiyet ilişkileri değişti, kadın giderek ev içine itildi ve toplumsal gücü azaldı. Mezopotamya’da özellikle Akad ve Asur dönemlerinde erkek savaşçı kimliği ön plana çıktı, kadın ise domestik yaşama hapsedildi. Bu toplumsal dönüşüm inançlara da yansıdı. İlk dönemlerde bereket, doğa ve yaşam döngüsü kadınla özdeşleştirildi; Tanrıçalar güçlüydü. Fakat devletleşme ve savaşçı toplumların yükselişiyle erkek tanrılar öne çıktı, dişil inançlar geriye itildi. Dolayısıyla bu çatışmanın kaynağı, sadece teolojik değil; ekonomik, sosyal ve politik bir dönüşümün sonucudur.

 

Din, geçmişten günümüze kadar toplumsal yapının şekillenmesinde özellikle sınıf ayrımları, iktidar ilişkileri ve cinsiyet rolleri gibi alanlarda nasıl bir işlev görmüştür?

 

Din başlangıçta toplumları düzenleyen ve ortak değerler etrafında birleştiren bir mekanizmaydı. İnsan sayısı arttıkça kurallara duyulan ihtiyaç da artmıştı. Bu nedenle dinler, ilk başta daha masum işlevler gördü. Ama zamanla krallar otoritelerini tanrısal kökenlere dayandırdı. Mezopotamya’da krallar hem siyasi lider hem de tanrı ile toplum arasında aracıydı. Bu durum sınıf ayrımlarını meşrulaştırdı. Aynı şekilde din, çoğu zaman erkek egemen düzeni de pekiştirdi. Yine de dini sadece baskıcı bir mekanizma olarak görmek eksik olur. Din, pek çok dönemde toplumsal dayanışmayı, adalet ve etik değerleri de güçlendirdi. Yani din hem iktidarı meşrulaştıran hem de toplumsal birlik yaratan çift yönlü bir işlev üstlendi.

 

Tek tanrılı dinler insanlık tarihinde ne zaman ve hangi koşullarda ortaya çıkmıştır?

 

Tek tanrılı dinler, siyasal merkezileşmenin güçlendiği, imparatorlukların yükseldiği dönemlerde gelişti. Yahudilik ile kurumsal biçimini aldı ama daha öncesinde Mısır’da Firavun Akhenaton’un başarısız tek tanrı denemesi de biliniyor. Bu dinler, tek merkezde toplanan iktidarı destekledi. Evrensel ahlak ve adalet ilkeleri getirdiler; ama aynı zamanda farklılıkları dışlayıcı ve otoriter yönleriyle toplumsal baskı ve çatışmalara da yol açtılar.

 

Demokratik İslam modeli, dinin siyasi amaçlarla kullanılmasını engelleyebilir mi?

 

 

Demokratik bir din anlayışı; inancı bireyin vicdanına bırakır, devleti tarafsız kılar ve eşitliği garanti eder. Bu model, kadın-erkek eşitliğini, farklı mezheplerin barış içinde yaşamasını mümkün kılar.

 

Demokratik bir din anlayışı ise tam tersi; inancı bireyin vicdanına bırakır, devleti tarafsız kılar ve eşitliği garanti eder. Bu model, kadın-erkek eşitliğini, farklı mezheplerin barış içinde yaşamasını mümkün kılar. Aslında sorun sadece İslam’a özgü değil; Hristiyanlık, Yahudilik ya da başka bir din devletle birleştiğinde hep çatışmalara yol açtı. Din, siyasete alet edildiğinde farklı kimliklere baskı uyguladı. Demokratik bir din anlayışı ise tam tersi; inancı bireyin vicdanına bırakır, devleti tarafsız kılar ve eşitliği garanti eder. Bu model, kadın-erkek eşitliğini, farklı mezheplerin barış içinde yaşamasını mümkün kılar. Yani evet, katkı sağlar ama hem devletin hem de toplumun sorumluluk alması gerekir.

 

Zerdüştlüğün tarihsel süreçte giderek etkisini yitirmesinde iktidar yapılarının rolü nedir?

 

Zerdüştlüğün gerilemesinde en önemli etken Pers İmparatorluğu’nun çöküşüdür. Çünkü bir din, çoğu zaman devletin gücüyle ayakta kalır. Merkezi otorite zayıflayınca din de kurumsal desteğini kaybetti. Ayrıca İslamiyet’in hızlı yayılışı da bu süreci hızlandırdı.

 

Günümüzde yaşanan savaşların ve toplumsal çatışmaların dinle olan ilişkisi nedir?

 

Bugünkü savaşların çoğu doğrudan din kaynaklı değil. Asıl sebep güç, iktidar ve para. Fakat din, bu çatışmalarda güçlü bir meşrulaştırma aracına dönüşüyor. Mezhepsel bölünmeler, kimlik siyasetine zemin hazırlıyor, güven krizine ve ayrımcılığa yol açıyor. Bu da uzun vadede şiddet ve katliamlara kadar gidebiliyor. Sorun, dinin kendisinden ziyade onun siyaset tarafından manipüle edilmesidir.

 

Sizce toplumsal barışın sağlanabilmesi için dinin işleyişi nasıl bir yapıya kavuşmalıdır? Kürt halkının doğal toplum modeli örnek olabilir mi?

 

Toplumsal barışın sağlanabilmesi için dinin devlet eliyle dayatılan bir kimlik ya da iktidar aracı olmaktan çıkarılması, bireysel özgürlük alanında yaşatılması bir zorunluluktur. Din, farklı inanç ve kültürleri bastıran bir mekanizma değil, çeşitliliği kucaklayan ve birlikte yaşamın etik zeminini güçlendiren bir yapı haline geldiğinde gerçek anlamda barışa katkı sunabilir. Bu yaklaşım yalnızca İslam için değil, Hristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm ve diğer tüm inanç sistemleri için de geçerlidir. Çünkü tarih göstermektedir ki dinler siyasallaştırıldığında, kimlikler üzerinde baskı ve çatışma üretmiş; demokratik değerlerle buluştuğunda ise toplumsal dayanışmaya ve özgürlük mücadelesine güç katmıştır.

 

Bu bağlamda Kürt halkının her inanca saygıyla yaklaşan bir “doğal toplum” anlayışını sözde değil gerçekten benimseyebilmesi dikkate değerdir. Yani, Kürtlerin yalnızca kendi halkları için değil, tüm halklar için ilham verici bir inançsal özgürlük modelini benimsemeleri, Süryani, Ermeni, Arap, Yahudi, Êzidî, Dürzi, Alevi gibi diğer tüm toplumlarla barışı da pekiştirecektir. Dolayısıyla toplumsal barış, farklı inanç ve kimlikleri dışlamak yerine onları eşit bir düzlemde kabul eden, çoğulcu ve demokratik bir yapı üzerine inşa edilirse yükselebilir. Tüm temennim; dinlerin veya inanç sistemlerinin, tüm farklılıkları tolere edebildiği; ortak bir kültür havuzunda tüm toplumların gönüllerince geleceğe kulaç atabildiği bir yeni düzenin kurulması yönündedir.

 

NURGÜL ÇELEBİ KİMDİR?

 

Aslen Mêrdînli olan Nurgül Çelebi’nin yazarlık serüveni, 2000 yılında kazandığı Onur Güvener Öykü Yarışması Ödülü ile başladı. Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nden mezun olan Nurgül Çelebi, ardından edebiyat dünyasına “Yarına Dokunmak” ve devam kitabı “Aşka Dokunmak” romanlarıyla adım attı. Daha sonra öyküleri pek çok antolojide yer aldı: Karanlıktaki Kadınlar’da Sofia’nın Dönüşümü: Apokatastasis, Hayalet Müzik’te Ölüm Müzikali, Dark İstanbul seçkilerinde ise Yer Altından Yükselen, Sudan Doğan ve Ölüm Ağacı. Bugüne kadar üç romanı ve beş antoloji kitabı yayımlandı. Son romanı Tanrı Dağı 2022’de okurla buluştu.

 

Kürtçe, Süryanice ve İbranice bilen Çelebi, Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yüksek lisansını Süryânîler’de Güneş ve Ay Sembolizmi adlı teziyle tamamladı. Kısa süreliğine Londra’daki SOAS Üniversitesi’nde misafir öğrenci olarak bulundu. Ankara Üniversitesi’nde hazırladığı Sin–Şamaş Düalitesi ve Dinlerdeki Yansıması başlıklı tezle doktor unvanını aldı. Araştırmaları için Almanya’da Münster Üniversitesi’nde bulundu; ikinci doktorasını ise Macaristan’da Eötvös Lorand Üniversitesi’nde, Asur kraliçesi Naqi’ya üzerine yaptı.

 

Çelebi’nin akademik yazıları birçok dergide yayımlandı; Brüksel’deki Institut Mesopotamie’de proje direktörlüğü yaptı. İlk iki romanından esinlenerek hazırladığı İncir Ağacı sergisi yine Brüksel’de büyük ilgi gördü. Bugün, kurucu üyelerinden olduğu Mesopotamiska Institutet Sweden’da proje direktörlüğünü yürütüyor. Avrupa’nın birçok ülkesinde paneller, konferanslar, seminerler düzenliyor. Ayrıca, 1. Uluslararası Turabdin Sempozyumu’nun düzenleme kurulunun başkanlığını üstlenerek bir ilke imza attı.

 

MA / Remzi Coşkun

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version