Tr724’ten Sevinç Özarslan’ın haberinden aktarıyoruz;
Askeri öğrencilerin, kursiyer teğmenlerin mahkemelerde yaptıkları savunmaları okuyunca kahroluyorum.
Hiçbir şeyden haberleri yok, darbe girişimiyle alakaları yok, mahkeme tarafından delillendirilen hiçbir suçları yok… Balistik raporları temiz. Kimseye ateş etmemiş, öldürmemiş, ne olup bittiğini anlamaya çalışan çil yavruları gibiler o gece.
Ve kaç yıldır haksız yere hapis yatıyorlar. Daha da acısı kuyuların dibinden seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
O gençlerden biri olan Serhat Telli, 2018’de Oğuz Dik’in başkanlığını yaptığı Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Suçu o gece okulundan çıkarılıp Genelkurmay Başkanlığı’na götürülmüş olmak.
Serhat Telli, tutuklandığında 25 yaşındaydı. 4 aylık bir kursiyer teğmendi. Kara Harp Okulu’nda eğitim görüyordu. Bu yıl hapiste 34 yaşına girdi.
Halen Samsun Çarşamba Cezaevinde tutuklu olan Telli, üç kişilik koğuşta beş kişiyle birlikte kalıyor ve koğuşta yatak olmadığı için dönüşümlü olarak kimi zaman yerde kimi zaman da ranzada yatıyor.
Ona müebbet ceza veren Oğuz Dik ise bu cezayı kestikten yaklaşık bir yıl sonra Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne atandı.
Çok merak ediyorum, gerçekten bu cezaları verirlerken vicdanları rahat mıydı? “Ya haksız yere bir insanı özgürlüğünden mahrum etmiş olabilir miyim?” diye hiç kendilerine sormadılar mı?
Çünkü neden? Bu öğrenciler gerçekten o gece hiçbir olaya karışmadıklarını kelimesine kelimesine, hiçbir şekilde yalan söylemeyerek olan biteni olduğu gibi aktarıyorlar. İfadelerindeki samimiyeti, sözlerinin doğruluğu görmemek için gerçekten art niyetli olmak ya da ceza vermeyi en baştan kafanıza koymuş olmanız gerekiyor.
Ne demek istediğimi aşağıdaki savunmasını okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Telli o kadar şaşkın ki, İstanbul’da görev yapan kendi köyünden polis bir arkadaşını arıyor ve ne olup bittiğini soruyor.
Abisinin ‘Sakın hiçbir olaya karışma’ tembihine sıkı sıkı sarılıyor. ‘Mermi almadım, kimseye silah sıkmadım” diyor. Daha ne desin? Ne yapsın? Bu öğrencilere müebbet vermek hayatın olağan akışına ters, hapiste tutmak ise vicdansızlıktır.
”Ertesi gün Afyon Harp Tatbikatı gezisine gidecektik”
“Sayın Başkan, Değerli Üyeler,
Ben Serhat Telli. 6 Mart 1991 tarihinde Karadeniz Ereğli’de doğdum. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü mezunuyum. Evliyim. 15 Temmuz 2016 günü yaşadığım olayları anlatmak istiyorum.
O gün, Kara Harp Okulu’nda eğitim faaliyetlerinin bitiminde, saat 17:30-18:00 civarında çarşı iznine çıktım. Saat 21:30’daki içtimaya geç kalmamak için saat 21:10 sıralarında Kara Harp Okulu’na giriş yaptım. Saat 21:30’da içtima amacıyla Akdeniz Taburu önünde toplandık. Saat 22:00 civarında, Ankara semalarında jetlerin uçtuğunu duyduk. Bu durumun normal bir uçuş mu, yoksa bir terör saldırısı mı olduğu konuşuluyordu. Jetlerin bu kadar yakından uçmasının normal olmadığı, eğer bir terör saldırısı olmasa bu kadar alçaktan uçmayacakları söyleniyordu.
Bu durum üzerine eşimi aradım ve televizyonda son dakika gelişmesi olup olmadığını öğrenmesini istedim. O sırada herhangi bir son dakika haberi olmadığını öğrendim. Saat 22:30 civarında içtima alınmasının ardından, Kara Harp Okulu eğitim faaliyetleri broşüründe yer alan ertesi gün gideceğimiz Afyon Harp Tatbikatı gezisi için kumanya hazırlayana kadar çantamı hazırlamak düşüncesiyle koğuşuma çıktım. Çantamı hazırlarken, silah başında herkesin kamuflajlı olarak içtima alanına çağrıldığını duydum. Hemen kamuflajımı giydim, silahlıktan bir HK33 piyade tüfeği alarak dışarı çıktım.
”İçtima alanında toplandık, beni su almaya gönderdiler”
Dışarıda arkadaşlarımın araç parkında toplandığını gördüm ve yanlarına gittim. Burada sayım yapıldı, ancak bazı arkadaşların yeni geldiği fark ediliyordu. Daha sonra bazı arkadaşlar su almaya gönderildi; ben de bu gruptaydım. Bir süre sonra döndüğümde, bizi hemen açık alana çıkmamamız konusunda uyararak ağaçlık bir alana çektiler. Burada bir açıklama yapıldığı söyleniyordu.
Bazı arkadaşlar bunun bir OHAL ilanı olduğunu, bazıları bir terör saldırısı olduğunu, bazıları ise yönetime el koyularak sıkıyönetim ilan edildiği yönünde açıklamalar yapıldığını söylüyordu. Saat yaklaşık 00:00 civarıydı. Ayrıca İstanbul’daki Boğaz Köprüsü’nün askerler tarafından kapatıldığı konuşuluyordu. Tam olarak ne olduğunu anlayamadım.
”İstanbul’da görev yapan köylüm polis memurunu aradım”
Bu sırada köylüm olan ve İstanbul’da polis memuru olarak görev yapan T.Y’yi aradım. Durumu anlattım ve ne olduğunu sordum. Bana, ‘Şu anda ne yapıyorsunuz?’ dedi. Ben de jetlerin uçtuğunu, bu nedenle bizi ağaçlık alana çektiklerini ve burada beklediğimizi söyledim. O da, ‘Eğer bir olay, bir çatışma çıkarsa oradan haber verirsin’ dedi.
”Abim sakin bir olaya karışma” dedi
Bir süre sonra bizi yemekhaneye götürdüler. Yemekhane ile kantin arasında bulunan küçük bir açık alana çıktım. Burada abimi aradım; kendisi Kars’ta uzman çavuş olarak görev yapıyor. Bana, ‘Sakın bir olaya karışma’ dedi. Ben de zaten bizi yemekhaneye götürdüklerini, burada bir olay olmadığını ve bizlerle ilgili bir durum olmadığını söyledim. ‘Tamam, sen yine de dikkat et’ dedi ve telefonu kapattık.
Yemekhaneye geri döndüğümde Rıdvan Teğmen’i gördüm ve “Komutanım, ne oluyor?” diye sordum. Kendisinin de bir bilgisi olmadığını söyledi. Uzun bir süre yemekhanede bekledikten sonra bizi apar topar Celal Dora Tören Alanı’na götürdüler; ne olduğunu anlayamadık.
”Güvenli bölgeye götürüleceğimiz söylendi”
Saat yaklaşık 02:30’du. Burada o zamanki Bölük Komutanımız A. Ö. B., 15 kişilik gruplar oluşturmamızı ve oradaki komutanların emirlerine uymamızı söyledi. Tören alanında daha önce hiç görmediğim çeşitli rütbelerde subaylar vardı. Bu arada helikopterler gelmeye başladı ve güvenli bölgeye götürüleceğimiz konuşuluyordu. Zaten sürekli bomba sesleri duyuyor, üstümüzden jetler geçtiği için gerçekten güvenli bir bölgeye götürüleceğimizi düşünüyorduk.
”Sizi buraya niye getirmişler, anlamıyorum”
Bir ara nizamiyelere ateş edildiği söylendiğinde, helikopterlere binmek için bir arbede yaşandı. Ben helikoptere son binen gruptaydım. İndiğimiz yerde ara ara silah sesleri geliyordu. Hemen yakındaki bir duvarın dibine geçtik. Bu arada Genelkurmay’da olduğumuzu anladık. Kısa bir süre sonra yanımıza rütbesini tam hatırlayamadığım bir komutan geldi. ‘Sizi buraya niye getirmişler, anlamıyorum, şarjör ve mermi olmadığını gördün’ gibi bir şeyler söyledi. Ben de Kara Harp Okulu’nda kursiyer öğrenci olduğumuzu ve güvenli bölge denilerek buraya getirildiğimizi söyledim.
Komutan, yanına bir asker çağırdı ve onu takip etmemizi söyledi. Bir binanın önüne geldiğimizde, karanlıktan faydalanarak arkada kalan birkaç arkadaşla hemen binanın içine girdik. Daha sonra birkaç kişi daha geldi ve sabah kadar burada bekledik. Bu binanın Hizmet Taburu olduğunu içeride öğrendik. Yanımda B.K., U. D., İ.T., M.Ş., K.K, M. O., E.K., M.İ., İ.A. ve isimlerini hatırlamadığım birkaç kişi daha vardı.
İçeride bulunan bir ere, burada neler olduğunu sordum. Kendisinin tabur komutanının postası olduğunu söyledi; ancak bu bilgiyi yanlış hatırlıyor olabilirim. Ayrıca, hainlerin ordu içindeki bir grubu ülkeyi ele geçirmeye çalıştığını, burada bize bir şey olmayacağını, sabah her şeyin temizleneceğini ve ‘şerefsizlerin’ yakalanacağını söylediğini hatırlıyorum.
”Darbecilere karşı olan tarafta mısınız?”
Bir süre sonra polis memuru arkadaşım T.Y. ile görüştüm. Bana bir darbe girişimi olduğunu ve çoğunun temizlendiğini söyledi. Nerede olduğumu sorduğunda, Genelkurmay’da olduğumuzu, güvenli bölge denilerek buraya getirildiğimizi ve buradaki çatışmaların darbecilere karşı olduğunu anladığımı söyledim. ‘Darbecilere karşı olan tarafta mısınız?’ diye sorduğunda, ‘Herhalde polislerle birlikte hareket ediliyor, söylenenlerden öyle anladım ama emin değilim, bu yüzden bir binanın içinde bekliyoruz’ dedim.
”Herhalde bizi yem olarak kullanmak için getirdiler”
Ortalık aydınlandıktan sonra tabur binasının önüne çıktım. Burada iki sivil memur ve bir astsubay gördüm. Genelkurmay personeli olduklarını söylediler. Sivil memurlar, koruma olduklarını, özel kuvvetler tarafından gece başka bir binada elleri kelepçelenerek bir odada tutulduklarını, sonra buraya geldiklerini anlattılar.
Bir süre sonra Hasan Ali Üsteğmen geldi ve ona ne olduğunu sordum. ‘Hiçbir şey anlamadım, kim hain kim değil bilmiyorum. Bizi buraya niye getirdiler, zaten onu hiç bilmiyorum. Herhalde bizi yem olarak kullanmak için getirdiler’ dedi.
”Size silah falan verirlerse kesinlikte almayın”
‘Ne yapacağız komutanım?’ diye sorduğumda, ‘Bizi kandırmışlar. Size silah falan verirlerse kesinlikte almayın ve buradan ayrılmayın. Ben diğer arkadaşlarınıza bakmaya gidiyorum’ dedi. Binada bir odada televizyon olduğunu gördük ve açtık. Haberlerde Genelkurmay’ın önünün tanklarla kapatıldığı ve darbeci askerlerin halkı geri püskürtmek için ateş ettiği söyleniyordu.
Bir süre sonra birçok arkadaş Hizmet Taburu’na geldi ve polisi aradık. Oktay Şahin Astsubay, polisi aradığını ve özel harekâtın bizi kurtarmaya geleceğini söyledi. Beklemeye başladık. Bir süre sonra erlerin taburlardan teslim edilmeye başladığını gördük. Biz de onların arasına karışarak kaçabileceğimizi düşündük. Ancak özel kuvvetler çıkışa yaklaştığımızda, ‘Silah çekti, hainler, şerefsizler! Erler dışında kimse çıkamaz, bir adım daha atanı vururum! Siz nasıl subay olacaksınız, dönün geri’ diyerek silahını bize doğrulttu. Biz de geri döndük. Dönerken Polis Akademisi’ni gördük.
”Polislerin yanına sığındık”
Oktay Şahin Astsubay, polislere merdiven getirerek çıkmamıza yardımcı olmalarını söyledi. Merdiveni beklemeden demirliklerden atladım, birkaç arkadaş da peşimden atladı; bazı arkadaşlar bu esnada yaralandı. Hemen Polis Akademisi’ne koştuk ve polislerin yanına sığındık. Polisler, silahlarımızı girişte bıraktırdı.
Polis Akademisi’nde yaşananlardan arkadaşlar zaten bahsetti, bu yüzden bu konuya değinmeyeceğim. İfadem alınırken kamuflajım ters giydirildi. Yanımda silah numarasını ve Hizmet Taburu’ndaki arkadaşları söylemek istedim, ancak bunların gerekli olmadığı söylenerek yazılmadı. İfademi okuma fırsatı verilmedi, bu yüzden Polis Akademisi’nde verdiğim ifadeyi tam anlamıyla reddediyorum…
”Darbeyi destekleyici bir eylemim veya darbeye en ufak bir iştirakim yoktur”
Anayasayı ihlal suçu, iddianamede belirtildiği gibi kast unsuruyla işlenebilen bir suçtur. Kast, suçun tanımındaki unsurların bilerek ve isteyerek gerçekleştirilmesidir. Darbeyi destekleyici bir eylemim veya darbeye en ufak bir iştirakim yoktur. Alarm verilmesi üzerine emre uyarak silah ve teçhizatımı aldım. Güvenli bölgeye götürülmek amacıyla helikoptere bindim.
”Dört aylık askeri öğrenci olarak bir hukuki sorumluluğum bulunmamaktadır”
Bu, bir suçu teşkil etmediği gibi, TCK’nın 24. maddesine göre amirin emrini yerine getirmek, hukuka uygunluk nedenidir. Bana verilen emirlerin konusu suç teşkil etmediği gibi, emrin hukuka uygunluğunu denetleme yetkim de kanunen yoktur. Dört aylık askeri öğrenci olarak bir hukuki sorumluluğum bulunmamaktadır. Bir sorumluluk varsa ancak emri verene aittir.
Ben hukuka aykırı veya konusu suç teşkil eden bir emir almadım, böyle bir faaliyette bulunmadım. Genelkurmay’da bulunduğumuz süre boyunca polislere sığınana kadar Hizmet Taburu’ndan ayrılmadım. Bindiğimiz helikoptere, güvenli bölgeye götürüleceğiz diye bindim. Hiçbir surette şarjör veya mermi almadım, silah kullanmadım. Bu hain darbe girişimini destekleyecek herhangi bir faaliyette bulunmadım. Hakkımda isnat edilen suçlamaların hepsini reddediyorum. Mahkemenizden öncelikle tahliyemi, dava sonunda ise beraatimi arz ve talep ediyorum.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***