Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

4 duvar arasındaki ‘işkenceyi’ anlattı


ANKARA – Tutuklu olduğu cezaevinin mimarisi ve yaşanan ihlalleri anlatan tutsak Aziz Aktaş, idarecilerin cezaevlerini bir “ülke”, kendilerini ise bu “ülke”nin başkanı olarak gördüklerini söyledi.

 

Hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası nedeniyle Sincan 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 2016 yılından bu yana tutuklu bulunan Aziz Aktaş, avukatları aracılığıyla gönderdiği mektubunda, cezaevlerindeki durum ve yaşanan hak ihlallerini anlattı. Yüksek Güvenlikli, S ve Y tipi cezaevlerinin son yıllarda ülkenin her tarafına “bakteri” gibi çoğalarak yayıldığını belirten Aktaş, “Bu cezaevleri yapısı ve işlevselliği açısından mahkumu son derece ağır bir tecritte tutup izolasyona maruz bırakarak, adeta ölüme davetiye çıkarmaktadır. Sözünü ettiğim bu iddiamın doğrulduğunu kanıtlamak amacıyla şu an bulunduğum Yüksek Güvenlikli Cezaevi Tipi cezaevinin hem mimari yapıdan kaynaklı hem de idari (yöntemsel) işlevselliği açısından yaşadığımız ve maruz kaldığımız sorun ve sıkıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum” diye kaydetti. 

 

CEZAEVİ YAPISI 

 

Aktaş, mimari olarak cezaevinin yapısının tutsakları mutlak tecrit altında tutmak amacıyla inşa edildiğine ve bu yapıların tutsaklar üzerinde sağlık başta olmak üzere psikolojik ve sosyal hususlarda ciddi etkiler bıraktığını aktardı. Aktaş, cezaevi mimarisine dair şunları kaydetti: 

 

“* Neredeyse bütün odalar tekli hücreler statüsünde olup, her mahkum yaşamının tamamını bu tekli hücrelerde geçirmektedir. Diğer cezaevlerinde (F, M, T, L tipi) bir mahkum ağır disiplin ihlalinden dolayı hücre cezası aldığı zaman doktor onayı dahilinde ve yirmi günü aşmayacak (en fazla) bu tip odalarda tutulup, cezası bitince eski yerine götürülür. Fakat biz üstelik doktor onayı bile olmadan yıllardır bu odalarda tutuluyoruz. Yani diğer cezaevlerinde yaşanan en ağır disiplin suçunun cezasını biz burada yıllardır her gün, her saat ve her an çekiyoruz.

 

* Bu tekli odaların büyük kısmı yılın 8-9 ayı hiç güneş görmüyor. Hatta bazıları hiçbir şekilde güneş görmüyor. Yani bu mimari yapı güneş görmemizi bile çok gören bir cezaevinden başka bir şey değildir.

 

* Oda pencerelerinin önüne güvenlik için demir parmaklıklar yetmezmiş gibi onların üzerine de ince sıklıkta bir tel çekilmiş. Bu tel ile oda adeta bir kafes görüntüsünü almıştır. Hatta bazı odalarda telin inceliği o kadar sık ki neredeyse dışarısı görünmüyor. Zaten bu haliyle dışarıya bakmak bile gözü ağrıtıyor. Adeta kafese sıkıştırılmış vahşi hayvan muamelesi yaşanıyor.

 

* Bu tekli odaların kendine özgü bir bahçesi veya havalandırması yok. Her gün havalandırmaya çıkmak için başka bir yere götürülüyoruz. Her modülde farklı farklı davalardan mahkumlar yerleştirildiği için havalandırma diye tabir ettiğimiz bu mekanı sırayla ve ortak kullanıyoruz. Dolayısıyla modül içinde hastalık kapan kişi veya kişiler olursa hepimiz aynı havayı soluduğumuzdan dolayı hastalanıyoruz.” 

 

Aktaş, söz konusu cezaevlerinin kapatılması gerektiğini vurgulayarak, “İnsan olduğumuzu haykırmakla beraber bu mimari yapının sağlık, psikolojik ve sosyallik açısından ciddi sorunlar meydana getirdiğini bunun da ölüme davetiye çıkarmaktan başka hiçbir işe yaramadığını ve sorumluların bu yapıyı acilen kapatmalarını öneriyoruz” diye kaydetti. 

 

‘YETKİLER SOPA OLARAK KULLANILIYOR’ 

 

Aktaş, cezaevi idarelerinin yarattığı sorunlara da işaret ederek, şunları belirtti: “Bilindiği gibi 2020’de çıkan yeni infaz düzenlemesi ile birlikte kurumun yönetimlerinin yetkileri artırılmış ve adeta hesap verilebilirlik ortadan kaldırılmıştır. Bu yetkinin altına sığınan kurum yönetimleri kurumu bir ülke, kendilerini de bu ülkenin başkanı ve başında olduğu İdare ve Gözlem Kurulu’nu da bir yargı sopası olarak son derece keyfi, egoistçe ve ideolojik düşmanca bir yaklaşımla kullanmaktadırlar. Bu cüreti de mevcut iktidar ve sergiledikleri ‘sözde’ güvenlikçi politikalardan almaktadır. Nasıl ki mevcut iktidar anayasayı sözüm ona güvenlikçi politikalar için bir ceza sopası olarak kullanıp tüm kişisel ve toplumsal hak ve özgürlükleri, insan hukukunu tali plana itiyorsa; bu tür kurumlarda da benzeri bir durumu görüyoruz. Tıpkı anayasa gibi infaz kanunun da amacı özce kişinin sağlık, sosyal ve güvenlik ihtiyacını sağlama alıp kişiyi toplumla uyumlu hale getirmektir. Fakat bahsini ettiğim sözde güvenlikçi politika amacın iki önemli sacayağı olan sağlık ve sosyal boyutlarını bastırmaktadır. Her şeyde bir güvenlik gerekçesi aramak olmayan şeyi kanaat yoluyla olmuş ve kesin olacakmış gibi yorumlamak, sağlık ve sosyal boyutu bastırdığı gibi, buna karşı çıkabilecek ya da yasanın kişinin sağlık ve sosyal hakkını koruyan maddeleri savunmakla mükellef infaz birimleri ve genel yargı mensuplarına bir tehdit unsuru oluşturmaktadır.”

 

‘GÜVENLİK ZAAFİYETİNE DAVET ÇIKARTIYOR’

 

Aktaş, mektubunun devamında yaşanan ihlalleri şöyle sıraladı: 

 

“* Biz aynı davaya mensup PKK tutsakları, yıllarca bizimle savaşan FETÖ ve IŞİD gibi yapılar ile toplumun ahlaki yargılarını aşağıya çeken kimi adli çete uyuşturucu gibi baronlarıyla aynı koridora ve modüle yerleştirmişler. Kişisel düşünce, dini yargılarımız, inançsal yaklaşımlarımızı yaşama bakış açımızı nerdeyse her şeyimiz birbirinden farklı olan mahkumları yan yana aynı ortamda bulundurmak, bırakalım güvenliği, infaz sistemlerinin amacına terstir. Hatta güvenlik zafiyetine davetiye çıkarmaktadır.

 

* Sosyal faaliyetlerinden neredeyse hiç yararlanamıyoruz. Üç yıldır bu cezaevindeyiz fakat ne dil, ne kişisel gelişim ne de el becerileri gibi hiçbir kurs faaliyetinden yararlanamıyoruz.

 

* Haftalık 10 kişiyi ve 10 saati olmayacak düzeyde infaz kanunuyla güvence altına alınan sohbet hakkımızdan sadece 6 altı saat ve yalnızca beraber havalandırmaya (günlük 1.5 saat) çıktığımız 6 arkadaşımla çıkıyoruz. Yani yasayı mahkumun yeterince sosyalleşebileceği bir kabul edilebilirlik ölçüsüyle kullanmak yerine bunu en alt seviyeye çekerek uygulamaktadır. Hem yer hem de personel açısından bu kurumda sıkıntı da yok. Yapmak isterlerse her halükarda yapabilirler ama bu talepler güvenlik adı altında keyfi bir şekilde reddedilmektedir.

 

* Havalandırma saatlerimiz 1 buçuk saatlik sınırlı ve günün 22 buçuk saatini maalesef o daracık hücrede geçiriyoruz. Ayrıca havalandırma da küçük olduğu için yeterince spor yapamıyoruz. Bunun yerine tüm modüllerin ön bahçeleri geniş, güneş görüyor ve güvenlik açısından da kameralarla denetlendiğinden hiçbir zaaf yok. Oralar yıllardır boş ve kullanılmıyor. O bahçelere çıkmak demek havalandırma haklarımızla ilgili çoğu sıkıntılarımızın giderilmesi anlamı taşır (saatlerinin süresi de artabilir) güneş görememe sıkıntımız kısmi olsa da çözülür ve spor alanlarımız genişler. Fakat bu bahçeyi de aynı sözde güvenlik gibi gerekçelerle aktifleştirmiyorlar.

 

* Bu kurumda bizleri, bencil-egoist ve kişisel odalarımızla sınırlı kalmamızı sağlamak için yoğun bir çaba sarf ediliyor. Aynı modül dışındaki hiç kimse ile görüştürülme imkanı sağlanmıyor. Sanki başka bir modülden birini görürsek birbirimizi yiyecekmişiz gibi bir algı var. Dava arkadaşı, akraba, dost vb. farklı modüllerde barındırılmış iseler bunların birbirlerini görme imkanlarını tamamen ortadan kaldırıyorlar. Aslında tecridin kendini en çok görünür kıldığı yer bu anlayıştır. Bu kurumda iletişime geçebileceğin, sosyalleşebileceğin sadece sen ve seninle aynı modülde bulunan diğer 5 oda. Bu 6 kişiyle havalandırmaya çıkacak bu 6 kişiyle hobi sohbet atölyelerine gidecek (oda ayda 6 saat), bu 6 kişiyle (şuan yok ama eğer açarlarsa) kurslara gidilecek, spora, revire, kargoya, aile görüşüne, vb. bu kurumda olabilecek her türlü aktiviteye sadece bu 6 kişiyle gidilecek. Diğer cezaevlerinde mahkumlar aynı davadan olması koşuluyla farklı koğuş ve odalarla 10 kişiyi aşmayacak şekilde karma gruplarla spor, atölye, kurs gibi faaliyetlerden beraber faydalanıyorlardı. Fakat burada bırakalım aynı davayı, akraba olsalar dahi aynı modülde olmadıklarından dolayı bunların tesadüfi dahi olsa birbirlerini görme şansları yok. Bizce bu art niyetli yaklaşımlarıyla hem yeterince sosyalleşme hakkımızı gasp ediyorlar, hem de bu yaklaşım uğraş gerektirdiğinden kurumda çalışan personellere ağır yük oluşturduğundan uğraş ve yük oluyor.

 

* Spor sahaları çok kirlidir.

 

* Televizyon kanalları da genellikle iktidarın dalkavukluğuna soyunmuş kanallardan oluşuyor ve bu konuda mahkumların istemlerine başvurulmuyor.

 

* Bizlere hediye yoluyla gelen sırf üzerinde ‘hediyemdir’, ‘armağandır’ gibi kısa notlar var diyerek bize verilmiyor. Gerekçe olarak ise bahsini ettiğim güvenlik mevzusunu öne sürüyorlar. Bunun bir şifre olabilme ihtimali doğurabileceğini ifade ediyorlar.

 

* Bulaşık eldiveni, sıcak su matarası, kulplu bardak gibi sağlık ve hijyen hususunda kullanılabilecek eşyalarımız doktor tarafından raporlanmasına rağmen, amaç dışı kullanılabilir gibi gerekçelerle bizlere verilmiyor.

 

* Takım formaları yasaklandı. Olan da toplanıyor. Diğer uygulamalarda zorlansalar da bir güvenlik gerekçesi ihtimalinin olabileceğinden yola çıkılıyor. Fakat bu formayı ne yaptığımız konusunda kendilerince yarattıkları güvenlik gerekçesi bile az kalıyor. Neye dayanarak bu yapıldı halen kimse bilmiyor. Kanaatimizce Amedspor formaları cezaevlerinde çok fazla talep görmeye başlayınca bunun önü kesilsin diye bir art niyetli uygulama olabilir.

 

* Kurumda keyfi soruşturmalar açılıyor. Yine bu soruşturmalara dönük savunmalarımızı anadilimizde (Kurdî) yapma talebimiz keyfi gerekçelerle reddediliyor.

 

* Hastane sevklerimiz bilmediğimiz nedenlerle sık sık iptal ediliyor. Bunlar ve hemen her teknik konuda kurum idaresinin yaklaşımı sürekli mahkum aleyhine sorunlar meydana getirmektedir. Tüm bu art niyetli ideolojik keyfi yaklaşım reddediyor güvenlik adı altında sorgulanan bu yaklaşımı kınıyoruz.”

 

Aktaş, devamla şunları kaydetti: “Bu tip cezaevlerinden sevk olan mahkumların istatistiğine bakmakta fayda vardır. Bulunduğum cezaevinde eğer ki çeşitli gerekçelerle hastane sevkleri iptal olmaz ise günlük en az 10-15 hasta, haftalık ise 80-90’a varan hastane sevkleri görülecektir. 350-400 kişilik bir kurumda böylesi sayılar ciddi ve vahim boyutlardadır. Bu durum da var olan mimari yapıyı ve keyfi uygulamaların ne denli ölüme davetiye çıkardığının bir göstergesidir. Tüm bunlardan dolayı hem bu mimari yapıların kapatılması hem de genel cezaevlerinde idari boyutta sergilenen keyfi ideolojik vb. yaklaşımların son bulması için elimizden geleni yapacağımızı dışarıdan buna sessiz kalınmaması ve tüm bunlardan sorumluluğu olan başta Adalet Bakanlığı olmak üzere tüm devlet kurumlarının gereken işlemlerin yapmalarını istiyoruz.”

Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version