Sözü hiç dallandırıp budaklandırmadan konuya girelim. Bu defa değineceğimiz kitap, “inatçı bir Yetmişsekizli” olan Hasan Erkul’un (1956), Mayıs 2024’te Sancı yayınlarından çıkan “Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi” adlı yapıtı.
Önce Erkul kim, daha doğrusu şair Hasan Erkul kim; kısaca tanıtmaya çalışalım.
Şair Hasan Erkul, daha önce sekiz şiir kitabı yayımlanmış bir isim. Konumuz bağlamında bizim onunla ilgili ilk söyleyeceğimiz bu olabilir.
Erkul’un ilk kitabı 2000’de “Panta Rei” adıyla okurla buluşmuş. Onu bir yıl sonra yayımlanan “Hikmeti Mavi” izlemiş. Ondan sonra yayımlanan kitabı “45’lik” 2002’de çıkmış; ardından, bir yıl sonra “Meydan Düşü”. Şairin “Kehribar” adlı beşinci kitabının yayın tarihi 2004. Bundan sonra şairin beş yıl kitap yayımlamaya ara verdiği görülüyor. Altıncı kitabı “Yeryüzüdür Göğün İçi” adıyla 2009’da çıkan şairin, iki yıl sonra “Yüzümüzde Saklı Şiirler” adlı yapıtı okurla buluşmuş. Üç yıl aradan sonraysa sekizinci kitabı “Gül İsyanı” yayımlanmış. Şair son olarak, on yıl aradan sonra da diyebiliriz, yeni kitabı “Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi”yle okuruylayeniden buluşuyor.
Otuz üçlük tespihler gibi otuz üç şiirin yer aldığı “Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi”, hayli hacimli bir kitap; 174 sayfa ve tek bölümden oluşuyor. Otuz üçlük tespih teşbihimizin anlık bir çağrışımla, dilimize gelen rastlantısal bir ifade olmadığını belirtelim.
YETMİŞSEKİZLİ İNAT, ÇABA VE EMEK
Şiirlerdeki emek, sabır ve inanç unsurlarına dikkat çekmek için bu ifadeyi kullandık. Emek, sabır ve inanç; bunlar Hasan Erkul’un şiirlerinin kurucu dinamikleri ve önemli bileşenleri. Bunu kitaptaki şiirlerini kaynak alarak söylüyoruz elbette. Bunlar aynı zamanda, onun şiirine değer katan ve özellik kazandıran dinamikler.
Emek, sabır, inanç, umut gibi dinamiklerin Erkul’un şiirinde etkili olması ve önemli rol üstlenmesi, öyle anlaşılıyor ki onun “Yetmişsekizli” kimliğiyle yakından ilgili. Şöyle de söylenebilir: Hasan Erkul’un şiire olan ilgisi, tutkusu, inadı, ısrarı “Yetmişsekizlilik” zemininin ve bilincinin üstünde duruyor. Bunu vurgulamamızdaki amaç, yakın tarihin “Yetmişsekizli” olarak bilinen kuşağına ait özelliklerin Erkul’un şiirine duygusal, düşünsel, farkındalık, duyarlılık yönünden olduğu kadar dil, biçim, biçem, konu, tema yönünden de yansımış olması. Hasan Erkul’un şiirleri, başka hiçbir veriye sahip olmasak bile onun bize “Yetmişsekizli” olduğunu güçlü bir biçimde duyumsatıyor. Şair bunu amaçlamış olabilir mi? Şiirlerine dayanarak yaptığımız çıkarımla söyleyelim: Mümkün. Erkul şiir yazarken “Yetmişsekizli” kimliğini, bir benzetmeyle söylersek, adeta ayna gibi önüne koymuş.
Söz her zaman alıp başını gitmeye meyilli. Araya girip bir şiir paylaşalım. “Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi”nin ilk şiirinden bir bölüm okuyarak devam edelim:
elektrik idaresinde çalışan dedemin çavuşluğundan
baki kaldı bana istanbul sokakları.
yangına ve betona yenilmezden önceki mırmırlanışlarıyla,
o ahşap evler, çocukluğumun cebinde saklı.
mandallı pencereleri,
gıcırdayan merdivenleri,
ermeni ya da istanbul kafesleriyle o cumbalar,
gurbetçiyi yürüyüşünden,
komşuluğu kuzusundan tanıyor hâlâ.
terliklerle sürüklenen daracık sokaklar,
çeşme başlarını unutmamış.
yosuna yaslanmış duvarlarıyla o kâgirlik,
o meydancıklar,
sükûtu saklayan sarnıçlarda duruyorlar.
perdesiz yürekleri, kederli sofaları,
ve eteğinde bahçeleriyle o hayat,
ana dilleriyle sevişen mahalleymiş.
GÖZLERİMİZ DÜRBÜN
“Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi”, gözlerimiz dürbün. Cümlenin ikinci bölümü, yani “gözlerimiz dürbün” ifadesi bize ait. Küçük bir müdahalede bulunarak “Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi” deyişinin ufku yakına getiren anlamıyla ilgili bir parantez açalım istedik.
“Kirpiklerimiz ufuk çizgisi” metaforunun çağrışımlarıyla gelen ufkun yakınlaşması anlamı, değişik biçimlerde yorumlanmaya müsait. “Bakışsızlık” da onlardan biri. Bakışsızlık yani bir tür görmeme, görememe durumu, körlük. Kitabın adından çıkarılan anlam, şair bakış açılarındaki ufuk çizgisinin kirpiklere kadar geldiğine, böylece bir tür şaşı bakış durumu oluştuğuna dikkat çekmek isteniyor diye de yorumlanabilir. Bu yorumdan yola çıkarak biz de okur sıfatımızla; o ufuk çizgisini, “bu kadar yakında” olmasına gönlümüz razı gelmediği için, küçük bir müdahaleyle, “gözlerimiz dürbün” deyişiyle uzağa çekerek karşılık verelim istedik. Yani kısaca söylersek; şiir okurken hep olduğu gibi, kışkırtılmış çağrışım atlarımız dört nala koşmaya başladı.
Bizim müdahalemiz için interaktif, katılımcı bir okuma tarzı denilebilir. Şiir için aslında tercih edilmesinden yana olduğumuz bir okuma yöntemi bu. Yapıtla okur arasında oluşan bir ortaklık: Yani şiirin okurun katılımına açık olmasıyla ve okurun da bu imkânı değerlendirmesiyle sağlanan bir paydaşlık.
Hasan Erkul’un şiirlerinde biçimsel özellikler ve söylemin genel itibarıyla buna uygun olduğu söylenebilir. Ancak şiirin dili, özellikle şairin sözcük dağarcığı başlangıçta, bir “ıssızlık” izlenimi veriyor. İlk şiirlerde, şairin jargonunu aşmak için müşterek dilin coğrafyasında umuma kapalı alanda, ayrı bir okuma girişimine çağırılıyormuşuz gibi bir kanı oluşuyor.
Okuma elbette çaba gerektiren bir eylemdir. Şairin okurundan çaba göstermesini, emek harcamasını bilhassa beklemesini de anlamak mümkün. Ancak şiirin dili, eğer şiirin yapısal özellikleri bunu gerektirmiyorsa okuruna kapalı olmamalı. Şiir yapısal açıdan bu özellikte kurulmuş olabilir. Ece Ayhan’ın şiiri öyledir. Ancak unutmamak gerekir ki Ece Ayhan’ın bütün bir şiir dili için geçerlidir bu biçimsel tutum. Kısaca, Ece Ayhan, başka türlü yazamadığı, yazamayacağı için öyle, o dille yazmıştır. Ya da dili öyle kullanmıştır. Aslında o da kapalı bir dil değildir.
Kitaptan bir şiir daha okuyarak devam edelim. Alıntımız, “Gözleri Kocaman” başlıklı şiirden. Kısa bir bölüm aktaracağımız şiir 2013’te Gezi direnişi sürecinde, ekmek almak için fırına giderken polisin gaz fişeğiyle başından vurulan Berkin Elvan için yazılmış:
berkin elvan, sözcüksüz kelam;
berkin elvan, yaşamaya yemin içmiş;
berkin elvan, zamana sığmayan.
gezi’ydi, şenlikti, devrim gibiydi.
halaydı, horondu, bahar yeliydi.
alnında munzur masumiyeti, kucağında kızılırmak;
berkin elvan, yaşam ağacında nazar boncuğu.
ŞİİRSEL ANLATI
Hasan Erkul’un okur için zorlayıcı olabilecek, iletişimde çıkmaza saptıracak türden kitabın başındaki şiirlerde görülen jargon dağarcığından sözcük, deyim, deyiş aktarımından çabuk vazgeçtiğini söyleyelim.
Dilin kilitlenmesine, yani şiirle okur arasındaki iletişimin kopmasına yol açma ihtimali yüksek, örneğin “iskele mektep” gibi jargon dağarcığından deyişlerin kullanımı, kitabın tamamına yayılmış değil. Öte yandan şu da sorulabilir: Şiirde argodan, jargon dağarcıklarından alınan, aktarılan deyimler, deyişler okur için hem tarihsel, hem mekânsal bir yolculuk daveti olarak düşünebilir mi? Kılavuzluğunu dilin yaptığı bir yolculuğu, şiir okuru olarak, elbette hayal etmesi bile heyecanlandırıcı. Argo dilinden, jargon dağarcığından aktarılan, alıntılanan deyişler, deyimler için şiirde bir tür üvey imge tanımı da yapılabilir.
“Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi”nin bir başka belirgin özelliği de şairin anlatıcılığı. Öyle ki Erkul, şiirlerinin sınırlarını, anlatısal yönü ağır basan bir metin olarak tanımlanabilecek biçimde geniş tutmuş.
Hasan Erkul’un şiirleri anlatımcı, ama öykücü değil. Erkul hikâye ediyor, ama söylev vermiyor. Bunda da payın büyüğü, onun hem zamanı, hem mekânı hem de dili kullanış biçiminde. Aktaracağımız betik şairin babası için yazdığı “Kentin Yalancı Adları” başlıklı şiirinden:
istanbul, pencerede alın izi ve şişede mehtap.
istanbul, cumbada oturan kedi ve geceye mektup.
istanbul, dalda kumru ve şiir yolcusu.
zamansız kayboluşları öven yazılmamış cüz,
yıldızyada yarı uykulu, denizde yarı ayık…
paslı çıpayı sökmeye ve demirlemeye,
salyangoz salgısı biriktirmek gerek!
ŞAİRİN TASASI
Kitabın anlatısal yönünün ön plana çıktığını, belirttik. Peki ne anlatıyor Hasan Erkul kitabında, şiirlerinde… Şairin otuz üç şiirle dile getirmek, okuruyla paylaşmak istediği tasası nedir acaba?
Erkul hem kendini anlatıyor, hem İstanbul’u anlatıyor. Hem hayattan, hayatından kesitler sunuyor, hem çocukluğuna dönüyor, hem tarihe. Döne döne anlatıyor. Yana yana anlatıyor da diyebiliriz… Tasası; bildiklerinin, yaşadıklarının, tanıklık ettiklerinin, deneyimlediklerinin bilinmesi, dinlenmesi, kayıt altına alınması diyebiliriz. Anlatma arzusunun önemli dinamikleri arasında ön plana çıkan bunlar oluyor.
Hasan Erkul, uzun uzun anlatıyor; neşeli neşeli anlatıyor. En kayda değer yanı da burası. Anlatımındaki yaslı, kaygılı, kederli sesindeki neşeli ton hep baki kalıyor denilebilir. O nedenle de kasmadan, sıkmadan, kısmadan, küsmeden anlatıyor. “Lal ve Kül” başlıklı şiirden iki dize aktaralım:
“ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin”lik aşkımız,
gümüşsuyu yokuşu’ndan taksim’e çıkıyor hâlâ…
KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON İSTANBUL
Geçmişle ilgili anlatımlar aslında risklidir. Birçok handikap içerir. Anlatıda nostalji kaynaklı duygulanımların, duygu boşalmalarının dozunu kaçırmamak gerekir. Anılar da her zaman istismara açıktır. Geçmiş özlemine yenilip ezilmeyen bir anlatım tarzı kurulabildiğinde yaşananın, tanıklığın anlatımı hedefini bulabilir.
Hasan Erkul, anlatısının önemli bir kısmında İstanbul’a “bakıyor”. Onun baktığı İstanbul’u, siyah beyaz bir zamanda asılı kalmış, taş döşemeli sokakları, cumbalı evleriyle, kendi argosu, jargonu olan semtleriyle köprüden önceki son İstanbul olarak tanımlamak mümkün diye düşünüyoruz. Kitapla ilgili de köprüden önceki şiirler tanımlaması yapılabilir.
Modern Türkçe şiirde İstanbul’a bakan şair çoktur. Aralarındaki fark, şehre hangi açıdan ve şehrin neresine baktıkları noktasında oluşur. İstanbul’a Yahya Kemal örneğin tepeden, Orhan Veli Rumelihisarı’ndan, İlhan Berk sokaklardan bakmıştır. Şair “İstanbul Kitabı”nda, “Pera”da ve “Galata”da bunun en güzel örneklerini vermiştir. Modern Türkçe şiirin belki de ilk İstanbullu şairi diyebileceğimiz Edip Cansever’de İstanbul, daha çok Beyoğlu’dur. Şairin, Beyoğlu’nu Ruhi Bey olarak kişileştirdiği de düşünülebilir.
Hasan Erkul, İstanbul’a İlhan Berk’in, Edip Cansever’in baktığı açıya yakın bir açıdan bakıyor. Ama mesafe olarak onlardan daha kısa bir mesafeden baktığı söylenebilir. Şöyle ki İlhan Berk de, Edip Cansever de İstanbul’u izler, hatta seyrederler; izlediklerini seyrettiklerini şiirlerinde çözerler, çözümlerler, yorumlarlar ve yeniden kurarlar. Erkul’da durum farklı. Her şeyden önce o bir izleyici değil, bulunduğu mekânın, zamanın, uzamın faili olarak konuşuyor.
Erkul’un şiirlerine yansıyan şehirle ilişkisinde ve bakışında Walter Benjamin’in “flâneur”üyle de bir benzerlik kurulabilir.
Şiir biraz da umumi, müşterek dilin dipdilidir, oradan doğar. Hasan Erkul’un kalemini İstanbul’un tarihi semtlerinde, sokaklarında, Haliç’te, Boğaz’ın Marmara’ya indiği sahillerde, oralarda akan hayata, o hayattan kesitlerin kaydı için dilin dipdillerine daldırıp kolektif dilin dağarcığına yeni sözcükler sunmasını göz ardı etmemek gerekir.
Yazıyı bitirirken köprüden önceki İstanbul derken ne kast ettiğimize de kısaca değinelim. İstanbul’un cumhuriyet sonrasındaki köklü değişiminin ellili yıllardan itibaren gerçekleşen kırdan kente göçle başladığı biliniyor. Ancak şehrin asıl büyük değişiminin Boğaz köprüsünün yapılması ve açılmasından sonra yaşandığı söylenebilir. İstanbul’un “siyah beyaz”dan “renkli”ye geçişinin, tarihsel büyük şehir kimliğinin metropole dönüşmesinin başlaması da bu döneme rastlar.
ZAMANA ASILI
Bir “Yetmişsekizli”nin anlatımıyla köprüden önceki son İstanbul’a, zamana asılı kalmış o siyah beyaz İstanbul’dan, İstanbul’un Fahriye abla semtlerinden başlayıp bugüne ve bugünden geçmişe doğru bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz?
Hazırsanız yanınıza, Hasan Erkul’un “Kirpiklerimiz Ufuk Çizgisi”ni de alabilirsiniz.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***