ENSAR NUR | TR724 STRAZBURG
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) İkinci Dairesi tarafından 27 Ağustos tarihinde açıklanan tartışmalı “Şaban Yasak v. Türkiye” kararına ilişkin eleştiriler artıyor. Son olarak, Strazburg’da bulunan insan hakları derneği ASSEDEL, Şaban Yasak’ın talebi üzerine kararı inceleyerek, İkinci Daire kararındaki olgusal hataları ve usule ilişkin yanlışları kapsamlı bir raporla gözler önüne serdi. AİHM’in başvuruyu Büyük Daire’de incelemesini istedi.
AİHM’in 27 Ağustos’ta duyurduğu “Yasak v. Türkiye” kararına tepkiler gelmeye devam ediyor. Strazburg merkezli insan hakları savunma derneği ASSEDEL, Şaban Yasak’ın talebi sonrasında ilgili kararı ve tüm belgeleri inceleyerek 45 sayfalık bir değerlendirme yayınladı.
İnsan hakları hukuku uzmanı 10 önemli ismin yazdığı veya katkıda bulunduğu rapor, İkinci Daire’nin “Yasak” kararında çok sayıda olgusal hata ve eksiklik olduğunu ve kararın Büyük Daire’nin vermiş olduğu Yalçınkaya kararındaki değerlendirmelerle çeliştiğini mahkeme belgelerine dayanarak ortaya koyuyor.
ASSEDEL, Yalçınkaya kararının aksine, “Yasak” kararının Türk hükümetine, Gülen Hareketi ile ilişkili olduğu düşünülen herkesi, suç teşkil eden bir faaliyette bulunup bulunmadıklarına bakılmaksızın cezalandırma konusunda açık çek verdiğini vurguluyor.
Raporda ayrıca, skandallarla dolu kararın “Türk hükümetinin siyasi baskısı sonucu değil, davanın incelenmesi sırasında kasıtsız olarak yapılan hataların sonucu olduğuna inanmak” istendiği belirtiliyor.
Uzun zamandır tartışmaların merkezinde olan AİHM İkinci Dairesi, özellikle Gülen Hareketi’ni ilgilendiren davalardaki tutumuyla tepki çekiyor. Türkiye’den gelen başvurular İkinci Daire’de görev yapan Türk hukukçular (drafting lawyers) tarafından, Türk hakim Saadet Yüksel’in raportörlüğünde hazırlanıyor. Hazırlanan karar, sonrasında İkinci Daire hakimlerinin değerlendirmesine sunuluyor. Kararı veren İkinci Daire’nin 7 hakimi, uzman Türk hukukçu ve Türk hakim tarafından hazırlanan karar metni üzerinden değerlendirme yapıyor. Bu süreçte, kararı yazan uzman hukukçunun karar üzerinde ciddi bir “inisiyatif potansiyeli” oluyor. 27 Ağustos’ta verilen Şaban Yasak kararında, bu inisiyatifin Büyük Daire’nin Yalçınkaya kararındaki prensiplerle çelişecek kadar ileri götürüldüğü görülüyor.
Kararda AİHM, terör örgütü üyeliğinden 7 yıl 6 ay ceza verilen başvuranın adil yargılanma hakkına ilişkin 6’ncı madde şikâyetlerini incelemedi. Bununla birlikte Mahkeme, başvuru dosyasında iç hukuktaki sürecin adil olmadığına dair yeterli bilgi bulunmasına rağmen, “iç hukuktaki yargılamanın adil olduğunu varsayarak” 7’nci maddenin ihlal edilmediği sonucuna vardı.
ASSEDEL’in raporuna katkıda bulunan uzmanlar komisyonunda; İnsan hakları hukuku uzmanı avukat Hakan Kaplankaya, İtalya İnsan Hakları Federasyonu Başkanı Prof. Antonio Stango, Avukatlara Yönelik Saldırıları İzleme Komitesi’nden Prof. Stuart Russell, hukukçu Prof. Kemal Şahin, Uluslararası insan hakları hukuku uzmanı Dr. Emre Turkut, Institude Direktörü Dr. Yasin Gökçe, Dr. Ufuk Yeşil, Justice Abroad Direktörü avukat Michael Polak, İnsan Hakları Enstitüsü Direktörü avukat Juan Carlos Gutiérrez ve Arrested Lawyers Initiative Direktörü Ali Yıldız yer aldı.
📢 New report released: ASSEDEL analyzes the ECtHR’s judgment in Yasak v. Türkiye and argues that the judgment is based on an erroneous factual account and overlooks critical shortcomings in domestic proceedings, casting doubt on the fairness of the trial.
The judgment diverges… pic.twitter.com/RCE8HRvb4U
— ASSEDEL (@assedelorg) October 18, 2024
ASSEDEL’in AİHM İkinci Dairesi’nin “Yasak” kararında yapmış olduğu 45 sayfalık raporun sonuç bölümünde şu ifadeler yer alıyor:
“ASSEDEL, Yasak kararının önemli hatalar, yanlış yorumlar ve Gülen Hareketi’ne karşı önyargılarla dolu, kritik derecede kusurlu bir karar olduğunu düşünmektedir. Bu davada Mahkeme, Gülen Hareketi’nin öğrenci koordinatörü olarak üniversite öğrencilerine ve genç öğrencilere rehberlik ve danışmanlık yapmaktan başka bir görevi olmayan bir kişinin 7. Madde uyarınca mahkumiyetini onamıştır. Tanık ifadeleri başvurucuyu dindar bir Müslüman ve Hareketin bir takipçisi olarak tanımlamıştır, ancak bu eylemlerin ötesinde kendisine hiçbir önemli suç faaliyeti atfedilmemiştir. Bununla birlikte, Mahkeme, tanık ifadelerinin seçici bölümlerine dayanarak Hareket’in iddia edilen gizli niteliğini vurgulamış ve görünüşe göre Türk hükümetinin asılsız anlatısına uygun olarak 7. maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Buna karşılık, Yalçınkaya kararı, Gülen Hareketi takipçilerinin 2016 darbesine doğrudan karıştıkları veya gerçek bir suç faaliyetinde bulundukları için değil, yalnızca ‘yasallık karinesi’nden yararlanması gereken sıradan faaliyetler yoluyla Hareket ile ilişkilendirildikleri için mahkum edildikleri sistemik bir sorunu ele almıştır. ASSEDEL bunun, hukukun üstünlüğünü savunan herhangi bir ülkede kabul edilemez bir kavram olan “suç ortaklığı” ilkesinin uygulanması anlamına geldiğine inanmaktadır.
FETÖ/PDY davalarında, sunulan deliller genellikle herhangi bir yasadışı faaliyeti kanıtlamaksızın sanığın Hareket ile olan ilişkisini ortaya koymaktadır. Bu durum, sadece ByLock uygulamasının kullanılmasının “suçluluk karinesine” yol açtığı Yalçınkaya davasındaki yaklaşımı yansıtmaktadır. Benzer şekilde, Yasak davasında da başvurucu, ASSEDEL’e göre eylemlerinin yasal ve barışçıl olmasına rağmen, sadece Hareket’e katılımı nedeniyle terör örgütü üyeliğiyle suçlanmıştır – ki bu faaliyetlerin de yasallık karinesinden yararlanması gerekirdi.
Yasak kararı, Büyük Daire’nin Yalçınkaya ve Bakır ve Parmak davalarının yanı sıra Yasin Özdemir, Başer ve Özçelik, Nazlı Ilıcak ve Atilla Taş gibi diğer davalardaki bulgularıyla açıkça çelişmektedir. Mahkeme’nin 7. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varması, Sözleşme tarafından korunması gereken sıradan, yasal faaliyetlerin suç sayılmasını etkili bir şekilde meşrulaştırmaktadır. Karar, başvuranın hangi belirli eylemlerinin suç niteliğinde olduğunu ve bilerek terörist bir niyetle işlendiğini açıklığa kavuşturmamakta, böylece 7. maddenin keyfi mahkumiyetlere karşı sağladığı korumaları zayıflatmaktadır.
Ayrıca, Mahkeme, başvuranın 6. madde kapsamındaki spesifik şikayetlerini incelememiş olsa da, yerel mahkemedeki yargılamaların “Sözleşme tarafından güvence altına alınan adalet ilkelerine aykırı olmadığına ve savunma haklarının göz ardı edilmediğine karar verildiğini” öne sürerek ihlal olmadığı sonucuna varmıştır. Ancak, Ağır Ceza Mahkemesi önündeki yargılamanın adil olmadığı açıktır. Mahkeme, usul kurallarını ve Sözleşme’nin 6 § 3 (c) maddesini ihlal ederek, sunulmadan veya çapraz sorguya tabi tutulmadan duruşma sırasında sadece okunan tanık ifadelerine dayanmıştır.
Ayrıca, başvuran ikinci ve son duruşmada fiziksel olarak hazır bulunmamış, SEGBİS video konferans sistemi aracılığıyla katılmıştır. Bu usul ihlallerine ilişkin şikâyetlerini dile getirmiştir, ancak davasını cezaevinden ve uygun bir hukuki yardım almadan yürüttüğü için çabaları sınırlı kalmıştır. Mahkeme, başvuranın bazı şikâyetlerini kendisine atfedilebilecek teknik eksiklikler nedeniyle reddetmiş olsa da, Mahkeme’nin bu açık ihlaller ışığında yargılamaları adil bulması kabul edilemez.
Sözde “insan haklarının koruyucusu” olan Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere Türk yargısının Yalçınkaya kararına bir kez bile atıfta bulunmamış olması özellikle rahatsız edicidir. Dahası, başvurucu Sayın Yalçınkaya, 12 Eylül 2024 tarihinde yeniden yargılanmasının ardından, Sözleşme’nin 46. maddesini tamamen göz ardı ederek aynı suçtan yeniden mahkûm edilmiştir. Türk mahkemelerindeki böylesine önemli bir kararın etrafındaki bu sessizlik, Yalçınkaya teriminin yargıda fiilen ‘yasak’ hale geldiğini göstermektedir.
ASSEDEL, Yalçınkaya ve Yasak davaları arasında önemli bir fark olmadığına inanmaktadır. Dolayısıyla, Daire’nin bulguları, Yalçınkaya davasında Büyük Daire’nin vardığı sonuçlarla açıkça çelişmektedir. Yalçınkaya kararının sonucundan ayrılmak için makul bir gerekçe yoktur.
ASSEDEL, Yasak kararının Türk hükümetine, Gülen Hareketi ile ilişkili olduğu düşünülen herkesi, suç teşkil eden bir faaliyette bulunup bulunmadıklarına bakılmaksızın cezalandırma konusunda açık çek verdiğini vurgulamaktadır. Bu karar Büyük Daire tarafından yeniden incelenmezse, tehlikeli bir emsal teşkil edecek ve Türkiye’de binlerce kişi için Sözleşme tarafından güvence altına alınan korumaların altını oyacaktır. Böyle bir emsal karar, Türkiye’nin ötesinde bile, Avrupa’daki sıradan vatandaşlar için yargısal korumaları zayıflatabilir ve onları siyasi baskı altında keyfi mahkumiyetlere karşı savunmasız bırakabilir.
ASSEDEL, Yalçınkaya kararının kapsamını daraltmayı amaçladığı izlenimi veren kararın, Türk hükümetinin siyasi baskısı sonucu değil, davanın incelenmesi sırasında kasıtsız olarak yapılan hataların sonucu olduğuna inanmak istemektedir. Bununla birlikte, yasalara saygılı bir vatandaş olan ve yalnızca Sözleşme tarafından korunan yasal faaliyetlerde bulunduğu için Gülen Hareketi üyeliğinden mahkum edilen Şaban Yasak davası, Yalçınkaya ‘nın Ankara’yı tedirgin etmiş olabilecek olumlu yansımalarını kısıtlamak için bir temel teşkil etmemelidir. Ayrıca, Mahkeme’nin Yalçınkaya ‘nın kapsamını daraltması için zorlayıcı bir ihtiyaç varsa, sorunun sistemik ve yaygın doğasını göz önünde bulundurarak Büyük Daire bu görevi üstlenmelidir.
ASSEDEL, Mahkeme’nin yerleşik içtihadıyla çelişen ve temel hakların kullanımı açısından önemli olumsuz sonuçları olan bu hatalı kararın Büyük Daire tarafından yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Yasak davasının bu haliyle devam etmesine izin verilmesi halinde, Türkiye’de gelecekte verilecek kararlarda, daha fazla keyfi mahkumiyet kararının gerekçelendirilmesi için bu karara atıfta bulunulması ve Büyük Daire’nin 100.000’den fazla benzer davayı etkileyen sistemik sorunları ele alan Yalçınkaya kararının bir kenara bırakılması muhtemeldir. Yasak kararı, binlerce kişiyi etkileyecek ciddi bir adalet yanlışını devam ettirecektir.
Davanın olguları ve esasına ilişkin bu önemli hatalar, Daire tarafından tam olarak uyulmadığı anlaşılan Yalçınkaya‘nın gerçek anlam ve kapsamının açıklığa kavuşturulması için Büyük Daire tarafından yeniden incelenmelidir. Bu yeniden değerlendirme, Mahkeme’nin içtihadının tutarlılığını korumak için elzemdir. Konunun yüz binlerce kişiyi etkilediği ve Türkiye’de hukukun üstünlüğünü tehdit eden sistemik bir soruna işaret ettiği göz önünde bulundurulduğunda, Mahkeme masumların hukuka aykırı bir şekilde suçlanmasına karşı daha net bir duruş sergilemelidir.”
HABER-İNCELEME | AİHM’in Şaban Yasak kararı: İkinci Daire, AYM’nin de gerisine düştü!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***