Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Çözüm masada mı, sahada mı?

Özge Elif Hendekçi



Hizmet Hareketi’ne yönelik operasyonlar, uzun namlulu silahlarla yapılıyor…

ÖZGE ELİF HENDEKÇİ | YORUM

“Bir heyet siyasi partilerle ve iktidarla görüşmeli, çözüm için ne istediklerini öğrenmeli…” diyorlar…

Aslında 2014’ten beri iktidarın çözüm için ne istediklerini biliyoruz. 15 Temmuz öncesinde emniyet müdürlerine, istediklerinin yapılması karşılığında “İstediğiniz an cezaevinden çıkabilirsiniz!” diye teklifler götürüldü. Kabul etmeyince bu kez “Bazı dosyalarda (başta Hrant Dink dosyası) konuşmayın, yoksa eşiniz ve çocuklarınız da tutuklanır!” denildi.

Hiçbiri buna tevessül etmedi. Sonuçta onlar içeride kaldı, eşleri ve çocukları da yıllarca hapis yattı. Demek ki bu “çözüm” makbul bir teklif değildi.

15 Temmuz sonrasında rütbeli askerlere benzer teklifler götürüldü. Kabul etmeyenler joplarla tecavüze uğradı, ağır işkencelerden geçti. Demek ki çözüm için talep edilen şeyler o kadar da makul değildi ki insanlar bağırsakları sökülene kadar bu uğurda işkence görmeyi tercih etti.

Günümüze kadar olan süreçte; gözaltına alınan emzikli bir annenin bebeğini karşısına koyup istedikleri isimlerle alakalı iftiralar içeren ifadeyi imzalarsa kendisi için çözüm olacağını, hasta halleriyle cezaevlerinde yatırdıkları kişilere bir sayfalık dilekçenin çözüm olacağını, 9 aylık hamile kadınlara verecekleri üç beş ismin ve terör örgütü üyeliği kabulünün çözüm olacağını her zaman hatırlattılar.

Hasta, ölümü tercih edip bu çözümü kabul etmedi, hamile cezaevinde çocuğunu doğurmayı göze aldı. Yani yine demem o ki teklif edilen çözüm demek ki çok da makul değil…

“Cemaat Türkiye’deki faaliyetlerini durdurduğunu söylesin bir anlaşma sağlansın!” diyenler.

Sizce devletin tüm imkanlarını kullanıp dünyanın bir ucundan yasa dışı yollarla insanları kaçırıp , Türkiye’ye götüren ve burada çeşitli işkenceler eden bir örgüt, Cemaat’in Türkiye’deki faaliyetlerin durdurulması teklifiyle ilgilenir mi?

Dolayısıyla bugün birilerinin çıkıp da AKP hükümetine “Çözüm için ne istiyorsunuz?” diye sormasına gerek yok. Çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz. İstedikleri yalnızca 17/25 veya 15 Temmuz’un kabulü değil; çok daha fazlası.

O kadar çok suça bulaşmış, o kadar kirli işleri var ki, kendi işledikleri suçların büyük kısmını Cemaat’in üstüne yıkmak istiyorlar. Ya da belirli bir kesimi günah keçisi ilan edip onların kurban verilmesini.

Soru şu: Cemaat olarak siz, tüm bunları yok sayıp bu yükü omuzlanmayı kabul edebilir misiniz? Öyle ki Uluslararası platformlarda sizin terör örgütü olmadığınız vurgusu yapılırken, böyle bir uzlaşmayı kabul etmek, dünyada yalnız kalmak anlamına gelmez mi?

Düşünün; kocasından şiddet gören bir kadına tüm mahalle yardım etmeye kalksa, kadın “Kocamdır döver de sever de!” dese, o mahalle bir daha o kadına yardıma koşar mı? Değil yardım etmek “Ne hali varsa görsün!” demez mi?

Bizim masumiyetimiz için çabalayan onca insan, bu kabulleniş karşısında ne yapabilir ki?

Ben hiçbir grubu ayrıştırmayı doğru bulmuyorum. Her inancın radikalleştiği noktada yanlışa daha çok meylettiği kanaatindeyim. Bu nedenle radikal düşünenleri bir kenara koyarak; her tarafta gerçekten iyi niyetle çözüm arayan insanlar olduğuna inanıyorum.

Bir de rejimle işbirliği yapanlar…

Sözüm, samimiyetle, “Zulüm bitsin de gerekirse gider ayak öperim!” diyen hasbi ruhlara. İnanın çözüm bu olsaydı, bunu içeride çoktan yapacak yürekli insanlar vardı. Hâlâ da var. Hepinizin çok iyi tanıdığı bir emniyet müdürünün duruşmada mahkeme başkanına: “Ne istiyorsunuz bu çocuklardan? (Başkomiser ve komiserleri kastederek) Biz yetmiyor muyuz size? Alın bizi yargılayın, bırakın onları.” diye haykırdı ve o gün, o üç emniyet müdürü dışında herkes tahliye oldu.

Bu emniyet müdürü gibi o kadar çok hasbi ruh var ki. Kardeşi için kendini feda eden, etmeye gönüllü olan. Ama zalimin önünde asla eğilmeyen. Mesele el etek öpmek değil. Mesela gurur yapılan bir mesele de değil. Cemaat yönetimine veya bazı isimlere öfkeniz, eleştiriniz olabilir. Hiçbir eylem sorgulanamaz eleştirilemez değildir.

Ama çözüm için hükümetle görüşmelerinin yeterli olacağını düşünmek, bunu yapmadıkları için onları suçlamak , ağır hakaretler etmek, bu konuda bölünmek, kendi kardeşinle karşı karşıya gelmek, senin gibi düşünmeyeni, zalim olarak nitelemek, öyle düşüneni münafık ilan etmek, soykırımcıların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.

Merve Zayım, 9 aylık hamile olmasına rağmen tahliye edilmiyor. Fotoğrafta, doğuma girmeden önce, Trakya Üniversitesi Hastanesinde görülüyor. 18 Ağustos 2025.

Cezaevindeki idari kurullarda bile yıllarca hapis yatmış insanlara, “Cemaat terör örgütü diyor musun, bunlara lanet ediyor musun?” diye sorulan bir ülkede, sizce gerçekten kimseyi ateşe atmadan anlaşma yapılır mı?

Benim sözüm öfkesinden gözü kararanlara değil, acısından çözüm arayanlara; çözüm, birlik ve beraberlik

Bugün ülkemizde distopya romanlarında okuduğumuz senaryolar bir bir yaşanıyor.(Okuyunuz; Saramago Körlük, George Orwel 1984)

Bizi parçalamak istiyorlar. İşkencelerle, tecritlerle, dışlamalarla başaramadılar; şimdi içeriden bölmek istiyorlar. Oysa çözüm; uluslararası platformlarda, hukukçularla, aktivistlerle, medya ve siyasetçilerle dayanışmak, yaşanan soykırımı anlatmaktır.

Bunu yapan bir çok grup var. Bu uğurda gecesini gündüzüne katan hukukçular, gazeteciler var. Gönüllü arkadaşlarımız var. Her gün, geride bıraktıklarımız için bugün ne yapabiliriz diye çırpınan binlerce yürek var.

Bugün Washington’dan bir gözlemci, Paris Barosu’ndan bir avukat Türkiye’deki “Kız Çocukları Davasına” gidebiliyorsa, onların çabaları sayesinde oldu. Buna sevinmeli ama aynı zamanda geç kalmışlığımıza üzülmeliyiz ama bu üzüntü bizi keşkelerle boğulmak yerine daha çok kamçılamalı.

Kaybettiğimiz zamanı telafi adına daha fazla koşmalıyız. Neden 81 ildeki yargılamaların hepsine hukukçular gönderemiyoruz? Neden uluslararası arenada daha yoğun bir lobicilik yürütemiyoruz? Bunları sorgulamalı, bunlar için kafa yormalıyız.

“Strazburg yürüyüşü” için bile “Ne oldu ki?” diyenlere inat, çok daha güçlü, çok daha nitelikli baskılar oluşturmalıyız.

Çözüm: hukuka dönmekten başka bir şey değildir. BM ve AİHM kararlarının uygulanması için mücadele etmekten başka yol yoktur. Bu yolda mücadele edenlere destek olmak işte çözümün ta kendisidir.

Bugün Avrupa’da bangır bangır Türkiye’deki zulmü anlatmıyorsak ve Paris Barosu avukatı gibi birçok baroyu harekete geçiremiyorsak, Avrupa ve hatta dünya basınında “Türkiye’de 9 aylık bir kadının cezaevinde olduğu haberini” yaptıramıyorsak , işte bunları sorgulayalım. Bunlar için çabalayalım.

Akp ve siyasiler yurtdışı gezilerine gittiğinde yabancı gazeteciler onlara “Adalet Bakanınız Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu söyledi ancak ülkenizde cezaevlerinde 700’den fazla bebekli anne var, hastalar ve yaşlılar cezaevlerinde, kendi yasalariniz dahi uygulanmıyor.” diye soru sormalarını sağlayalım.

Yabancı siyasetçiler ve hatta konsere giden şarkıcılar, ülkemize gittiğinde bu konuları gündeme getirmelerini sağlayalım. Bunun için önce onlara ulaşalım gerekirse kapı kapı dolaşalım anlatalım.

Bir anne düşünün ki evladı kaybolsa elinde fotoğrafıyla çalmadık kapı bırakmazdı. O zaman bugün biz de deliler gibi bir o tarafa bir bu tarafa koşturup kardeşlerimizi anlatmıyorsak, bunu sorgulayalım.

Bu iş bir avuç insanla değil hep birlikte kollektif şuur ve hareketle mümkün olacaktır. Çözüm bir avuç zalimin kapısında değil, mazlumların omuz omuza verdiği dayanışmadadır. Çözüm, hakikatin yanında dimdik durmaktır.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version