AHMET KEMAL GENÇ | HABER ANALİZ
7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırı sadece Gazze’yi değil, bölgedeki güç dengelerini de temelden sarstı. Aslında bu tarihten sonraki gelişmeler gösteriyor ki, İran’a karşı sessiz ama planlı bir savaş yürütülüyor. Ortadoğu’nun dört bir yanında yaşananlar, adeta İran’a yönelik uzun vadeli bir kuşatma stratejisinin parçası olarak değerlendiriliyor.
Örtülü, zamana yayılmış, sistematik ve çok aktörlü bir strateji. Gazze’den Suriye’ye, oradan İran’ın kalbine kadar uzanan bu plan, İran’ın sadece askeri değil, siyasal ve toplumsal sistemini de hedef alıyor.
Ana hedefin Doğu Akdeniz’den Hindistan’a uzanan yeni güvenlik hattı haritası çizmek olduğu bir çok stratejist tarafından değerlendiriliyor. Bu doğrultuda üç cephede açılan savaş adım adım ilerliyor.
İlk cephe Gazze: Sıfırlama operasyonu
Hamas’ın saldırısı İsrail için travmatik bir kırılma anıydı. 11 Eylül benzeri bir etkiye sebep olan bu olay, İsrail’in askeri ve siyasi reflekslerini sertleştirdi. Gazze’de başlatılan operasyon, şehri neredeyse haritadan silme noktasına taşıdı. Amaç sadece Hamas’ı zayıflatmak değil; İran’ın bölgedeki vekil güçlerine olan lojistik ve stratejik desteğini kırmaktı.
İkinci Cephe Suriye: İran etkisinin temizlenmesi vekil güçlerin yok edilmesi…
İsrail, Gazze operasyonuyla eş zamanlı olarak Suriye’deki İran varlığına yöneldi. Esad rejiminin altındaki İran destekli yapılar, komuta merkezleri, radar sistemleri ve füze üsleri hedef alındı. Bu operasyonlar; İran’ın Suriye üzerindeki etkisini silme, Lübnan ve Irak gibi diğer cephelerdeki lojistik bağlarını koparma amacı taşıyordu.
ABD bu süreci açıkça destekledi. İran’ın vekil güçlerle yürüttüğü yayılmacı politikaları, hem İsrail hem de ABD tarafından kontrol dışı ve tehdit olarak görülüyordu.
Bu vekil ağlar; Gazze’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, Yemen’de Husiler ve Suriye’deki milisler aracılığıyla geniş bir etki alanı oluşturuyordu.
Üçüncü Cephe: İran’ın kalbi
Zamanla savaş İran’ın içine taşındı. 2024’de İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin şüpheli bir helikopter kazasında ölümü, Hamas lideri Haniyeh’in İran’da öldürülmesi ve Devrim Muhafızları’na yönelik artan suikastlar, rejimin iç yapısının hedef alındığını gösterdi. İsrail ve ABD’nin de doğrudan askeri müdahalesi, “başsızlaştırma” ve içeriden çökertme stratejisi izlediği görülüyor. Nükleer tesisler vb konular ise bu stratejiye perde olarak kullanıldığı yorumları ağır basıyor.
13 Haziran 2025’den itibaren ise sürpriz bir şekilde Devrim Muhafızları’na ait üsler, radar sistemleri, nükleer tesisler ve hava savunma altyapısı sistemli şekilde hedef alındı. Bu, sadece askeri kapasitenin değil, rejimin karar alma mekanizmalarının da çökertilmesini amaçlayan yeni nesil bir savaş stratejisi.
Bu sürecin bir diğer ayağı da İran’ın toplumsal fay hatlarını hedef almak. Özellikle Beluçlar gibi Sünni toplulukların yaşadığı ülkenin doğusunda huzursuzluk artarken, mezhepsel ayrışmalar kışkırtılıyor. Hedef, rejimin içten çöküşünü hızlandırmak. Böylece daha zayıf ama Batı ile daha uyumlu çalışan bir rejim kurulmasına zemin hazırlamak. Yakın zamanda Suriyede bunun örneği yaşandı.
İran-İsrail savaşının küresel yansımaları
İran’a yönelik bu strateji sadece bölgesel değil, küresel dengeleri de etkiliyor.
Doğu Akdeniz’den Hindistan’a uzanan yeni güvenlik hattı oluşturuluyor. Bu yüzden Çin, Hindistan, Türkiye ve Körfez alarmda.
Çin, İran’daki enerji yatırımları ve Kuşak-Yol Girişimi nedeniyle gelişmeleri endişeyle izliyor.
Hindistan, İran üzerinden Orta Asya’ya açılma planları yaptığı için doğudaki istikrarsızlıktan rahatsız. Körfez ülkeleri ise İsrail’in genişleyen operasyonlarının bölgeyi daha da karıştırmasından endişe ediyor.
Suudi Arabistan başta olmak üzere birçok ülke, İran’ın zayıflatılmasından fayda görse de doğrudan çatışma istemiyor. Bu yüzden “sessiz destek – görünür mesafe” çizgisi korunuyor.
Türkiye bu oyunun neresinde?
Ankara için bu gelişmeler hem bir tehdit hem de fırsat anlamına geliyor. İran’da yaşanacak istikrarsızlık, Türkiye’nin doğu sınırlarını güvensiz hale getirebilir; mülteci akını, kaçakçılık ve terör tehdidini artırabilir.
Öte yandan bölgede oluşacak yeni dengelerde Türkiye’nin stratejik pozisyonu daha da önem kazanabilir. Doğu Akdeniz’den Hindistan’a uzanan yeni güvenlik hattı haritası çiziliyorsa ve Türkiye bu hatta yer almak yerine dışında kalırsa, çevrelenme riski artacaktır. Bu yüzden Türkiye’nin örtülüde olsa İsrail ve Amerika çizgisine yakın olduğu dillendiriliyor.
Türkiye bu yeni savaş türünü doğru okuyarak pozisyon almaya çalışıyor ve bu doğrultuda iç cepheyi güçlendirmek istiyor. Çünkü bu sarkaç sadece Tahran’ı değil, Ankara’yı da etkileyebilir…
Bu süreçte Türkiye’nin karşı karşıya olduğu risk, yalnızca dışarıdan gelen tehditler değil. İç cephedeki kırılgan yapının bu jeopolitik dalgayla birlikte daha da sarsılma ihtimali var. Bölge haritası yeniden çizilirken, Ankara’nın alacağı pozisyon, yalnızca dış politikadaki etkisini değil, aynı zamanda iç güvenlik ve toplumsal istikrarını da doğrudan etkileme potansiyeline sahip.
Ancak Türkiye’nin iç cepheyi güçlendirme stratejisi, bazı çevrelerce eleştiriliyor ve tartışmalı ve yetersiz olarak değerlendiriliyor. Özellikle Kürt meselesine dair somut hukuki ve siyasi bir plan geliştirilmediği gibi, son dönemde Ekrem İmamoğlu ve 11 CHP’li belediye başkanının tutuklanması, zaten var olan toplumsal tansiyonu daha da yükseltti.
İç cephedeki kutuplaşma her geçen gün daha da derinleşiyor. Bu şartlar altında Türkiye’nin iç konsolidasyonu sağlamak adına nasıl bir yol haritası izleyeceği, önümüzdeki dönemin en kritik belirleyicilerinden biri olacak. Hatırlayın, geçtiğimiz günlerde İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Toplantısı’nda konuşan Erdoğan, “İstanbul’un kaderi Tahran’ın (İran’ın başkenti) kaderinden ayrı değil.” demişti. Haksız sayılmaz… İran rejimi için geri sayım gerçekten başladıysa, bu süreç sadece Tahran’ı değil, Ankara ve tüm bölgeyi köklü bir dönüşüme sürükleyebilir…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***