Şiire ilişkin tanımlar arasına biz de bir tanım bırakacak olsak şöyle diyebilirdik: Şiir bir formdur; mutat yaşam tarzına itirazdır, başkaldırıdır. Kalıplaşmış, akışkanlığını kaybetmiş, statükocu dili bozar, reddeder, boşluk yaratır.
Ahmet Oktay da örneğin şiiri bir başka açıdan şu sözlerle formüle eder: “Şiiri bir biçim sanatı olarak tasarlamak ya da tanımlamak, onu bir içerik sanatı olarak da tanımlamaktır. Biçimi olmayan hiçbir öz ve vice versa; özü olmayan biçim yoktur. Sadece ilişkiler ve karşıtlıklar vardır şiirde. ‘Evet’le hayır arasında diyalektik bir gidiş geliş, Şiir budur.”
Bir şiir düşünürü de olan Cemal Süreya’nın şiirle ilgili birçok tanımı vardır. Örneğin bir yazısında şiiri “hayatın güncelliği, hayatın gazetesi” olarak tanımlar. İlhan Berk de şiir üzerine denemelerini içeren “Poetika” adlı kitabında şiire ilişkin görüşünü şöyle dile getirir: “Dil, anlamın olmadığı yerde de işlevini sürdürür. Şiirde bu daha belirgindir. Özneyi dışlar, başına buyruk sürdürür edimini. Susabilir, susmayı yeğleyebilir.”
Şiire ilişkin tanımlarla başladık, ama şiirin tanımlanamaz olduğu iddiasını da yabana atmamak gerektiğini düşünüyoruz. Şunu da ekleyelim: Şiire ilişkin tanımların doğruluğu ya da yanlışlığı çok önemli değil aslında. Şiir yanlış da tanımlanabilir. Tıpkı yanlış yorumlanabileceği gibi. Çünkü yanlış tanım da, yanlış yorum da şiire dahildir. Kaldı ki şiirin doğası da, tarihi de şiirin doğru tanımları aşarak şiir olduğunu gösteriyor.
BU ŞİİR BİZE NE DİYOR
Bir soruyla devam edelim. Acaba şiire dair tanımlar konusundaki tutumu şiir okurken de sürdürmek mümkün olabilir mi? Yani şiir, şiire örneğin şöyle sorular sorularak okunabilir mi: Metin olarak bu şiir ne diyor; bu şiir bize ne diyor; niye bunu diyor; demek istediğini nasıl diyor; şair neden böyle demiş de başka türlü dememiş…
Kısaca söylersek; okuduğumuz şiiri, şiir beğenimizi pekiştirip pekiştirmediğine, şiir zevkimizi tahkim edip etmediğine göre değerlendirip yargılamadan anlamaya çalışmak mümkün olamaz mı?
Şiir olarak sunulmuş metnin, şiir olarak sunulmasının yaslandığı özellikler nedir? Hangi gerekçelerle, yazarı metnini şiir olarak adlandırıyor? Yani bir metin şiir olduğu iddiası nasıl bir şiir vaat ediyor. Vaadini şiir olmak açısından ne kadar gerçekleştirebiliyor. Bu ve bunun gibi soruların karşılığını aramak… Düşüncemiz o ki okumada öncelik olacaksa bu amaçlar hedef olmalı. O zaman şiir çok daha fazlasıyla kazançlı çıkacaktır.
Şiir estetik bakımdan, dilin kullanımı sırasında oluşan düşünce figürleri ve söz sanatlarına dayanır. Düşünce figürleri kelimelerin, anlam olarak değişime uğratılması ve alışıldık anlamın dışında başka bir anlam kazanmasını sağlar. Örneğin metonim, metafor, sinekdoş (parça üzerinden bütünü ya da bütün üzerinden parçayı ifade etmek), kişileştirme (intak, teşhis) vb. düşünce figürlerini oluşturur. Bu terimler şiirde anlamla ya da retorikle ilgilidir. Düşünce figürlerinin yanı sıra şiirde bir de formla, biçimle oluşan söz sanatları yer alır. Şiirde söz sanatları anlamdan çok sentaks, kelime yapısı veya ses açısından etkili olur. Söz sanatları şiirde daha çok bu öğelerle gerçekleştirilen oyunları kapsar; örneğin uyak, apostrof, asonans, aliterasyon; Yunanca çaprazlama anlamına gelen, benzer ama aynı olmayan anlamlara sahip kelimeleri veya ifadeleri dengeleyen kiyazma, bunlara spoonerizm tarzı dil sürçmeleri de eklenebilir. Kiyazma ve spoonerism için örnek verelim. “Boş günün hoş akşamı”nı kiyazma için örnek gösterebiliriz. Doksanlı yıllarda yayımlanan şiir dergisi “Sombahar”ın adı da spoonerism olarak adlandırılan dil sürçmesi için örnek gösterilebilir.
ŞİİRİN VAZGEÇİLMEZLİĞİ
Şiirin okunmasıyla ilgili problemlerle galiba daha fazla ilgilenmek gerekiyor. Neden şiir az okunuyor sorusunun karşılığını, örneğin güncel şiirdeki gelişmelerden çok, toplumdaki şiir bilgisinin yeterli olup olmamasında ve okuma alışkanlıklarında aramak daha isabetli olabilir. Şiirin okunması yaygınlaşmıyorsa etkenlerden biri de güncellenmeyen şiir bilgisi olamaz mı? Pekâlâ denilebilir ki şiirin aslında en önemli sorunu okuma yöntemiyle ilgili. Okumayla ilgili mesele hallolsa şiirin sorunu büyük ölçüde çözülmüş olur mu? Denemeye değer. Çünkü şiirin, modern şiirin, güncel çağdaş şiirin, modern Türkçe şiirin nasıl okunacağının bilindiğini söylemek çok da mümkün değil.
ŞİİR BURADA OKUR NEREDE
Şiiri önyargısız okumak gerekir. Bu cümle birkaç kez tekrarlansa yeridir. Şiirler önyargılı mı okunuyor diye sorulacaktır. Büyük ölçüde öyle. Bir zamanlar, nasılsa oluşmuş şiir beğenisinin olduğu gibi kalması, kalıplaşması ve değişik şiirlerin de hep o beğeniyle okunmasının varacağı sonuç kaçınılmaz biçimde önyargılı olacaktır. Oysa şiir durduğu yerde durmaz, değişir; buna koşut olarak şiir algısının, beğenisinin de yenilenmesi gerekir. Hatta şiir okumak için bu değişim zorunludur bile diyebiliriz. Bir zamanlar Ahmed Arif’i çok sevenlerin şiirdeki değişime, dönüşüme ayak uydurmadıkları takdirde Ahmed Arif’in şiirleri gibi şiirler arayacağı, bulamadıklarında ise başka türlü şiire sağır olacakları aşikârdır. “Yeni şiirler için yeni kulaklar gerekir” sözünü anımsayalım. Yeni kulaklar, okurun kulağını yenilemesiyle olabilir.
Şiir, dili yeniler. Ama dil, şiiri yeniler mi; galiba o kadar değil. Şunu da ekleyelim: Yenilenen dilin dışında kalmamak aslında yaşamın dışında kalmamaktır. Biraz da bu nedenle; bu da şiir mi, bu nasıl şiir, böyle şiir olur mu ve benzeri soruları sorduran yapıtlara, şiirin yeniliğini yansıtıyor olabilecekleri ihtimalini göz önünde bulundurarak yaklaşmak gerekir. Bu yaklaşım tarzının şiirdeki yeni eğilimleri ve birtakım gelişmeleri ıskalamamak açısından da önemli olacağını söyleyebiliriz. Şunu da ekleyelim, aslında her zaman olduğu gibi bugün de, bu da şiir mi dedirten yapıtlara ihtiyacımız var.
ŞİİRLE YENİLENEN DİL
Şiirde sözcük seçimi önemini kaybetmeye doksanlı yıllarda başlamıştı, ama ikibinli yıllarda yaygınlaşarak galibe iyice yerleşti. Günümüzde yazılan şiirlerde neredeyse her sözcüğe yer veriliyor. Örneğin teknolojik terimler ve söz öbekleri, onların oluşturduğu imgeler, daha önceki kuşakların şiirinde, günümüzde olduğu kadar ne yaygın ne de işlek olarak kullanılmış değil. Orhan Veli’nin şiirinde “nasır”, Metin Eloğlu’nun şiirinde “düdüklü tencere” yer aldı diye deyim yerindeyse o vakitler, kıyamet kopuyor. Örneğin modern Türkçe şiirin en çok okunan şairlerinden biri olan Edip Cansever’in “Güzel Atomların Yaptığı Ayak” başlıklı şiiri de bu yönüyle ilginçtir, ama pek bilinen, okunan bir şiir olduğu söylenemez.
Artık şiirde sözcük seçimini önemseyen “hassasiyetler” yok. Şiirin aynı zamanda seçilmiş sözcüklerle kurulan bir yapı olduğu anlayışı, büyük ölçüde değişmiş durumda. O tutuculuktan büyük ölçüde kurtulduğunu söyleyebiliriz. Şiirdeki değişimi, dönüşümü önemsiyoruz ve destekliyoruz.
Anlamadığımız, algılayamadığımız takdirde metinden önce kendimizi sorgulamayı tercih ediyoruz. Bunu savunuyoruz. Üzüm yemek istiyoruz, bağcıyı dövmek değil.
Şiirde sözcük seçimiyle ilgili şunu da ekleyelim: Şairden, kendine has bir sözlük oluşturması da, bununla ilişkili olarak şiirinin öznel bir sözcük dağarcığının olması da önemlidir. Önceki kuşaklardan kimi şairlerin bazı sözcükleri, söz öbeklerini, bazı söyleyişleri kendilerine, şiirlerine mal etmiş olmalarının yarattığı etki de bunun önemini gösteriyor.
TEKNOLOJİNİN DİLİ
Geçen yaz (Temmuz 2024) Bi’dünya etiketiyle yayımlanan 2000 doğumlu Yasemin Çargıt’ın ilk kitabının adı “Taşınabilir Bulut”. Çargıt’ın kitabının adı, teknolojik gelişmenin dile yansımasını da örneklendiriyor. Ama asıl önemlisi galiba Çargıt’ın şiir dilinde, teknolojik bir terimin lirik bir boyut katılarak yeniden üretilmiş olması. “Taşınabilir Bulut”un ilk şiiri “Stalker”den alıntıladığımız dizelerle devam edelim:
Havalar ısındığında krallar hep Meksika’ya uçar
Suyum biraz ısındığında ben hep Meksika’dan söz ederim
Hayır çöle falan gönderme yapmaya çalışmıyorum
Büyük sahra demiyorum, Atakama diyorum Atakama
Bir gün kelebekleri öldürmenin de cezası olacak
Kitaba yazdığı “Kalemi Bir Zaman Anahtarı Olarak Kullanmak…” başlıklı sunuda Emel İrtem, yılların kazandırdığı şiir deneyiminin bilgisine, görgüsüne dayanarak “zarını attığı” Yasemin Çargıt’ın şiirlerini şöyle değerlendiriyor:
“Geleceğe gidip geçmişi anladığını söyleyerek dönen kişi bize ne ifade eder? Onun, zamandaki bütün kırılmaları tamir etmiş olan bu ‘panoramik zaman’ını biz nasıl algılarız? Yasemin Çargıt şiirini okurken bunları düşünüyorum. Bir kâhinden yahut bir kehanetten bahsetmiyorum. Şairler için bunlar da söylenegelmiş sözlerdir ama demek istediğim, kaleminin ucunu doğru yontmuş bir şairin o kalemi sadece yazmak için değil, aynı zamanda bir zaman anahtarı olarak da hünerle nasıl kullandığı. Kapıları açıyor, bütün sözcükleri içeriye buyur ediyor. Onları dağların doruklarında, okyanusların çukurunda hizalıyor, sonra kahvaltı masasında bir tabak içinde okura sunuyor. Genç şiir bize gelecekten geliyor. Olasılıkları zenginleştiriyor, ruhun atomlarına ulaşıyor. Böylece biz bütünü görüyor, yeniden şekilleniyoruz. Şiir işlevini yerine getiriyor.
Yasemin Çargıt yazacağı her şiiri merakla bekleyeceğim genç bir usta. Sevmediğim sözcükleri onun şiirinde seviyorum. Zihni karıştırıp düzenleyen disiplinini de… Hoş geldin şair kadın. Bize dünyanı anlatmaya devam et, sesi sözü inceliği çoğalt, hayatı sadece hayatta kalmaktan kurtar..”
İrtem’in, metnindeki başka birçok cümlesi gibi “sevmediğim sözcükleri onun şiirinde seviyorum” cümlesi de önemli. Çünkü şiirin, şairin okura kattığı değerlerden biri de budur. Sevmediği ya da uzak durduğu sözcükleri sevdirmesi, bilmediği sözcükleri öğrenmesini sağlaması ve benzeri. Kitaba adını veren “Taşınabilir Bulut’tan bir betik sunalım:
Bağımsız sinemada açık kapı figürü
Ve kapıyı kapat dediğim halde
Aralık bırakıp giden annem
Annem bağımsız olamayacak kadar
İçten halbuki
Annem çoğu zaman
Yaptığı ekmeklerden daha mayalı ve ekşi
Annen çoğu zaman
Hiç alışamadığım tereyağı kadar keskin
Ben yine de anlam bocalayacağım
Her açık kapıya, her kuru ota
Ve uçan sineğe
Kesin demiştir, diyememiştir
Maazallah söylemiştir gibi bir şey
Evinsel boşluklarımda
Açık kapı avlıyorum gibi bir şey
Çargıt’ın kitabındaki şiirler “dikkatinizi benden ayırmayın” mesajı veriyor. Şiirdeki yolculuğuna ve geleceğine yönelik merak uyandırıyor. İlk kitap olmasına karşın “Taşınabilir Bulut” için diyebiliriz ki genç şairlerin genellikle kaçınamadıkları “şiirsel defolar” büyük ölçüde sıfırlanmış. Çargıt’ın ilk kitabının, genç bir şair olarak başlangıç çizgisini ileri bir noktaya taşıyan şiirler içerdiğini de kaydedelim.
Yasemin Çargıt’ın, yönetmen Angelopolos’a belli ki bir hayranlığı var. Bunu da şiirinde ünlü yönetmenin iki filminin adını anarak okurla paylaşıyor. Ancak bazı şiirler Cargıt’ın şair olarak, Angelopolos’un estetik yaklaşımından da etkilendiği izlenimi veriyor. Bu etkileşimin, bilhassa yeni şiirlerine nasıl yansıyacağını ve bundan sonra sürüp sürmeyeceğinin de merak edilmeye değer olduğunu söyleyebiliriz.
“Taşınabilir Bulut” altmış dört sayfa ve on üç şiirden oluşuyor. Kitaptan bir şiir daha aktaralım. Alıntıladığımız betik “Bahr” başlıklı şiirden:
Elleri bir fincanda kapalı
Spiritüel ama o kadar da dinsel değil
Yani bir başörtüyü
Annesi üzülmesin diye takanlar kadar olmasa da
Saçını seviyor, saçını kesiyor
Saçını tarıyor
Saçı onu örüyor hayata bir yasak üstünden
Kuyruklu şeylere inanıyor ve
Bir piyano uzatıyor ötekine
Diye
Devirelim bir nota
Devirelim bir müzik aletini ölesiye
Okunsun diye arz edilen her şiir kitabı gibi “Taşınabilir Bulut” da ben buradayım, okur nerede sorusunu yöneltiyor bizlere…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***