BASRİ DOĞAN | HABER İNCELEME
Son dönemde yaşanan gelişmeler, ‘özgürlükler ülkesi olarak bilinen Hollanda’nın değişim sancıları yaşayıp yaşamadığı sorusunu gündeme getiriyor. Almanya’da bakanların istifaları ve Başbakan Olaf Scholz’un Şubat ayında erken seçime gitme kararı, Hollanda’yı da yakından etkiledi. Zira Almanya’daki politik, ekonomik ve sosyal gelişmeler her zaman Hollanda tarafından dikkatle incelenir ve çoğu zaman örnek alınır.
Almanya’daki istifa dalgasının ardından Hollanda’da da iki bakanın istifası bu paralellikleri güçlendirdi ve yeni soruları beraberinde getirdi. Özellikle geçtiğimiz hafta Hollanda’da yaşanan olaylar, toplumda geniş yankı uyandırdı.
Vergi ve Gümrüklerden Sorumlu Devlet Sekreteri Nora Achahbar, Ajax ile Maccabi Tel Aviv arasında oynanan futbol maçının ardından Amsterdam’da yaşanan antisemitik saldırılara hükümetin yetersiz tepkisi ve bazı bakanların kullandığı “ırkçı ifadeler” nedeniyle istifa etti.
Achahbar’ın istifası hükümet içinde rahatsızlık yaratsa da, kriz toplantılarında diğer NSC üyelerinin görevine devam etmesi kararlaştırıldı. Ancak bu durum, hükümetin gelecekteki istikrarını sorgulayan tartışmaları beraberinde getirdi.
Nora Achahbar
Achahbar’ın istifasına yol açan süreç, Hollanda’daki kutuplaşma ve yükselen siyasi tansiyonun bir yansımasıydı. Fas kökenli bir siyasetçi üzerinden başlatılan bu kriz, PVV lideri Geert Wilders ve aşırı sağ destekçilerinin iktidar iddiasını güçlendirme çabalarının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Ancak unutulan bir gerçek var; Hollanda’daki liderlik boşluğu ve ülkenin küresel ticaretteki hassas konumu.
Wilders neden başbakan olamadı?
Wilders’ın PVV’si seçimlerde birinci parti olsa da, ülkenin önde gelen kurumları ve koalisyon ortakları, onun başbakanlık görevine gelmesinin Hollanda’nın uluslararası imajına ve ekonomisine zarar vereceği endişesiyle bu ihtimali engelledi. Bunun yerine, dört partili koalisyon Dick Schoof’u dışarıdan başbakan olarak seçti. Schoof’un liderliği, Hollanda sistemini iyi bilen bir teknokrat olarak geniş bir destek aldı.
Geert Wilders
Özgürlük Partisi (PVV), Liberal Parti (VVD), Yeni Sosyal Sözleşme Partisi (NSC) ve Çiftçi Vatandaş Hareketi Partisi (BBB) arasında kurulan koalisyon, “Umut, cesaret ve gurur” sloganıyla göreve başlamıştı. Ancak Achahbar’ın istifasıyla başlayan kriz, bu koalisyonun dayanıklılığını sorgulattı.
Irkçılık tartışmaları
Kabine toplantısında “kutmarokkanen” (lanet Faslılar) ve “halalvreters” (helal yiyiciler) gibi ifadelerin kullanıldığı iddiaları, Başbakan Schoof’un kriz toplantısında bu iddialara yanıt vermemesiyle daha da tartışmalı hale geldi. Muhalefet, bu söylemleri sert bir şekilde eleştirerek konunun Meclis’te açıklığa kavuşturulmasını talep etti.
PvdA/GL lideri Frans Timmermans, Achahbar’ın istifasını “doğru bir duruş” olarak değerlendirirken, D66 lideri Rob Jetten, Hollanda yönetiminde bu tür söylemlerin kabul edilemez olduğunu vurguladı.
Hollanda nereye gidiyor?
Hollanda, tarihsel olarak tolerans ve diyalogun öne çıktığı bir ülke. Ancak son gelişmeler, yerli halk arasında bile ciddi eleştirilere yol açtı. Liberal Parti (VVD) ve Çiftçi Partisi (BBB) gibi partilerin ırkçılıkla ilişkilendirilmesi, Pieter Omtzigt liderliğindeki NSC’nin ise taban desteğini yitirdiği iddiaları gündeme geldi.
Nora Achahbar’ın şu sözleri, Hollanda’nın yaşadığı dönüşümün özeti gibi: “Son dönemde yaşanan kutuplaşma ve düşmanlık ortamı, görevimi etkili bir şekilde yerine getirmemi imkânsız hale getirdi. İnsanlar arasındaki bağların zayıflaması, birbirimizi düşman olarak görmemize yol açıyor. Hollanda’nın insani değerlere, sevgiye ve bağlılığa ihtiyacı var.”
Bu açıklamalar, Hollanda’daki siyasi ve toplumsal gerilimlerin merkezinde yer alan sorunlara ışık tutuyor. Gelecek bu kutuplaşmayı azaltacak mı, yoksa daha da derinleştirecek mi? Bu sorunun yanıtını hep birlikte göreceğiz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***