Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Cemaat bitirilebilir mi?

Cemaat bitirilebilir mi?


Bugünlerde çok güncel bir mesele var. Mesele aslında İslam inanışındaki âdetullah kavramı ile modern sosyolojinin kollektif hafıza teorisini ortak bir noktada buluşturuyor.İslam alimlerinin yüzyıllardır cevabını verdiği sorular güncel akademik araştırmalar ile aynı gizemi işaret ediyor. Toplumsal hareketlerin gerçek kaderi nedir?

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Bugünkü analize geçmeden önce bir hakikat-ı sabiti yazmak gerekiyor. Tayyip Erdoğan’ın Gülen ve Hizmet Hareketi nefreti her şeyin üzerinde ve önündedir. Erdoğan bazılarının ifade ettiği gibi, “gerekirse ahiretimi feda etme pahasına” diyerek çıtayı koyduğu yeri net olarak göstermiştir.

Vaktiyle Hind Nefreti diye bir yazı kaleme almıştım. Okumaya vakti olmayanlar için özetleyeyim:

Ebû Süfyân’ın hanımı ve Mu’aviye’nin annesi olan Hind b. Utbe. Bedir’de babası Utbe bin Rebia’yı kaybetmiştir. Savaşın gerekçesi ve haklı/haksızlık umurunda bile değildir Hind’in. Kocası Ebu Süfyan’ı bile korkaklık ve fırsatçılıkla suçlar. İntikam ateşiyle yanıp tutuşurken Hz. Vahşi’ye gider. Hz. Hamza efendimizin öldürülmesi karşılığında özgürlük ve zenginlik vaat eder.

Gözünü bürüyen intikam hissi, o kadar kuşatmıştır ki, canını almak yeterli olmayacaktır düşmanının. Ölü bedenin göğsünü yarıp kalbini/ciğerini çıkarıp çiğnemek bile yatıştırmaz nefretini.

Hind’in nefretiyle kuşatıldık adeta. Hasım olarak gördüklerimizi yok etmek yeterli bile gelmiyor. Atılan tekmeler, vurulan darbeler, entrikalar, iftiralar yeterli olmuyor adeta. Göğsünü yarıp kalbini, ciğerini çiğnemek istiyor nefret ile kuşananlar.

İşte Erdoğan’ın Cemaat nefreti Hind’inkinden bile fazladır.

Cemaate yaptığı ve yapacağı hiçbir kötülük onun yüreğini soğutmaz, soğutmayacaktır. Dolayısıyla, -tabii bunu samimi olarak söyleyenleri kast ediyorum- “Özür dilensin, Cemaat faaliyetlerini durdursun!” filan hikayedir. Tayyip Erdoğan’ı zerre miktar tanımamaktır.

Evet tahmin edeceğiniz üzere, bugünkü konumuz, fesih tartışmaları vesilesiyle bir soruya cevap aramak: Cemaat biter mi?

Şahsen Hizmet ile Cemaat’in farklı kavramlar olduğunu acizane daha önce birkaç sefer izah etmeye çalışmıştım. O konuya tekrar girmeyeceğim.

Bu sorunun cevabının peşine düşelim şimdi. Sorunun cevabının iki boyutu var. Biri manevi olarak, diğeri sosyolojik olarak.

Âdetullah ve kitle sosyolojisi bakımından konuyu ele almamız gerekiyor. Hizmet Hareketi özelinde söylemiyorum, hatta dini cemaat ve topluluk bağlamında bile söylemiyorum, bırakınız manevi/dini bir sosyal grubun, seküler, hatta şeytani bile olsa bu tür oluşumların tamamen yok olması âdetullaha terstir.

Evet, büyük baskı ve zulüm görebilirler, azalabilip hatta tamamen -sayısal bağlamda- bitebilirler. Fakat bir şekilde tekrar hayat bulup devam edeceklerdir. Tarih, değil birkaç yıl, birkaç yüzyıl hiç inananı ve seveni olmadığı halde, yüzyıllar sonra birinin “Atalarımın böyle bir inanışı varmış” diyerek tekrar dirilttiği sosyal ve manevi inanç ve hareketlerle doludur.

Merhum Fethullah Gülen Hocaefendi, Talak suresini tefsir ederken, ikinci ayette âdetullah ve sünnetullah kavramlarını “Şeriat-ı fıtriye” olarak niteliyor ve müminlerin kudret ve meşîetin düsturlarına da riayet ederlerse, Allah’ın içine düşülen çeşitli ölçek ve derinlikteki sıkıntılardan kurtaracağını, hesapları aşkın eltâf-ı sübhaniyesiyle iltifatlandıracağını söylüyor.

Demek ki, bırakınız bir yok oluş, aksine tam tersi bir lütuf ve tabiri caizse “bonus” ile karşılaşmak bile mümkün!

Gelelim meselenin ikinci boyutuna.

Eşyanın tabiatı denilen bir kavram var. “Eşyanın tabiatı”, terimi, nesnelerin, şeylerin veya genel olarak dünyanın doğal yapısını, özünü ve özelliklerini ifade eder. Bu, hem fiziksel hem de bazen metaforik anlamda kullanılabilir. Eşyanın tabiatı, bir şeyin doğal olarak sahip olduğu özellikler, davranışlar ve işlevler anlamına gelir.

Sosyoloji biliminin en temel bulgularından biri, herhangi bir sosyal grubun tamamen yok olmasının neredeyse imkânsız olduğu gerçeğidir.

Buna göre hafıza bireysel bir zihinsel birikimden ibaret değil, toplumsal ve sosyal bağlam içinde oluşan bir olgudur; insanlar geçmişi, içinde bulundukları grup ve toplulukların sağladığı sosyal çerçeveler (aile, din, millet, sınıf, meslek vb.) aracılığıyla hatırlarlar.

Üstelik çerçeveler, hangi olayların seçileceğini, nasıl yorumlanacağını ve hangi anlatılarla aktarılacağını da belirliyor; dolayısıyla hafıza hem seçici hem de inşa edicidir. Malum olduğu üzere bireysel hafıza, kolektif hafızanın kişisel düzlemdeki yansıması, dolayısıyla toplumsal kimliğin sürekliliğini, “biz” duygusunu güçlendiren bir unsur. Bu şekilde geçmiş, güncel ihtiyaçlar, ideolojik yönelimler ve güç ilişkileri doğrultusunda sürekli yeniden düzenleniyor ve hatırlama, her zaman sosyal bir inşa süreci olarak işliyor.

Bunun en güzel ispatı ise şüphesiz tarihtir.

Tarih boyunca fetihler, sürgünler, soykırımlar, acımasız asimilasyon politikaları ve radikal rejim değişiklikleri, kolektif hafızanın ciddi biçimde hasar görmesine veya kısmen yeniden yazılmasına yol açmış olabiliyor. Fakat buna rağmen yine de ciddi ve köklü bazı unsurlar; kültür, davranış refleksleri, biçim, dil, simge, tavır kolay kolay yok olmuyor. Halbwachs, şaşırtıcı şekilde bu kavramlara, “Hatta yemek tarifleri bile yeraltında yaşamaya devam ederek yüzyıllar sonra yeniden ortaya çıkabilir.” diyor.

Yani?

Maklube unutulmadıkça Cemaat yok olmayacaktır!

Hizmet Hareketi, 2016 sonrası Türkiye’de benzeri az görülmüş sert devlet baskısıyla görünür alandan çekildi; ancak diaspora topluluklarında eğitim kurumları, dini pratikler, yayınlar ve sosyal ağlar aracılığıyla hafıza koruma ve yeniden inşa süreçleri devam ediyor ve edecektir de.

Öte yandan sosyal gruplar, sadece fiziksel varlıklarla değil, paylaşılan anılar, semboller ve ritüellerle de varlıklarını sürdürüyorlar.

Diaspora sosyolojisi bize bu durumun en çarpıcı örneklerini sunmakta: Yahudi diasporası 2000 yıl, Ermeni diasporası 1000 yıl boyunca vatanlarından uzakta yaşamalarına rağmen “kültürel gen havuzları” korumuş ve uygun koşullarda yeniden örgütlenmişlerdir. Kürt diasporası, İrlandalı diaspora ve günümüzde Suriyeli diaspora da benzer örnekler sunmakta.

İnanç temelli gruplar için bu süreç daha da güçlü çünkü “kutsal anlatılar” ve “transhhistorik misyon bilinci”, grup kimliğine ontolojik bir derinlik katar. Gülen’in “Gaye-i Hayal” dediği ve sosyolojinin “Purpose-driven organizations” (amaç odaklı organizasyon) olarak nitelediği araştırmaları gösteriyor ki, misyon odaklı grupların diriliş kapasitesi, çıkar ve menfaat odaklı gruplardan 5-10 kat daha yüksektir. Bu yüzden daha önce defaatle söylediğim gibi, en zayıf sosyal grup bile, en güçlü siyasi partiden her zaman daha uzun ömürlü olmuştur!

Öte yandan sayısal sönümlenme, sosyolojik ölüm anlamına gelmiyor, aksine “latent” dediğimiz bir kuluçka dönem” başlatabiliyor ve grup, “tek bir kişi” bile kalsa, uygun koşullarda eksponansiyel büyüme potansiyeline sahip oluyor.

Bugünlerde “fesih” tartışmaları sıkça yapılmakta. Şahsen bu tartışmaya katılanların, Ruşen Çakır gibi içi-dışı silme kötülük dolu katran karakterliler hariç, hepsinin illa ki bir haklılık noktası olduğunu düşünüyorum.

Böyle düşünüyorum düşünmesine ama bu tartışmanın çok anlamsız olduğuna da tüm kalbimle inanıyorum.

Yazının girişinde belirttiğim gibi, bir kere siz ne yaparsanız yapın burada “esas” sorun Cemaat değil, Tayyip Erdoğan ve ülkenin başına musallat olan siyasal İslam’dır. Dolayısıyla, değil özür dilemek, yere yatıp “Başımızı ez, öyle geç, masumları affet!” deseniz bile vicdanı zerre miktar yerinden kımıldamayacaktır.

Ruşen Çakır gibi çakalların niyeti zaten belli. Diğerleri ise hemen her konudaki klasik gruplar: samimiler, kullanışlı aptallar, suret-i haktan görünenler, angajman sahibi yaralı bilinçli kesin inançlılar vs.

Meselenin sosyolojik/bilimsel yönü de böyle.

Gelelim esas meseleye.

Daha önce de ayrıntılı şekilde ele aldığım gibi ben Cemaat ile Hizmetin farklı kavramlar olduğunu düşünüyorum. Hizmet Allah’ın davasıdır, i’lay-ı Kelimetullah’tır. Cemaat ise bu davayı üstlenmeye talip olmuş, onu gaye-i hayali yapmış bir sosyal grup.

Cemaat kendi davasında samimi, rasyonel, çağın gereklerine uygun ve bununla vazifeli liderler ile hizmeti bir süreliğine üstlenir. Ne ki, hiçbir topluluğun/cemaatin bu vazifeyi ilanihaye sonsuza kadar sürdürme garantisi yoktur.

Çünkü Allah böyle bir senet vermiyor.

Hatta Haysemi ve Taberani’nin tabiriyle “Allah, bu dini facirlerin / fasıkların eliyle de güçlendiriyor.”

Bu vazife önce başkalarını verilmişti, dün Gülen Hareketi’ne, bugün büyük bir imtihan ve duraklama dönemi yaşanıyor. Eğer bu dönem Cemaat tarafından doğru okunur ve bireysel rönesans olarak kabul görüp ona göre davranılırsa, çok daha farklı ve belki de güçlü şekilde hizmete devam edebilir.

Ancak tam tersi de mümkün. Bireysel hırslar, dar görüşlülük, bağnazlık çok ciddi vartalardır. Hele hele “Bu işi en iyi biz yaptık, yine biz yaparız!” böbürlenmesi tehlikenin en büyüğüdür.

Ve fakat tüm bunlara rağmen, değil Ruşen Çakır gibi birkaç çakal çukal, değil Tayyip Erdoğan, yedi düvel bir araya gelse Hizmet’i bitiremez. Hatta size çok ters gelebilir ama, merhum Hocaefendi, mezarından bir günlüğüne çıksa ve “Hizmet bitmiştir, Cemaat dağılabilir!” dese bile yine de bu iş bitmeyecektir.

Çünkü âdetullah da, sosyoloji de bunu söylemektedir.

Not: Bu yazının teorik argümantasyonla genişletilmiş versiyonunu https://www.patreon.com/posts/adetullah-ve-mi-136564518 adresinden okuyabilirsiniz.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version