Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

EMEP Genel Başkanı: Komisyon eşit ve özgür birlikten yana olmalı

EMEP Genel Başkanı: Komisyon eşit ve özgür birlikten yana olmalı


İSTANBUL – Meclis’te kurulan komisyonu da bir mücadele alanı olarak tarifleyen EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, komisyonun eşit ve özgür birlikten yana gerçek bir çözüm komisyonu olması gerektiğini, bunun için mücadele edeceklerini söyledi. 

 

Kürt sorununun çözümü için başlatılan “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” kapsamında Meclis’te temsil edilen partilerin temsil edildiği 51 üye ile kurulan komisyon, yarın (5 Ağustos) toplanarak çalışmalarına başlayacak. Komisyon’da İstanbul Milletvekili İskender Bayhan ile temsil edilecek Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Seyit Aslan, komisyon hazırlıklarına, önemine ve çalışmalarına dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı. 

 

*Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ve sonrasında kimi gelişmeler yaşandı. Süreç sonrası PKK’de fesih kararı alıp silahları yakma töreni gerçekleştirdi. Ancak henüz iktidar tarafı bir adım atmış değil. Gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

EMEP başından beri Kürt sorununun eşit haklar temelinde çözülmesini savunmuş ve bunun için mücadele etmiştir. Devletin adım atması, sadece iç dinamiklerle değil; dış politikayla da ilgilidir. Türkiye’nin iç politikası dış politikasından kopuk olmadığı için başta Suriye olmak üzere, Ortadoğu’daki gelişmelerin belirsizliği sürecin belirsizliğini de koşullayan etkenler arasına girmiş bulunuyor. Türkiye’nin emperyalist ABD’ye bağımlılığını da hatırda tutmak gerekiyor. Öyle ki Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Thomas Barrack’ın Osmanlı millet sistemi adıyla ortaya attığı bir kavram bile iktidarda birtakım hayallere yol açtı. Türkiye bölgedeki paylaşım savaşından olabildiğince çok pay almak, nüfuz ve bina inşa etmek, Suriye’de zayıflamış ordunun eğitiminden, Colani’nin akıl hocalığına kadar bir dizi fonksiyona talip. 23 yıllık iktidarın sonunda ekonominin geldiği kritik düzey de onu buna mecbur ediyor. Türkiye’nin yeni pazarlara, sermaye birikim alanlarına ihtiyacı var. Ne var ki bunlar büyük güçlerin kapışmaları, rekabeti, onların arasındaki siyasal dolayımlardan, Suriye’deki Kürt varlığı ile ilgili stratejik anlaşma ve anlaşmazlık süreçlerinden geçmek zorunda. İktidar tam da bu sarmala bile isteye girdiği için somut adımlar atamaz. Diğer yandan türlü geriye dönüşü mümkün kılan türbülansa açık. Bölgede, Kürt tarafından devlette doğal olarak bir güvensizlik var. Devlet neredeyse tam teslimiyet bekliyor. Kürtler ise çözüm. Silahlar eğer bırakılacaksa ki bunun kararı alınmış durumda, o zaman silahların kullanılmasına yol açan siyasal ve toplumsal koşullarda bir değişime dair somut adımlar atılmalı, ancak iktidar buna yatkın olduğunu gösterecek işaretleri vermiyor. Kürtlerle anlaşmak istemesiyle iç ve dış dinamikleri yönetme tarzı arasındaki çelişki yerinde saymaya mecbur ediyor; sürekli beklenti halinde tutarak ve her şeyin kendi iç ve dış hedeflerine uygun olarak kolayca hallolmasını istiyor. Kürtlerin talepleri ayak bağı olmasın, DEM Parti Cumhur İttifakı’na entegre olsun, Kürt-Türk sermaye birliği dışarda ve içerde ortak yağmanın gücü olsun. Süreç de şirket gibi yönetilen bir devlete kâr getiren bir iş olsun. Tabii, bir de iktidarın bekası için Kürtler nöbete dursun istiyor. Bu bir saray temennisidir. Oysa Türkiye’de her milliyetten işçi sınıfı ve emekçiler demokrasi, özgürlük ve eşitlik istiyor. Bu da bir mücadelenin konusu. Bu mücadelenin koşullarından veya sonuçlarından biri Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığının kopması ve demokratik bir sistemin kurulabilmesidir. İktidar başta atanan kayyumları geri alarak, seçilmiş belediye başkanlarının görevine dönmesini sağlamak, Öcalan ve tüm siyasi tutsakların tutsaklığına son vermeli, Kürtlerin ana dil başta olmak üzere ulusal haklarını tanıyarak, eşit özgür birliğin ile kalıcı barış için ülkenin demokratikleşmesi yönünde adımlar atmalı. Yargının Kürtler, tüm muhalifler ve işçi emekçiler üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasından, tutuklu yargılamayı bir cezalandırma yöntemi olarak uygulamadan vazgeçmeli, operasyonlar durdurulmalı.

 

Uzun süredir tartışmaları devam eden komisyon kuruldu ve 5 Ağustos’ta ilk toplantısını gerçekleştirecek. Partiniz de komisyonda bir milletvekili ile temsil ediliyor. Komisyon önemi ve nasıl bir sorumluluk üstlenmesi gerektiği hakkında ne düşüyorsunuz?

Partimiz komisyondaki tek vekillik varlığını halktan izole edilmiş bir varoluş biçimi olarak tasarlamıyor. Partimiz işçi ve emekçilerle, halkın çeşitli kesimleriyle komisyon çalışmalarını bilgilendirmek üzere toplantılar yapmayı planlıyor.

 

İsmi iktidar partileri tarafından “Terörsüz Türkiye” olarak belirlenen, bu partilerin üye çoğunluğu sağladığı, kuruluş ve çalışma biçimi konusunda Meclis toplamının fikrinin alınmadığı ve yasayla oluşturulmasından kaçınıldığı bir komisyonun hiçbir öneminin olmaması gerekir. Ne var ki Türkiye’de her alanda en küçük bir hak bile büyük mücadeleleri gerektiriyor. Meclis için de geçerli bu. Dolayısıyla Cumhur İttifakı ve yanındaki partilerin Meclis’teki süreci kendi istedikleri biçimde yönlendirilmesine izin verilemez. Parlamentodaki süreç komisyonu en azından şimdiye dek kapalı kapılar ardında, bir istihbarat görüşmeleriyle başlatılan böyle bir sürecin nasıl yürütülmesi gerektiği konusunda önemli mücadelelere sahne olacak gibi görünüyor. Komisyon çalışması iktidarın “süreç” adı altında tıkadığı Kürt sorununun çözümünü nasıl gündeme almak gerektiği konusunda tartışmaya uzak tutulan, asıl yanlarının halka açık tartışılarak halkın gündemi şekillendirilebilir. MHP’li komisyon üyesinin açıklamalarına bakılınca iktidar, içerdeki tartışmaların dışarı sızmasını engelleyebilecek önlemler, örneğin basın yasağı gibi, kararlar alabilir. Ancak partimiz komisyondaki tek vekillik varlığını halktan izole edilmiş bir varoluş biçimi olarak tasarlamıyor. Partimiz işçi ve emekçilerle, halkın çeşitli kesimleriyle komisyon çalışmalarını bilgilendirmek üzere toplantılar yapmayı planlıyor.

 

Basına kapalı olacağını iktidar duyurdu, ama muhalefet olarak bu konuda ortak bir tutum var mı?

 

Zaten toplumun bütün örgütlü kesimlerinin, emek ve meslek örgütlerinin, aydınların, etkili kişilerin dahil olmadığı, Meclis’e sıkıştırılmış bir komisyon çalışmasının derde deva olmayacağını biliyoruz. Kürt sorununun çözümü dahil demokratikleşme sürecinin halkın inisiyatifi örgütlenmeden gerçekleşmesi söz konusu olmaz. Komisyonda DEM, CHP, EMEP ve TİP’in işbirliği yapması bu bakımdan önemli olacak. Partimiz bu komisyona bir şerhle dahil oldu.

 

Nedir o şerh?

 

Komisyona katılma gerekçemizi açıkladığımız basın bildirisinde şöyle demiştik: “İşçilerin, emekçilerin, gençlerin sürece katılımı, bilgilendirilmesi, taleplerinin ve çözüm önerilerinin komisyon gündemine getirilmesi için çalışacaktır. Bunun olanaklarının kalmadığını düşündüğü ve yetkili kurullarının gerekli gördüğü koşullarda da komisyondan çekilmek de dahil üzerine düşeni yapacaktır.” Benzer açıklama CHP’den de geldi. Daha en başından bu şerhin konulduğu bir komisyonda herkes elinden geleni yapmaya hazır. Ama sabotajlara, yasaklara, engellere rağmen kimse kimsenin dostlar alışverişte görsün mizanseninin oyuncusu ya da yedeği olmaz.

 

Sizin komisyona dair önerileriniz neler?

 

Gerçek bir çözüm ve eşit özgür birlikten yana adım atılacaksa; komisyonun adının barış, demokrasi, eşitlik gibi kavramlar içererek bir çözüm komisyonu olması, kararların nitelikli çoğunlukla alınması Meclis dışında emek meslek örgütleri demokrasi güçlerinin katkı ve katılımına açık olması gibi öneriler kabul görmelidir. 

 

Bazı muhalefet kesimleri, sürece ve komisyon çalışmalarına destek vereceklerini, ancak Erdoğan’ın yeniden seçilme gibi hesaplarının olabileceğine dikkati çekerek, çekilebileceklerini açıkladı. Muhalefet her koşulda bu komisyonda olmalı mı, komisyonu Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından bir mücadele zemini olarak mı ele alınmalı?

Kürt sorununun çözümü artık halkın yükselteceği basınca, talepleri için vereceği demokratik ve siyasal mücadeleye bağlıdır.

 

Ulusal sorunun çözümünü her iktidar, hükümet kendi anlayışınca ele alabilir. Bizim reel durumumuz iktidar ortaklarının Kürt sorununu yıllarca “terör” sorunu olarak görmesidir. Aslına bakılırsa hala öyle görüyor. Kürt halkı bu anlayıştan çok acı çekti, baskı gördü. Silahlı mücadelenin bırakılması için savaşan taraflar; devletin mevcut aygıtları ve silahlı güçler arasındaki görüşmeler doğaldır. Ancak Kürt sorununun çözümü artık halkın yükselteceği basınca, talepleri için vereceği demokratik ve siyasal mücadeleye bağlıdır. Bu bakımdan evet, iktidarda kimin olduğu değil, hangi iktidar olursa olsun temel ve kolektif hakları tanımayan, yok sayan, telaffuz bile etmeyen hangi iktidar olursa olsun ona karşı verilecek mücadeledir. Söz konusu olan şu anda Cumhur İttifakı’dır ve onun eveleyip gevelemesine, süreci kendini güçlendirmek için bir manivela haline getirmesine sessiz kalınamaz. Kürt sorununun çözümü demokrasi mücadelesiyle iç içe geçmişse, bu mücadelenin hedefi hiçbir demokratik kurumu yaşatmamaya azmetmiş mevcut rejimin, tek adam sisteminden de kurtulmak gerektiği anlamına gelir. Biz, bu değişimin hedefinin emekçilerin, halkın her düzeyde inisiyatifini kullanabildiği halk demokrasisi halk egemenliği olarak tanımlıyoruz. Kürt siyasetinin de kendi önerileri var elbette. Sorun asıl olarak sahada konunun muhatapları arasındaki mücadele ve müzakereyle çözülebilir. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü halk egemenliği için iktidar mücadelesiyle iç içedir ve iktidar karşıtlığı bunun asgari koşuludur. İktidar yeniden seçilmeyi isteyebilir. Komisyonun nesnel varlığı iktidarı tekrar iktidar yapmak değil. İktidar partileri muhakkak buna yatırım yapıyordur. Ancak bu tür soruların Türkiye’de birikmiş deneyimlerden kaynaklandığı da anlaşılıyor. Birincisi AKP ne istediyse yapmış olan CHP’ye ilişkin geçmişe ait kaygılar, ikincisi DEM Parti ve Kürt kitlesinin Cumhur İttifakı’nı tamamlayıcı bir öğeye dönüşmesinden duyulan korku. Bazı sol kesimler de bu süreci donmuş bir süreç olarak görüyor.  Oysa Türkiye politik gelişmeler ve mücadele açısından dinamik bir ülke ve bu dinamizmi gözden uzak tutmak, mücadele alanlarında olmamak ya da etki gücünü kullanmamak baştan teslimiyet anlamına geliyor, bu görülmüyor.

 

Karşı çıkışların temel kaynağı nedir size göre? Yani iktidar karşıtlığı bunu mu gerektiriyor ya da sürece duyulan güvensizlik? Bu kaygılı kesim, değişim, dönüşüme dair bir etki gücü oluşturamazlar mı?

 Faşizmi püskürtebilecek yegane güç halkın mücadelesidir. Süreç faşizan bir zihniyetin kodlarına göre tahkim edildi, ancak şimdiye kadar olan gelişmeler bile bu kodların yer yer bozuma uğratılabileceğini gösteriyor.

 

Karşı çıkışların kaynağı kendine ve halka, değiştirme gücüne bir güvensizlikten ibaret. Sürecin olanakları ve kısıtları olabilir; önemli olan olanakları büyütmek, Erdoğan’ın DEM Parti’yi Cumhur İttifakına dahil etmek gibi provokatif ifadelerinin hayatta bir karşılığı olmayacağını anlamaktır. Türkiye’de bir yandan ultra milliyetçi partiler bir yandan da kimi ulusalcı sol fraksiyonlar; kimisi yüksek sesle kimisi daha düşük tonla iktidarın başlattığı süreç için tepki gösteriyorlar. Birinciler 50 yıldır süren silahlı mücadelenin devam etmesini, öldürerek çözmeyi mubah görüyor. Bunlar toplumun geri eğilimlerini, yüklenmiş fantezilerini kışkırtarak kendilerine iktidar yolu açmaya çalışıyorlar. Diğerleri için de bir apolitizm içinde olduklarını söylemek mümkün. Ve bunu aynı zamanda uzun yıllara dayanan ulusal hak mücadelesinin sonucu olarak da gündeme geldiğini görmüyorlar. Önümüze süreç diye bir şey çıktı ve Türkiye nüfusunun en az üçte birini oluşturan Kürt kitlesini ve örgütlerini bu durum taraf olarak ilgilendiriyor. Geri kalan nüfusun kaderini de belirleyecek bu gelişme tüm demokrasi güçlerini de ilgilendiriyor. Doğru politik tutum her verili koşulda mücadele edebilme yeteneğinin geliştirilmesi ve bu doğrultuda emekçileri örgütleyebilme, bilinç ilerlemesinin olanaklarına dönüştürülmesidir. Faşizmi püskürtebilecek yegane güç halkın mücadelesidir. Süreç faşizan bir zihniyetin kodlarına göre tahkim edildi, ancak şimdiye kadar olan gelişmeler bile bu kodların yer yer bozuma uğratılabileceğini gösteriyor. Bu durumda denebilir ki siyaset dışında kalmak, özgüvensizliktir.

 

Partiniz komisyon çalışmalarına dair nasıl bir hazırlık içinde? Komisyondaki temel hedefi nedir?

 

Açıkçası komisyon bir karar organından ziyade iktidar tarafından zevahiri kurtarmak, demokratik görünmek için kurulmuş bir yapı. Bileşeni özenle oluşturuldu. Doğrudur, asıl söz Cumhur İttifakı’na verildi ki kendileri söyleyip kendileri oynasınlar. Her gün biraz daha güç kaybına uğrayan Erdoğan iktidarı, bu komisyona ayrıca Anayasa Komisyonu gibi bir rol de yüklemek istiyor. O bakımdan komisyon çalışmalarında püskürtülmesi gereken bir dizi niyet olacak. Biz komisyondaki çalışmalarımızı sahip olduğumuz 1 oy ile iş birliği yapabileceğimiz partilerin oy oranı ile ölçmüyoruz. Temel önceliğimiz komisyondaki ve parlamentodaki toplam gücümüzle Türk ve Kürt emekçilerinin çıkarlarını savunmak, olan bitenden haberdar olmalarını sağlamak, iktidarın ayak oyunlarını teşhir etmek ve gerçek çözüm yolunun süreci bir mücadele alanına çevirecek dinamikleri geliştirmek olduğunu bir kez daha göstermektir. Erdoğan iktidarının miadı çoktan dolmuştur. Her konu gibi komisyon meselesi de iktidar için tek adam rejimini korumaktan ibarettir. Bu sadece iktidarın değil, onun yamacında nemalanan büyük sermayenin de niyetidir. Nasıl grev alanlarında, kampüslerde, tarlada, zeytinliklerde, belediyelerin ele geçirilmesine karşı sokaklarda ve hayatımızı kazanmak için mücadele ediyorsak; her türlü baskıya rağmen meydanlara çıkıyorsak komisyonda da mücadele edeceğiz. Faşizme karşı mücadelenin çok çeşitli alanları vardır; hiçbirine seyirci kalamayız.

 

MA / Ömer İbrahimoğlu

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version