Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Mazlumu suçlamak: Thomas Mann’ın vicdanından bugüne bir uyarı

İdris Gürsoy


İDRİS GÜRSOY | YORUM

Thomas Mann, 20. yüzyılın en etkili romancılarından biri olarak yalnızca Almanya’nın değil, dünya edebiyatının da vicdanı oldu. Nazi tehdidinin ne anlama geldiğini en erken fark eden aydınlardan biriydi; kalemiyle ve ahlaki duruşuyla hafızalara kazındı.

Mann, 1901’de yayımlanan ilk romanı Buddenbrook Ailesi ile dikkat çekti. Venedik’te Ölüm (1912) ve özellikle Büyülü Dağ (1924) ile edebi ününü pekiştirdi. 1929’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.

Alman Protestan (Lüteriyen) bir aileden gelen Mann’ın babası tüccar ve senatördü, annesi ise Brezilya kökenliydi. Eşi Katia Pringsheim, asimile olmuş bir Yahudi ailesindendi. Mann’ın çocukları, Nazi yasalarına göre “yarı Yahudi” sayılıyor ve Almanya’da kalmaları tehlikeli görülüyordu.

Düşünceyi teslim alma planı

1933’te iktidara gelen Hitler rejiminin ilk hedefi düşünce dünyasıydı. Nazi ideolojisine göre, toplumun zihinsel direnci kırılmadan tam bir boyun eğiş sağlanamazdı. Bu nedenle üniversiteler, gazeteler, yayınevleri ve tiyatrolar doğrudan hedef alındı.

Basın, 13 Mart 1933’te kurulan Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’nın kontrolüne verildi. Joseph Goebbels’in başına getirildiği bu bakanlık, yazılı ve görsel tüm yayınları sansürledi. Her sabah gazetelere “bugün ne yazılacak” brifingi gönderiliyor, haberler önceden dikte ettiriliyordu.

Yahudi, solcu ya da rejim karşıtı gazeteciler işten çıkarıldı, tutuklandı ya da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Binlerce kitap yakıldı. Tiyatrolar, yayınevleri, sinema stüdyoları Nazilerle işbirliği yapmayan sanatçılara kapatıldı. Kültür, rejimin propaganda aracına dönüştürüldü.

Mann’ın entelektüel direnişi

Nazilerin baskıları arttığında Thomas Mann sürgündeydi. ABD’ye yerleşti ve Nazi faşizmine karşı dışarıdan mücadele etti. BBC aracılığıyla Almanya’daki halka seslendiği Almanca radyo konuşmalarıyla şu çağrıyı yaptı: “Alman halkı Hitler değildir. Zulme ortak olmak zorunda değilsiniz. Vicdanınızla yüzleşin.”

Mann, halkı değil, rejimi hedef aldı. “Tiranlık, halkla özdeşleştirildiğinde meşrulaşır.” diyerek, faşist uygulamaları Almanya’nın tamamına mâl etmeye karşı çıktı.

1941’de yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Bu koşulsuz kötülük, mide bulandıran dolandırıcılık, sözcük ve düşüncenin iğrenç kutsal saygısızlığı, gerçeğe dönük bu büyük sadistik cinayet, her ne pahasına olursa olsun ve her araçla silinmelidir.”

Mazlumu suçlayan sessizlik

Thomas Mann, sadece Nazi rejimini değil, onun nefret dilini ödünç alan sözde muhalifleri de hedef aldı. Bazı entelektüellerin “Ama Yahudiler de çok ileri gitmişti!” diyerek zulmü meşrulaştırmasını sert biçimde kınadı: “Zulme karşı çıkmamak, zulmün ortağı olmaktır. Ama mazlumu suçlayarak rejimin dilini tekrarlamak, alçaklıktır.”

Bu uyarı, yalnızca Nazi Almanyası için değil, otoriterleşen tüm rejimlerde suskunlukla yetinen ya da mazlumu hedef gösteren herkes için geçerli bir vicdan çağrısıydı.

Mann ailesinin direnişi

Thomas Mann’ın direnci ailesine de sirayet etti. Oğlu Klaus Mann, Mephisto adlı romanıyla Nazi rejimiyle işbirliği yapan entelektüelleri ifşa etti. Kızı Erika Mann, kabare türünde yaptığı siyasi eleştirilerle rejimi rahatsız etti; tiyatrosu kapatıldı. Ailece ABD’ye göç ettiler ve sürgünden mücadeleyi sürdürdüler.

Türkiye için bir ders

Nazi Almanyası ile bugünün Türkiye’si arasında ürkütücü benzerlikler var. 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL ile on binlerce insan hapse atıldı, işlerinden edildi, mallarına el kondu. Bazıları sadece bir sendikaya üye oldukları için tutuklandı. Medya baskı altına alındı, gazeteciler sürgüne zorlandı.

Ancak daha vahimi, bazı muhalif kalemlerin bile “ama onlar da…” diyerek mazlumu suçlaması oldu. Bu, açık destek olmasa da, sessizliğin başka bir biçimi, zalimin söylemini yeniden üretmektir. Mann’ın sözleri bugün de yankılanıyor: “Mazlumu suçlayanlar, sadece susmuş olmuyor; zalimin dilini tekrar ederek zulme ortak oluyor.”

Savaş sona erdiğinde Nazi rejimi hem siyasi hem de ahlaki olarak çökmüştü. Milyonların ölümüne neden olan bu karanlık dönem, Almanya’nın sadece şehirlerini değil, hafızasını da yıkıma uğrattı. Adolf Hitler, 1945’te Berlin’de bir sığınakta intihar ederek hayatına son verdi. Onun ardında bırakılan ise insanlık tarihinin en büyük utançlarından biriydi.

Thomas Mann ise Almanya’ya dönmedi. Faşizme karşı sürgünde verdiği entelektüel mücadele, savaş sonrası yeniden değer kazandı. Eserleri yeniden yayımlandı, fikirleri saygı gördü. Federal Almanya hükümeti onu “yüzyılın yazarı” olarak onurlandırdı.

1955’te İsviçre’de hayata gözlerini yumdu. Geride yalnızca büyük romanlar değil; karanlığa karşı yükseltilmiş bir vicdan ve susmamanın onurlu mirası kaldı.

Kaynaklar

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version