NECİP F. BAHADIR | YORUM
Hayır, tespit bana ait değil. AKP’li Şamil Tayyar söyledi. Denir ki, “Yalnızlık liderlerin kaderidir.” Doğru fakat bu insani olarak yalnızlığın ifadesi. Erdoğan hem insani, hem de siyasi olarak yalnız. Tek olmayı, tek kalmayı kendisi istedi. İstişareyi bir kenara bıraktı, “Dediğim dedik!” dedi, kestirip attı. Kimseyi dinlemedi. Ne partide ne de Saray’da konuşabileceği kimsesi kalmadı.
Köklerinden uzaklaştı. Davasını çok ucuza sattı. Kutsallarını verdi koltuğu kaptı. Egemenlerin teklifini kabul etti. Asırlık fikri ve siyasi birikimi talan etti. Dost ve arkadaşlarını yitirdi. Parti ve Saray’ı emir kullarıyla doldurdu. Dertleşeceği kimse kalmadı. İçini dökemedi. Ağzına kadar doldu. Çelişkilerin, tezatların adamı oldu. Hem “Faize karşıyım!” dedi hem de faizi rekor düzeyde arttırdı. Tarihin yanlış tarafında yer aldı. Felaket, kaderi oldu.
Erdoğan’ın politikalarını partisi bütünüyle kabullenmedi. Milletvekilleri köşe başlarında fısıltı halinde, “Böyle siyaset olmaz, bu işler böyle gitmez” türü değerlendirmeler yapmaktan geri durmadı. Fakat ‘fısıltıyı’ sese dönüştürmekten ve Saray’a ulaştırmaktan korktular. Çünkü Erdoğan’ın ‘iç sese’ zerre kadar tahammülü yok. Kaç kez grup halinde randevu alanlar oldu, bozguna uğramış bir ordu gibi şikayetlerini iletemeden gerisin geriye döndüler.
‘Beşer’ olarak yalnızlığı kaderidir fakat siyasi yalnızlığı tam bir trajedidir. Dayanması zor, katlanması güç, taşıması ağır bir yüktür. İnsanı yer bitirir. Sağlığını bozar, psikolojisini alt üst eder. Tıpkı Erdoğan’da gözlendiği gibi. Çok işaret belirdi. Gayrı, ‘ayar tutmaz’ durumda…
Gazeteci Levent Gültekin, bir kaynağına dayanarak ‘zihni kopukluktan’ söz etti. Sadece ‘zihni’ değil gerçeklerden de kopuk. Kendisi değil…
Gültekin’in iddiasını İletişim Başkanlığının apar topar yalanlaması herkesin bildiği ve bir Ankara sırrına dönüşen ‘Erdoğan gerçeğini’ ortadan kaldırmaz. Ayakta duramayan, adımlarını güçlükle kimi zaman destekle atabilen biri var karşımızda. Kameralar ve görüntüler yalan söylemez. Ağır ritmi ve yoğun tempoyu kaldırması mümkün değil. Enerjisi sınırlı… Konuşmanın, ayakta kalmanın süresi var.
Erdoğan, ‘Ecevitleşme sürecine’ çoktan girdi. Ecevit’ten farkı kamuoyundan saklama ve gizleme başarısı… Yoksa Ecevit’in son döneminden pek de bir farkı yok. Eğer medyanın önündeki duvarlar kaldırılsa kim bilir daha neler çıkacak ortaya… Mesala, bir görüşme sırasında uyuyup kaldığı, muhatabının yan odaya geçerek uyanmasını beklediği… Konuğu da partili falan değil.
‘Uyuklaması’ zaten bilinmeyen bir şey değil. Herkes farkında gerçeklerin…
Erdoğan’ın da Bahçeli’nin de hastalığı bir ‘devlet sırrı…’ İfşa etmenin bedeli var. Polis anında kapınıza dayanır, savcı jet hızıyla dosyanızı hazırlar ve kendinizi dört duvar arasında buluverirsiniz. Oysa liderin sağlığı ülkenin sağlığıyla eşdeğerdir. Ve kamuoyunu yakından ilgilendirir. Sır olarak saklanamaz. Sağlık bilgilerini toplumla paylaşmak zorundadır. Saray sahibi kral ve sultanların yönettiği ülkeler hariç… Sağlığı yerinde olmayan bir lider veya yönetici ülkesini felakete sürükleme riski taşımaz mı?
İletişim Başkanlığı yalanladı, ‘sağlığı yerinde’ dedi ama Erdoğan, NATO toplantısı için Hollanda’ya giderken basının karşısına çıktı. Soru cevap faslına geçildi. Gazeteci sordu, Erdoğan kağıttan okudu. Belli ki soru ısmarlama, cevap kağıtta hazır. Normal şartlarda ne gerek var buna, gündem belli, söylenecekler belli… Topu topu iki üç cümle… Bir kağıda ve nota lüzum var mı? Zihni kopukluk olursa var elbette! İki cümleyi bir araya getiremezse niye olmasın.
Sadece bir soru olsa neyse… Bir başka soruyu cevaplandırırken de önündeki kağıdı eline aldı ve okudu. Klasik cümleler, her gün defalarca tekrar ettiği hususlar… Yeni ve farklı bir durum yok. Bunları da kağıttan okumak zorunda kaldıysa vaziyet çok kötü demektir. Yoksa çevresi onu bu kadar aciz duruma düşürmezdi. Belli ki artık ‘taşınamaz’ durumda. Dikişler yama tutmuyor.
Danışmanlar dikkat çekeceğini, eleştirileceğini bilirdi. Soru cevap yapmadan bile kısa bir notla basın toplantısı geçiştirmek mümkündü. Demek ki palyatif çözümlerin de işe yaramadığı safhaya geçildi. Uçakta ‘seçmece’ gazetecilere söylediklerinin bir ‘süzgeçten’ geçtiğini tahmin etmek zor değil.
NATO zirvesinde nasıldı? Vücut dili de bana problemli göründü. ‘Dostu’ Trumpla ayak üzeri el sıkışması, Macron’la fotoğraf çektirirken sergilediği tavırlar pek sağlıklı gelmedi. ‘O eski halinden eser yok’ idi. Sadece dili, değil el kol hareketleri de kontrolsüzce…
Dönelim tekrar ‘siyasi’ yalnızlığına…. Bir başkası söylese muhalif kimliğine verilir ve hükmün değeri düşer. Konuşan AKP’li bir isim… Şamil Tayyar, Berat Albayrak ‘güzellemesi’ yaparken şöyle dedi: “Cumhurbaşkanımız yalnız. Etrafınızda kalabalıklar olur ama kendinizi yalnız hissedersiniz, aynen öyle. Haliyle, Külliye ile hükümet ve parti arasındaki bağ çok zayıf. Bu boşluğu dolduracak, güçlü, etkin, Cumhurbaşkanımızın yalnızlığını paylaşacağı, güven duyacağı ve yükünü alacağı donanımlı bir isme ihtiyaç var…”.
‘Siyasi yalnızlığın’ itirafı bu… Her ne kadar ‘insanı yalnızlıkla’ harmanlanmış olsa da… Berat Albayrak, Erdoğan’ın ‘siyasi yalnızlığını’ giderir mi? Derdine derman olur mu? Mümkün değil.
Erdoğan ‘damadı’ Albayrak’a büyük yatırım yaptı. ‘Veliaht Prens’ mertebesine yükseltti. Kendisinden sonra gelecek en güçlü isimdi. Kritik bakanlıklarda görev verdi. Ülkenin ekonomisini emanet etti. Albayrak fırsatı tepti… Başarısızlığıyla değil münasebetsizliğiyle…
Başarılı olamadığı doğru. Bu tolere edilebilirdi. Fakat o Erdoğan’ın çiğnedi geçti, adeta ihanet etti, istifasını sosyal medyadan duyurdu. Erdoğan gibi bir lidere yapılmayacak yanlışı yaptı. Bu hata ‘özürle’ telafi edilemez. Veliahtlık da gitti, prenslik de…
Gerçi ortada bir taht da kalmadı ya… Bir rüzgara bakar… Sonra taht bir yana, Erdoğan bir yana savrulur gider. Albayrak tekrar kabineye girebilir. Sırf ‘aile’ hatırına… Ama sıradan biri olarak. O ayrıcalıklı konumu bitti. Dolayısıyla ‘siyasi yalnızlığına’ da derman olmaz.
Ülkenin yönetiminde Erdoğan kadar etkili olan Bahçeli’nin ‘yalnızlığı ve hastalığını’ hatırlatmaya gerek duymuyorum. Daha yeni yazdım. Yarım saatlik grup toplantısını bile güçlükle yapabildi. Bir metni okumaktan acizdi. Kelimeleri telaffuz edemedi. Her bir harf diline dolandı. Yarım saatlik enerji yüklemesiyle ne parti yönetilir, ne ülke…
Bahçeli’in hali, Erdoğan’dan daha ağır ve vahim… Ecevit’in son yılları gibi. Yaşı ve hastalığı ileri boyutta… Daha kötü olur, daha iyi olmaz.
Erdoğan ve Bahçeli gerçeklikten kopuk iki isim… Yalnızlık ve hastalıklarıyla boğuşuyorlarsa ülkeyi kim yönetiyor? Benim cevabım; ülke yönetiliyor mu ki?
Yönetilen ülkede hapishaneler ağzına kadar dolar mı? Kirazın tanesi 10 TL olur mu? Yalanlar gerçeklerin yerini alır mı? Kutsallar anlamını yitirir mi? Adalet yerlerde sürünür mü?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***