Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Biz lubunyalar yaşamı yeniden kurmak için buradayız, direniyoruz

Biz lubunyalar yaşamı yeniden kurmak için buradayız, direniyoruz


“Bilin ki, bizler, kan bağıyla değil dayanışmayla kurduğumuz seçilmiş ailelerimizle hayatta kalıyoruz”

Yürüyüşün ardından okunmak istenen ancak polis müdahalesi nedeniyle tamamı okunamayan basın açıklaması şöyle:

“2025 yılını “Aile Yılı” ilan edip her gün LGBTİ+’lara yaşamı dar etmeye yemin etmişçesine saldırılırken bilin ki bizleri aile yılıyla bitiremeyeceksiniz. Çünkü biz o kutsallaştırdığınız aile yapılarında şiddete, inkâra, yok sayılmaya maruz kalanlarız. Evden atılan, kimsesizler mezarlığına gömülen, yakınlarının cenazelerine dahi gidemeyenleriz. O ailelerden alacaklıyız.

Bilin ki, bizler, kan bağıyla değil dayanışmayla kurduğumuz seçilmiş ailelerimizle hayatta kalıyoruz. Seçilmiş ailelerimizle birbirimize kol kanat gerip örgütleniyoruz. Devletin kutsadığı sahte “aile”lere karşı kendi hakikatimizle, güvenli alanlarımızda varoluyoruz. Ve buradan, şiddet gördüğü ailelerde yaşamını yitiren tüm lubunya dostlarımızı anıyor, onların anısını mücadelemizde yaşatıyoruz.

Varoluşlarımızdan bir an bile utanmadık, utanmayacağız! Aile yılınıza rağmen, sizlere rağmen buradayız!

“Geri adım atmıyoruz! El yükseltiyoruz! Önümüzdeki her yılı ONUR YILI ilan ediyoruz”

Bizleri her hedef gösterdiğinizde bizlere dair her sesi kapatıp her şeyi sansürlediğinizde daha da sıkı sıkı sarılıyoruz birbirimize, daha da fazla örgütleniyoruz.

Bizler yaşamı sadece sürdürmüyoruz; dönüştürüyoruz. Bize reva görülen yaşam Kırıntılarıyla hayatta kalmaya razı değiliz. Olmayacağız. Yaşamlarımız ne bir lütuf ne de bir pazarlık konusu. Yaşama hakkımızı her gün yeniden savunuyoruz; sokakta, evde, mahkemede, hastanede, birbirimizin yanında. Lubunyaların yaşamı, varlığı, nefrete ve yok sayılmaya karşı bir direniştir. Yarattığımız dostluklarla, kimi zaman aşklarımızda, seçtiğimiz ailelerle, kurduğumuz alanlarla yaşamı dönüştürüyor; geleceği birlikte şekillendiriyoruz. Bu düzenin dayattığı hayatta kalma sınırlarını aşarak, onurlu, eşit, özgür bir yaşamı hep birlikte inşa edeceğimizi duyuruyoruz. Evlilik eşitliğini, sağlığa erişimde, barınmaya erişimde eşitliği talep ediyoruz.

Korkuyoruz. Gözaltılardan, işkenceden, sürgünden, geçinememekten, görünmez kalmaktan korkuyoruz. Tüm bunlara rağmen buradayız. Çünkü bu korkuya teslim olmuyoruz. Korkunun içinden dayanışmayı, umudu, direnişi büyütüyoruz. Her adımda, her sözcükte, her bakışta birbirimize cesaret veriyoruz. Korkuyoruz ama vazgeçmiyoruz çünkü bizler yaşamda, yaşamakta, kendimizde israr ediyoruz. Bu sözlerimizi sadece nefreti üretenlere yöneltmiyoruz. Lubunya bil ki yalnız değilsin, her ihtiyacın olduğunda buradayız, kendini yalnız hissettiğinde Haliç’ten sallanan bayraktayz…

Bizleri yasaklarla, gözaltılarla, tutuklamalarla susturamazlar. Yıldız Tar ve Erkin Aydın’ın tutuklanması, yalnızca iki lubunyanın değil; hepimizin, hep birlikte kurduğumuz mücadele alanlarının hedef alındığının göstergesiydi. Yine Trans Pride’da, geçtiğimiz Pazar günü kolluk kuvvetlerinin yaptığı usulsüz fişlemeler sonucunda arkadaşlarımızın evlerinin yakınlarından, yürüyüşe saatler varken, sivil polislerin fiziki takibi sonucunda sivil araçlarla sokak ortasından kaçırıldığına tanıklık ettik. Arkadaşlarımız çok uzun saatler boyunca ters kelepçe işkencesine maruz kaldı. Avukatlarıyla çok uzun süre görüştürülmeyen, geceyi nezarethanede geçiren 39 arkadaşımızın beşi, adli kontrol koşuluyla serbest bırakıldı. Bu yasaklara alışmayacağız. Hizaya gelmeyeceğiz. Yasaklara ve tutuklamalara inat var olmaya devam edeceğiz. Tutsak edilen tüm arkadaşlarımızın sesini yükselteceğiz. Hepimiz birimizin, birimiz hepimizin sesiyiz.

“Toplumsal cinsiyet”, “LGBTI+”, “eşitlik” gibi ifadeleri yasaklayarak bizleri

kamusal alandan silmeye çalışan sansür politikalarıyla kuşatılmış durumdayız. Onlar bizleri sansürlemeye çalıştıkça, daha çok yerde, daha da güçlenerek var oluyoruz. Sadece sansür de değil üstelik doğrudan her gün yaşamlarımız saldırının hedefinde. Geçtiğimiz yıl bu saldırıların boyutlarının nasıl genişlediğini hep beraber gördük. Kasım 2024’te açıklanan bir kararla hormon ilaçlarına erişim reçeteye bağlandı. Böylece Türkiye transların hormon replasman tedavisine erişimini sınırlayan veya zorlaştıran ülkeler arasına girdi. İktidara yakın medya kurumları, Türkiye’de cinsiyet uyum sürecine ilişkin hizmetlerin sunulduğu hastaneleri hedef gösterdi. Bunun ardından Sağlık Bakanlığı tarafından “Cinsiyet Değişikliği Denetim ve Değerlendirme Bilimsel Komisyonu” kuruldu. Bu komisyonlar halihazırda zorlukları olan bir süreci neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Dahası Nisan ayında HÜDA-PAR tarafından LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık içeren ve LGBTİ+’ların yasal olarak “cezalandırılmasını” öngören kanun teklifi Meclis’e sunuldu. Geçtiğimiz günlerde ise Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, 81 ilin Valiliklerine gönderdiği yazıyla transların cinsiyet uyum süreçlerinde kullandığı hormon ilaçlarına 21 yaş sınırı getirdi.

“Biz bu saldırılarla yılmıyoruz, susmuyoruz”

Bunlar bizim yaşamlarımıza doğrudan saldırılardır.

Biz bu saldırılarla yılmıyoruz, susmuyoruz. Mücadeleyi büyütmeye devam ediyoruz, hem de çok güzel, en güzel haliyle, tüm gücümüzle…

Bizi koruması gereken o devlet bugün tüm imkânlarını seferber ederek LGBTİ+ düşmanlığını örgütlemeye çalışsa da, biz her yerde aşkı, özgür yaşamı ve eşitliği örüyoruz.

Barınma hakkına, öğrenim hakkına, çalışma hakkına her gün türlü türlü ayrımcılıkla mücadele ederek erişmeye çalışıyoruz. Ev kiralarken, okulda ödev sunarken, işe başvururken her an mücadele içindeyiz. Bu döngüyü elbet ya da elbet kıracağız. Biz LGBTİ+’ları güvencesiz şartlarda mobbinge, ayrımcılığa ve tacize uğradığımız işlere mecbur bırakamayacaksınız. Bizleri derin yoksulluğa mahkum etmeye çalışıyorsunuz. Bilin ki, yaşamın her alanında varız Yaşamda Israrcıyız, her yerdeyiz, gece vakti caddedeyiz, fabrikalarda işçiyiz, plazalarda beyaz yakalı çalışanlarız, hastanelerde doktoruz hemşireyiz, okullarda öğretmeniz, tarlalarda mevsimlik işçileriz. Siz bizleri güvenceli çalışma hayatının dışına itmeye çalıştıkça, biz iş hayatında da dayanışmamızı büyütüyoruz. Sigortasız işlerde, gece vardiyalarında, kayıt dışı emek alanlarında birbirimize tutunuyor, yok sayıldığımız her yerde birbirimize alan açıyoruz. Herkes için onurlu, güvenceli, şiddetsiz bir çalışma hayatı talep ediyoruz. Ve bu talebi sokaktan ofise, fabrikadan bara, kampüsten şantiyeye her yerde büyütmeye devam ediyoruz.

Kapitalizmin çöküşü, krizleri, hayatlarımızı dört yandan kuşatırken, yoksulluk kader, güvencesizlik norm halinde önümüze sunulurken bizler barınma ve sağlıklı koşullarda geçinebilme haklarımızın da yok sayıldığının farkındayız. Barınmak için, beslenmek için, dinlenebilmek için mücadele ediyoruz.

Yaşadığımız mahalleler bizler için yaşanmaz hale getirilirken, kentsel dönüşüme ve soylulaştırma projeleriyle evlerimizden, parklarımızdan, kentlerimizden sürülmeye çalışılırken hafızamızı ve dayanışmamızı da yok etmek istediklerini biliyoruz.

İşte sokaktayız: Koca bir yıkımın arasında biz lubunyalar yaşamı yeniden kurmak için buradayız, direniyoruz.

Mahallemizi, sokağımızı, parklarımızı, birlikte yaşadığımız hayvanları, kent hakkımızı sahipleniyoruz. 1 Mayıs’tan 8 Mart’a, Onur Haftası’ndan feminist gece yürüyüşlerine, meydanlara sığmayan kalabalıklarla direniyoruz. Çünkü bu şehir bizim ve biz bu yaşamı kimseye teslim etmiyoruz. Kırılanı onarıyor, yıkılanı dönüştürüyor, birbirimizin yükünü omuzlayarak hayatta kalma değil, birlikte yaşama yolları örüyoruz. Bu düzenin bizden çaldığı ne varsa, onu dayanışmayla geri alıyor; birbirimize yaslanarak, birbirimizi büyüterek geleceği yeniden kuruyoruz. Her yara bir direniş izi, her sürgün yeni bir dayanışma hattı oluyor. Bu karanlıkta birbirimize ışık oluyoruz. Bu ülkede ve dünyanın dört bir yanında, mülteci ve göçmen LGBTİ+’lar çok katmanlı bir ayrımcılıkla hayatta kalmaya çalışıyor. Sınırda, kampta, sokakta, iş yerinde, kurum kapısında hem ırkçılığa hem de transfobiye, homofobiye maruz kalıyorlar. Kimlik belgeleri yok sayılıyor, sağlık hizmetlerine erişimleri engelleniyor, şiddet karşısında korunmuyorlar. Ama tüm bu örgütlü ayrımcılığa rağmen, göçmen lubunyaların da en az bizim kadar bu mücadelenin öznesi olduğunu biliyoruz. Hayatta kalma stratejilerimiz, dillerimiz, yollarımız farklı olabilir ama bu mücadele hepimizin. Hep birlikte, sınır tanımayan bir dayanışmayla özgürlüğü savunuyoruz. Ve biliyoruz: Lubunya özgür değilse, hiçbirimiz özgür değiliz.

Bu sene aramızdan ayrılan Helin’i de buradan anıyoruz. Yaşamına son veren Helin’in ardından kalan yasımız, aynı zamanda bir öfke. Çünkü Helin’i bu dünyadan koparan, yalnızca bireysel bir karar değil; lubunyaları çaresizliğe, umutsuzluğa, görünmezliğe iten sistem ile Hande Buse Şeker’i öldüren polisin sırtını yasladığı sistem, bu Çürümüş düzenin ta kendisi. Bu sistemle barışmayacağız. Arkadaşlarımızın gidişi bize her seferinde hatırlatıyor: Bu düzen bizden yaşamı çalıyor. Ama biz susmayacağız. Yasımızı mücadeleye dönüştüreceğiz. Buradan bir kere daha hayatını kaybeden arkadaşlarımız Hande Kader, Zirve Soylu, Okyanus Efe, Eylül Cansın, Didem Akay’ı, Palmiye Deniz’, Dilan Guliyev’i ve hayatını kaybeden nice dostlarımızı özlemle anıyoruz.

Mücadele arkadaşlarımızın yası kalbimizde, onurlu bir yaşam için çalıştığımız hiç bir işten utanmıyoruz, bedenimizle, zihnimizle üretmeye devam ediyoruz, yaşamda ısrar ediyoruz. Bir kestikleri yerden bin doğarak, dayanışarak çoğalıyoruz. Utanç yer değiştirdi, korku da yer değiştirecek.

Barış konuşulurken, ismi anılmayan, her gün düşmanlaştırılanlarız.. Htş milislerine karşı Suriye’de direnen lubunyalardan İsrail işgali altındaki Filistin’deki lubunyalara ….

Tüm ülkenin toplumsal barış konuştuğu bu zamanlarda, biz lubunyalar da bu sürecin öznesiyiz. Barış mücadelesinin yalnızca silahların susmasıyla değil; eşitlik, adalet ve yaşam hakkının amasız, fakatsız savunulmasıyla mümkün olduğunu biliyoruz. Bizleri ırkçı nefret politikalarıyla birbirimize düşman edemeyecekler. Çünkü biz sadece LGBTİ+’ların yaşam hakkını değil, ırkçılığa, ayrımcılığa, şiddete maruz bırakılan herkesin yaşam hakkını savunuyoruz. Barış talebimiz nettir: bu topraklarda barış, ancak herkes için onurlu bir yaşamla mümkündür.

“Barış mücadelesine ömrünü adayan sevgili Sırrı Süreyya’yı buradan sevgi özlemle anıyoruz”

Beden bizimdir. Ne devletin ne ailenin ne de toplumun denetimine, müdahalesine açık bir alan değil; bizim irademiz, bizim özneligimizdir. Rıza olmadan hiçbir temas meşru değildir. Bize biçilen rollerin, kalıpların, normların ötesinde, kendi bedenimizi tanımlama, yaşama ve ifade etme hakkımızdan vazgeçmiyoruz. Eşitliği yalnızca yasalarda değil, sokakta, evde, okulda, hastanede, ilişkilerde talep ediyoruz. Çünkü eşitlik, sadece haklara erişim değil; aynı zamanda hayatlarımızın, bedenlerimizin ve arzularımızın saygıyla tanınmasıdır. Biz bu eşitliği söke söke alacağız.

Bu mücadele yalnızca sloganlardan ibaret değil; birbirimize tuttuğumuz ışıkla, yok sayılan emeğimizle, gündelik hayatta kurduğumuz dayanışmayla örülüyor. Lubunyalar olarak bakım emeğini omuzluyoruz-yaralarımızı birbirimize sararak sarıyoruz, kriz anlarında birbirimizi ayakta tutuyoruz. Devletin yok saydığı, sistemin dışına ittiği her yerde biz varız: hastane kapısında, mahkeme salonunda, cezaevi önünde, mutfakta, sokakta, sokakta. Yaşamı sürdürülebilir kılan bu görünmeyen emek bizim. Ve bu emeği

birbirimize, kendimize, kolektif geleceğimize adiyoruz.

Aile yılınıza karşı onur yılımızda tüm lubunyaları kendileriyle onur duymaya çağırıyoruz.”

Exit mobile version